Toplumlar her on yılda bir değişir. Bu değişim bazen köklü ve inkılabî olur, bazen kısmi ve sınırlı olur. İnkılabî değişimler işin zorluğu ve buna cüret edenlerin karşılaşacağı akıbet sebebiyle çok seyrek gerçekleşir. Bu seyrekliğin iki sebebi vardır. Birincisi; mevcut düzenin doğruluğu ve istikrarlı olmasından dolayı toplumun değişime kapalı olması, ikincisi; köklü bir değişime ihtiyaç olduğu hâlde konjonktürden faydalanan başta yönetici ve aveneleri olmak üzere çeşitli mihrakların değişime olan ihtiyacı örtbas edip bu yöndeki istekleri kısmi değişime kanalize etmesidir. Nitekim tarih boyunca var olan toplumlarda cüzdanı dolu olanlar değişime hep karşı çıkmışlardır.
Değişimin hakikatinde değişime olan ihtiyaçtan ziyade buna halkın açık veya kapalı olması, halkın bu ihtiyacı görmesi daha büyük bir rol oynar. Bu sebeple değişim yolunda yürüyenler de buna engel olmak isteyenler de sürekli halka hitap eder. Halkın değişime inanması, ihtiyaç olduğunu görmesi ve destek olması gerekmektedir. Bu açıdan değişime karşı çıkanlar maddi bakımdan daha avantajlıdırlar. Çünkü medya ve benzeri araçlarla kamuoyunu etkiler ve onu manipüle ederler. Diğer taraftan da yargı, polis ve asker gücünü bir sopa olarak kullanıp halk üzerinde bir korku atmosferi oluştururlar. Fakat halk bir kere bunu gördü mü artık değişimin engellenmesi söz konusu bile olamaz. Böyle durumlarda konjonktür sahipleri hemen kolları sıvayıp rejimin omurgasına dokunmadan revizyon ve tadilata girişerek halkı muhak değişimden uzaklaştırırlar.
Yukarıdaki özet konu akli, şer’î ve bilimsel verilerle temellendirilmesi kolay olduğu hâlde esas konumuzdan uzaklaşmamak için gerekli görmüyorum. Bununla ilgili çokça çalışma ve tarih, incelemek isteyenler için kolay ulaşılabilen bir konumdadır. Esas önemli olan; üzerinde yaşadığımız bu topraklarda bir değişime ihtiyaç var mıdır, halk bu ihtiyacı görmüş müdür ve değişim için ne yapılmalıdır?
Son günlerde yaşanan ekonomik zorluk ve sıkıntılardan dolayı bir değişim ihtiyacı olduğu açık olmakla birlikte esasında değişimin ölçütü sırf ekonomi değildir. İçtimaî, iktisadî, siyasi, hukukî, ahlâkî ve hayatın tüm alanları değişimin gereği açısından incelenmelidir. Ahlâkî çöküntü olduktan sonra maddi refah ve konforu yaşasak bile veya hukukî çıkmazlar yaşayıp adaletten uzaklaştıktan sonra sırf ekonomik verilerin iyi olması değişim düşüncesini boşa çıkarmaz. Ne var ki yüzeysel düşünce bizleri değişim için yalnızca ceplerimize bakmaya sevk ediyor. Namus, ahlak ve ruhaniyetini yitirmiş bir toplumun refah içinde olması hayvani niteliklerin halka egemen olduğunu gösterir.
İtikat açısından değilse de hayatın diğer tüm yönleri açısından Mekke dönemindeki gibi cahiliye bir dönem yaşıyoruz. Konfor açısından Türkiye diğer İslâm beldelerinden üstün bir konumda olmakla birlikte içtimaî ve ahlâkî açıdan daha derin bir bozukluk var. Batı halklarında görmeye alıştığımız kendi kızına, gelinine uçkur çözmeler artık ne yazık ki buralarda da sıklıkla görülür oldu. Yönetim açısından ise Türkiye ve İslâm beldeleri arasında hiçbir fark olmadan hepsi gayr-i İslâmî…
Değişim ihtiyacı halk tarafından hissedilmiş olacak ki, muhalefet erken seçim taleplerini artık daha güçlü bir sesle ifade ediyor. Erken seçim talebi; hem değişim ihtiyacı olduğunu ikrar etmek hem de halkı köklü çözümlerden uzaklaştırıp iktidarı değiştirmek şeklinde değişimi sınırlı tutmaya çalışmaktır. Yaklaşık bir asırdır kokuşmuş bu düzen neredeyse yaşı kadar iktidar değişimi yaptı fakat esas çare bu değil. Artık inkılabî bir değişim ihtiyacı olduğu iyice anlaşılmış ve bu anlayış halkta da egemen olmaya başlamıştır. Aslında mevcut demokratik rejim kurulduğu günden beri hiçbir zaman halka mâl olamamıştır. Halk bu siyasal rejimi hiçbir zaman benimsememiştir. Bir asırdır bu bataklığa saplanıp kalmamızın sebebi halka doğru bir çözüm yolu gösterilememesidir. Genel olarak esas çözümün İslâm olduğu bilinmekle birlikte halkın içinde çalışan yüzlerce cemaat, tarikat ve akımlar sınırları belli ve rükünleri net bir keyfiyet ortaya koyamamıştır.
Günümüze birçok açıdan benzer “cahiliye dönemi” diye bildiğimiz yıllarda Allah Azze ve Celle bu bozuk düzene müdahale etmiş ve “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” diyerek değişimi başlatması için kulu Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i seçmiş, O’na vahyetmiştir. Yani değişimin startı da keyfiyetin kaynağı da bu ilk ayetle verilmiştir. Çarpık düzen ve bozukluğu sonuna kadar hisseden bir kimseye “oku”; bir anahtar, bir reçete ve bir çözüm olarak verilmiştir. “Günümüzdeki değişimin reçetesi de budur” desem herhâlde “oku” kelimesine yüklenen anlam nedeniyle belki birçokları “ne alaka?” diyebilir. Bu nedenle makalemize “Ne Okuyalım?” başlığını verdim. Zira yıllardır bize bu ayetin ilme verdiği önemi gösterdiğini deklare ettiler; ilim tahsiline ve okumaya sevk ettiler. Kimileri dinimizin ilk emrinin “oku” olduğundan dem vurdu hep. Oysa muteber müfessirler bu ayeti okuma-yazma öğrenme ve ilim tahsil etme şeklinde değil de, “Sana indireceğimiz vahyi (Kur’an-ı Kerim’i) Rabbinin adıyla (insanlara) oku (anlat)” şeklinde anlamışlardır. Nitekim bu emir mucibince Peygamber efendimiz bize söylendiği gibi ne okuma-yazma öğrenmiş, ne de herhangi bir ilim tahsiline başlamıştır. Tam aksine müfessirlerin de söylediği gibi; Kur’an-ı insanlara okumaya, anlatmaya ve hayata hâkim kılmaya çalışmıştır.
İslâm’ın okuma-yazma ve ilim tahsiline verdiği önem elbette çok büyüktür lakin bu ilk ayetle bu kastedilmemiştir. Bu ayet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin değişimin öncüsü kılınması, karış-karış adımlarını takip edeceğimiz bir lider, bir elçi seçilmesidir. Bu ayet yaratan Rabbin hayata müdahalesi, madde ile ruhun mezcedilmesi ve laik düzenin reddedilmesidir.
Ahir-i kelam; bir asırdır içine saplanıp kaldığımız kokuşmuş kapitalizmden ve bu düzeni maskeleyen laik ve demokratik sistemden kurtulup insanları kula kulluktan Allah’a kulluğa yükseltecek olan vahiy ve vahiyle hareket eden Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izini adım-adım takip etmektir. Allah’ın rahmet, merhamet ve lütuflarından kaçarak ne gerçek bir değişim, ne doğru bir kalkınma ve ne de istikrarlı bir dünya devleti olunabilir. Bu halkın değişim gerekçesi lüks ve konfor değil bir avuç huzurdur. Bu sonuca ulaşmak için haydi, insanlara Kur’an okuyalım.