Halifesiz / İmamsız /Kalkansız kaldığı günden beri, İslam Ümmeti üzerinde oynanan deccalımsı entrikalar, ardın sıra sürüp gitmektedir. İslam düşmanlarının, Ümmetten bir parça olan Türkiye’ye yönelik entrikaları ise; daha çetin ve daha karmaşık bir süreç izlemiştir.
I.Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen süreçte, daha o günden beri bu topraklar, Ümmete uygulanacak olan komplolar için, pilot bölge seçilerek, adeta bir kozmik oda görevini görmüştür.
Bu ülke; İttihat ve Terakki yapılanmasından, Irkçı ve Vatancı fikirlerin servis edilmesinden, Laisizm’in uygulanmasından, Hilafet’in ilgasından, halkı kendi özünden uzaklaştıran inkılaplardan, Şeyh Said Kıyamı’nın hunharca bastırılmasından, Dersim katliamından tutun da, PKK ihdasına kadar, hemen her konuda İslam Ümmetine yönelik komploların mutfağı olarak kullanılmıştır.
Ümmetin mazlum evlatları olarak Kürt halkı üzerinde oynanan oyunlara bir bakınız!
Sömürgeci devletlerin Hilafeti ilga ederek kurdukları laik rejim; “ulus devlet” yapısıyla, kültüründen, irfanından, mahrum bıraktığı sair halklarla birlikte, Kürt halkının da kavmiyetçilik duygularını tahrik etmiş, izlediği siyasi, kültürel politikalarla, İslam’ın kardeş yaptığı halkların, teker teker İslam öncesi din, kültür, örf-adetleriyle bağlarını kurularak, ayrılık tohumları serpmiştir. Onları, etnik kökenlerini ön plana çıkarıp, onunla övünme anlayışına sürüklemiştir. Böylece bu coğrafyanın halkları, kaybettikleri esas şeyin ne olduğunu hatırlayamaz bir duruma gelmişlerdir.
Halbuki; birlik ve beraberliklerinin siyasi ifadesi olan, olmazsa olmazlarını, Evrensel Devletlerini, İmamlarını, Halifelerini kaybetmişlerdi.
İşte etnik temele dayanan hareketlerin ana rahmini bu zemin teşkil etmektedir. Bu zeminde yeşeren ve hızla gelişen etnik hareketlerin, farklı dış güçler tarafından maksatlı bir şekilde, dönemsel olarak palazlanmalarını da buna eklediğimizde, bu güne nasıl gelindiğini anlamış olacağız.
Yeni konjonktür, rejim sahiplerini zora soktuğundan, etnik hareketleri bertaraf etmeye karar vermiş görünmektedirler. Lakin etnik hareketlerin ortaya çıkması konjonktürel olmadığı göz ardı edilmektedir. Bu biyolojik / etnik bağ; kökü çok eskilere dayanan kadim lanetli bir hastalıktır. Nitekim tarih; bu etnik / kavmiyetçi duygunun işlediği cinayetler, toplu katliamlar ve soykırımlarla doludur. Dolayısıyla kuşatıcı akli ve fıtri bir amentü ile çözüm yoluna gidilmediği taktirde, en fazla geçici olarak dondurulabildiğine yine tarih şahittir.
Artık devlet karakterine büründüğü besbelli olan AKP Hükümeti’nin başlattığı çözüm sürecinden bahsettiğimiz anlaşılmış olmalı. Bir Akil Adamlar listesi oluşturulmuş. Bununla bu sorunu çözme çabası içerisine girmiştir.
Evvela şunu söyleyelim: Sorunun çözülmesinden yana olmayan ve kanın dökülmesinden yana olan namerttir. Evet bu kardeş kanı dursun fakat bir süreliğine değil, ebediyen dursun. Ancak bu denli ağır bir sorunun, iki aşiretin kan davasını halletme formatında ele alınması, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Gerçek şu ki; genel manada biri yüzeysel, diğeri köklü olmak üzere iki çözüm yolu vardır. Sonuçlardan yola çıkarak çözme çabası; yüzeysel çözüme karşılık gelirken, sebeplerden yola çıkarak çözme çabası ise köklü çözüme karşılık gelmektedir.
AKP’nin sorunu, pragmatik bir anlayışla, mevcut laik demokratik paradigma üzerinden çözme çabası içerisinde olduğu kimseye kapalı değildir. Sorunu “Akil Adamlar” adı altında toplumun her kesiminden bir takım insanları bir araya toplayarak çözme çabası, bunu göstermektedir. Kaldı ki; mevcut paradigma sorunun bizatihi kaynağıdır. Başkanlık, Özerklik, Federal veya Eyalet sisteminden söz edilmesi, bir paradigma değişimini ifade etmediği açıktır.Yani sorunu kaynağından çözecek yeni bir paradigma / kuşatıcı bir amentü ile yola çıkılmadığı aşikardır. İslam kardeşliğinin bir sos olarak kullanılması ise İslam’a
yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu Müslüman halkları aldatmaktır.
Bir rejim partisi olarak AKP’nin kendine özgü, yakın, orta ve uzun vadede reel politik hesapları olabilir. Sorunun gerçek çözümü peşinden değil de siyasi ikbal peşinde olabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihini göz önüne aldığımızda, bunda garipsenecek bir durumun olmadığını anlamamız işten bile değildir.
Esas garip olan; İslami cemaat, cemiyet, dernek, sivil toplum kuruluşu ve İslam alimi, profesör, araştırmacı-yazar, entelektüeli bol olan bu ülkede, bu hayati meselede İslami çözümden söz edenin olmamasıdır. Söyler misiniz Allah aşkına! Kendisine iman ettiğimiz dinimiz bu ağır meselede derdimize derman olmayacak da kocakarı tedaviler mi derdimize çare olacak! Yoksa Türküyle Kürdüyle yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu ülkede İslami çözümden bahsetmek, çok mu uçuk oldu. Yüce Rabbimiz ; “… Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün.(89) Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” diye buyurmadı mı? Bize ne oldu da adresi şaşırdık? Elimizde Allah (c.c.)’nın yüce Kitabı, alemlere rahmet Resul (s.a.v.)’in sünneti varken, ve yıllardır insanlar kan ve göz yaşı içinde boğulurken, neden nebilerin varisleri ve bu ülkenin alimleri olarak, bu soruna Kitap ve Sünnetten çözüm istinbat etmedik?
Dahası bugün herkes konuşurken biz susuyoruz. Sistem partilerinin arkasına sığınmaktayız. Neden bu halkın rahmet olduğundan şüphe duymadığı İslami çözüm ile ortaya çıkmıyoruz. Gayri İslami çözümlerle bu halkın daha onlarca yıl oyalanmalarına sessiz kalıyoruz? İslami çözümün zamanın geçtiğini mi yoksa daha henüz zamanın gelmediğini mi düşünüyoruz? Yoksa bu Müslüman halkların İslami çözümü kabul etmeyeceğini mi düşünüyoruz?
Kaldı ki; yakın zamanda süt bankası meselesi Hükümet tarafından gündeme getirildi. Duyarlı insanlarımız, bunun İslam’ın süt kardeşliği ilkesine aykırı olacağı yönünde tepki gösterince, Hükümet konuyu geri çekerek, konuyu gözden geçireceğine dair açıklama yapmıştır. Aynı hassasiyeti neden bu ağır meselede göstermiyoruz.
İşte bugün Türkiye yol ayırımına gelmiştir. Anayasa dahil her şeyi tartışmaktadır. Son yüzyıldır Batı müsveddesi nizam ve yasalarla yönetilip idare edilmektedir. Bu nizam ve yasaların bizi getirdiği nokta ortadadır. Girdiğimiz bu çıkmazlardan kurtulmak için tekrar Batı müsveddeleriyle karşı karşıyayız. Yeni Anayasa, Başkanlık, Yarı Başkanlık, Özerklik, Eyalet Sistemi v.b. pek çok şey konuşuluyor. Deyim yerindeyse, herkes her şeyi konuşuyor.
Ey peygamberlerin varisleri olan siz değerli alimler! Eğer siz İslami çözümle ortaya çıkmayıp, böyle susmaya devam ederseniz, bu halkların vebali sizin sırtınızdadır. Zira bu halk sizi el üstünde tutmaktadır. Size hürmet etmektedir.
Siz ümmete çözüm için adres gösterin ve yürüyün! Emin olunuz, bu millet arkanızdan gelecektir. Yeter ki adres olarak Batı’nın insanını baştan çıkaran nizam ve yasalarını adres göstermeyin. Türk halkının da, Kürt halkının da, Arap halkının da asla geri durmayacağı Muhammed Mustafa’nın sancağının altına, tevhid sancağı Hilafet sancağının altına çağırınız. İşte rahmeti rahman budur! İşte ırkçılığın panzehiri budur. İşte sömürgeci kafirlerin elini kolunu bağlayan Allah’ın ipi budur. İşte çözüm Rahmanın şu ayetindedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir. ( Nîsa suresi Ayet 59)