NATO’nun Tehdit Algısı Hilafet
03 Aralık 2012

NATO’nun Tehdit Algısı Hilafet

Suriye konusu yaklaşık iki yıldır değişmeyen gündem maddesi olarak yerini korurken iki haftadır da Türkiye’ye yerleştirilmek istenen Patriotlar gündemi meşgul etmektedir. Son gelinen aşamada tüm bunlar ne anlam ifade etmektedir. Bu konular üzerine durmaya çalışacağım.

Suriye: Suriye’de yaşanan gelişmeler bugün tüm İslam ümmetinin imtihandan geçirildiği bir mesele halini almıştır. Maalesef kundaktaki bebeklere varana kadar insanlara kan banyosu yaptıran vahşi, laik Baas rejimi yaklaşık iki yıl olmasına rağmen hala ayakta durmaktadır. Onu ayakta tutan hiç şüphesiz Kafir ABD ve bölgede onunla işbirliği içerisinde olan devletler olduğunda ise şüphe yoktur. Suriye’de ki devrimi çalmaya yönelik ABD’nin bir çok girişimi olmasına rağmen her seferinde siyasi bilinç ve basirete sahip olan Suriye’de ki devrimci liderler onun bu kürtaj girişimlerini sonuçsuz bırakmışlardır. Hillary Clinton’ın “Ulusal Konsey yalnız başına muhalefeti temsil etmeye elverişli değildir” açıklaması ile birlikte kendi başarısızlığı olan SUK (Suriye Ulusal Konsey) girişimini böylece tasfiye ederek yeni bir oluşum için düğmeye basmıştır. ABD’nin Şam Büyükelçisi olan Robert Ford planını Riyad Seyf planı olarak değiştirip yeni bir oluşum için çalışmalara başlamış ve Katar’da yapılan toplantının akabinde “Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu”nu (SDMK) kurmuşlardır. Bu Konsey’den daha sonra Geçici bir Hükümet ve Askeri bir yapı oluşturulmak istenmektedir.

Suriye kıyamı; vahşi Baas rejimine Batı’nın kültür ve hadaratına yönelik bir ayaklanma olduğu için planda değişikliğe giden ABD, yeni oluşturduğu Koalisyonun başına da eski bir imam olan Muaz El Hatib’i getirdi. Hatib Katar’da yapılan son toplantının ardından yaptığı konuşmada “medeni devlet” (demokratik) istediklerini ve Suriye halkından da kendilerini tanımaları yönünde çağrıda bulunarak, hızını alamamış ve Cuma ismi olarak da “Obama korkma biz bu Koalisyonu tanıyoruz” isminin verilmesini istemiştir. Gerek daha önce kurulan SUK olsun gerekse yeni oluşturulan SDMK olsun ikisi de izzet ve şerefi, yardım ve zaferi Allah (Subhanehu ve Teala)’dan değil, kafir Batı ve işbirlikçileri olan bölge devletlerinde aramaktadırlar. Muaz El Hatib’in geçmişte bir takım güzel hasletlerinin olması bu şer Koalisyonunu temize çıkarır mı? Medeni bir devlet kurmayı “İmam” Suriye halkına sordu mu acaba? Suriye halkı meydanlarda demokrasi diye ne zaman slogan attılar? Bu Koalisyon’da diğer SUK’un devamı niteliğindedir. O halde Türkiye’deki İslam’i cemaat, grup ve STK’lar bu tuzağı neden görmüyor ya da görmek istemiyor. Kaldı ki Suriye’de mücadele eden devrimci liderler bu Koalisyona gereken cevabı geçtiğimiz haftalarda vermediler mi? O halde, devrimi tırnaklarıyla kazıyan Suriye halkına, bizde ABD ve bölge devletleri gibi mi bakacağız? Şöyle mi diyeceğiz? Eğer siz Laik demokratik bir geçiş sürecini kabul etmezseniz sizi bizlerde tanımayız ve fitne olarak kabul ederiz. Böyle mi diyeceğiz? Irak’tan, Taliban’dan, Cemalettin Kaplan’dan örnekler vererek Müslümanların hiçbir şeye güç yetiremeyeceği anlayışını mı pazarlayacağız? Suriye’de İslam Devleti kurmak için mücadele ettiğini ilan eden kardeşlerimize paniğe kapılarak sadece maslahat ilişkisi ile Suriye’ye bakan devletler gibi mi davranacağız? Subhanallah…

Velhasıl bu Koalisyon Suriye halkının cinsinden değildir. Suriye halkının “Allah (Subhanehu ve Teala)’dan başka kimseye secde etmeyeceğiz” sözünün ne anlama geldiğini de anlayamazlar.

Patriot Füzeleri: Konu ile ilgili ilk bilgi Reuters gazetesinden geldi. Başbakan Erdoğan’a bu soru sorulunca “Sağır duymaz uydurur cinsinden Reuters böyle bir haber yapıyor” diye cevap verdi. Ardından Başbakan Erdoğan, "Füzeyi alma noktasındaki karar verici makam biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok" dedi. Konuyla ilgili açıklama yapan Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise “NATO'nun her türlü riske karşı alınabilecek önlemleri değerlendirdiğini” söyledi. Davutoğlu açıklamasında “bu tür risklere karşı bazen talep etmeden de önlemlerin alınmasının normal olduğunu” söyledi.

Gerek Türk jetinin düşürülmesinde gerekse Akçakale saldırılarında NATO 4. Madde kapsamında toplanmış ve bu girişimleri kendisine yönelik bir tehlike olarak görmemiştir. O halde ne oldu da NATO Türkiye’deki yöneticilere sorma gereği dahi hissetmeden böyle bir karar aldı?

Konuyu daha iyi anlamak için 2010 yılında Portekiz'in başkenti Lizbon'da NATO ülkelerinin katıldığı zirveye ve onun siyasi sonuçlarına bakarsak daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim. Bu zirvede ABD kendi hegemonyasını özellikle Batı Avrupa’ya dayatmış ve Rusya’nın da kendisine yönelik tepkisini hafifletmiş olarak çıkmıştır. Füze kalkanı projesi, Amerika'nın Avrupa üzerinde tam bir hegemonya kurmasına yönelik bir sistem olmakla birlikte İslami beldelere yönelikte bir plandır. Müslümanlara yönelik olan bu planın daha önce Füze Kalkanı bugünde Patriot’ların Türkiye’ye kurulmasıyla işleme konulduğunu görüyoruz. Körfez savaşı ve Irak’ın işgaliyle daha öncede iki defa kurulan Patriot’lerin yeni algıladığı tehdit gerçekten nedir? Suriye’deki direnişçilerin ellerindeki hafif silahlarla bile köşeye sıkıştırdığı Baas rejimi gerçekten Türkiye ve NATO için tehlike midir?

Tüm bu gelişmeler Suriye’deki yükselen İslami arzunun neticesi gereğidir. Suriye’de İslam’ın bir hayat nizamı olarak tekrar dönme sancılarının başlamasının neticesinde yaşanmaktadır. Yani NATO’nun tehlike olarak gördüğü İslam’ın et ve kemiğe bürünerek onun tatbik metodu olan Hilafet devletinin doğuşunun çok yakın olduğunu hissetmesidir. Bu yüzden hem askeri hem de siyasi çalışmalarını hızlandırmıştır.

Beşşar Esed’e alternatifi olmadığı için Kafir Batı bugüne kadar mühlet üstüne mühlet verdi. En son Robert Ford’un yaptığı planla birlikte bir koalisyon oluştu ve bu koalisyona para, bilgi, uzman gibi kapılar açıldı. Ayrıca bu koalisyonun reklam ve propagandasını yapmaya başladılar. Meşruiyet sağlamak için ise, bölgesel ve Uluslararası konferanslar düzenlemeye ardından, meşruiyet sağlandıktan sonra BM ve Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlarda kararlar çıkmaya başlar.

Başbakan Erdoğan bir takım hamasi söylemlerle işlediği bu cürümün üzerini örtmeye çalışmakta ve mugalata yapmaktadır. Şunu çok iyi bilmelidir ki artık Müslümanların bu hamasi söylemlere karnı toktur ve inandırıcılığı da kalmamıştır.