Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, dershanelerin kapatılacağını ve bunların iki sene içerisinde özel okullara veya açık liselere dönüşeceğini söyledikten sonra AKP ile cemaat arasında gizli olan kavga açığa çıkmış ve deyim yerindeyse kılıçlar çekilmiştir. Bu konu, o günden bugüne kadar hararetli bir şekilde tartışılmış ve halen de tüm sıcaklığını koruyarak gündemi meşgul etmeye devam etmektedir. Bu mesele, hem basın ve medyayı hem bir takım eğitimci ve uzmanları hem de iktidar ile muhalefet partilerini ikiye bölmüş durumdadır. Bunlardan bazıları, özellikle hükümet ve hükümete yakın çevreler bundan sonra dershanelere artık gerek yok ‘’özellikle AKP döneminde eğitimin kalitesi arttı derken’’ AKP karşıtı olanlar ise, ‘’var olan mevcut eğitim sisteminin bozukluğundan dem vurarak’’ dershanelere olan ihtiyacın devam ettiğini söylemişlerdir. Ve halen de bu konu dershaneler kapatılsın mı? Yoksa devam etsin mi? Çerçevesinde tartışılmaktadır.
Biz bu yazımızda siyasi bir değerlendirmeye girmeden konunun farklı bir boyutuna dikkatleri çekmek istiyoruz. Nitekim bu meselenin siyasi arka planı her gün basın ve medyada tartışılmaktadır. Fakat bu konuda önemli olan bir hususun altını çizmek istiyorum. AKP ile cemaat arasındaki asıl çatışma birilerinin söylediği gibi AKP ile cemaat arasındaki bir çatışma olmayıp Erdoğan ile cemaat arasındaki çatışmadır. Anlaşılan o ki, cemaatin hedefindeki şahıs Erdoğan’dır. Bunu beyan ettikten sonra tekrar asli mecramıza dönecek olursak, üniversite imtihanlarına girenler şunu çok iyi bilirler. Yanlış bir sorudan kesinlikle doğru bir cevap çıkmaz. Doğru sonuç ancak doğru bir soruyla gerçekleşir. Dolayısıyla mesele yanlış bir zemin üzerinde cereyan etmektedir. Bu zemin üzerinde tartışıldığı sürece verimli ve doğru bir neticeye ulaşamayız. Şunu tabi ki anlıyoruz; eğitim meselesine insan merkezli bakmayıp meseleye sadece menfaatleri ve ekonomik açıdan bakan veya laik liberal pencereden bakıp da konuyu bu zeminde tartışanları anlamak mümkün. Fakat eğitim sistemine, İslami bir takım fikirlere sahip olan bazı akademik ve yazarlar tarafından konunun bu şekilde ele alınıp sathi bir şekilde değerlendirilmesine şaşıyoruz. Bu tip insanların ister eğitimle ilgili olsun ister ekonomiyle isterse de diğer meselelerle ilgili olsun kendilerini ve destekledikleri iktidarı haklı çıkarmak için Amerika ve Batı’yı kaynak göstermeleridir. Mesela, hizmet hareketi ve bu grubu destekleyenler; “Amerika ve Batı’da da şu kadar dershaneler vardır. Devlet bunlara müdahalede bulunmuyor. Şayet dershanelerin varlığı sorun teşkil etmiş olsaydı o zaman Amerika ve Batı bu kurumlara izin vermezdi…” Bunun tam aksini iddia edenler ise, yine aynı yerleri kaynak göstererek durumun tam tersi olduğunu iddia etmektedirler. İşte bizimde anlayamadığımız şey tamda budur.
Öyle ki, bizler Müslümanlar olarak hayata İslami bir zaviyeden bakıp olayları İslami hükümlere göre yorumlamamız kaçınılmazdır. Bu da kulluğumuzun bir gereğidir. Bununla birlikte Allah Subhanehu ve Teâlâ bu dini her şeyi beyan edici bir şekilde inzal etti. O halde bizler niçin Amerika ve Batı’yı referans gösteriyoruz? Referans kaynağımız İslam olması gerekmez mi? Ya da 1300 senedir İslam hükümlerinin tatbik edildiği İslami Devlette eğitim sistemi nasıldı? diye İslam tarihine bakmamız gerekmez miydi? Ya da İslam’ın meselelere bakış metodolojisi belli iken; ki o metodoloji öncelikli olarak var olan sorunu inceler, daha sonra bunu şer-i naslara götürür ve uygun gördüğü bu şer-i nasları o problemin üzerine indirerek var olan bu sorunu köklü bir şekilde çözer. Meselenin halli bu kadar basitken. Dolayısıyla İslami hassasiyete sahip olan şahsiyetler var olan meseleyi bu şekilde ele alır ve çözer. Fakat bizde var olan Batılı olma kompleksi olaylara bu şekilde yaklaşmamızı engelliyor. Yapılması gereken tek şey, tatbik edildiği dönemlerde güçlü şahsiyetler ortaya çıkaran İslam’ın eğitim ve öğretim metodunun uygulanmasıdır. Bu belki birilerine farazi gelebilir. Ve hatta şöyle diyenlerde olabilir. ‘’Hocam iyi güzelde sistem İslami olsa zaten bu sistem uygulanacaktır. Fakat şu anki sistem gayri İslami olduğundan dolayı İslam’ın eğitim ve öğretim sistemini nasıl tatbik edeceğiz? Buna müsaade etmezler’’ Evet bizde bu söylemi haklı görmekle beraber, bu eğitim sisteminin tatbik edilmesi için öğretmenlerin ve İslami bir devletin varlığının kaçınılmaz olduğunu görüyoruz. O halde yapılması gereken, bu eğitim sistemini tatbik edecek İslami Devleti ortaya çıkarmak için var gücümüzle çalışmalıyız. Fakat bununla beraber biz bu çözümü hükümete teklif ederken hükümetin bu nasihatimizi kulak ardı edeceğini de bilmekteyiz. Fakat bununla beraber umulur ki akledip alırlar diye nasihatimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü şu anda eğitim noktasında ciddi bir kalitesizlik ve düşüklük vardır. Yapılan tüm iyileştirmelere rağmen… Hatta bu konuda iktidarın ciddi gayretlerine rağmen... Ne yazık ki ezbere dayalı bir eğitim modeli devam ettiği ve bununla beraber İslam hayata tatbik edilmediği sürece eğitim alanında, bu ister devletin okullarında olsun isterse özel dershane ve okullarda olsun, İslam şahsiyetine sahip dünya çapında kaliteli insanların yetiştirilmesi asla söz konusu olamaz. Kalite demek üniversite imtihanlarında dereceye girmiş olan öğrencileri televizyon ekranlarına çıkarıp forma giydirmek ve bununla da övünmek demek değildir. Esas kalite, almış olduğu bilgileri pratiğe uygulayan ve bununla birlikte güçlü İslami şahsiyetlerin yetiştirilmesi demektir. Yani İslami renge sahip formaların o yavrulara giydirilmesi demektir. Nitekim burada zikredemeyeceğimiz kadar o şahsiyetleri İslam tarihinde görmek mümkündür.
Bizler Köklü Değişim Dergisi olarak senelerdir dergilerimizde, panellerimizde, konferanslarımız ve makalelerimizde bu konunun önemini vurguladık ve vurgulamaya da devam edeceğiz. Bu konuda insanlara çözümler gösterdik. Bu çözümlere vakıf olmak isteyenler dergimizin sitesini ziyaret edebilirler. Kaliteli bir eğitimden maksadın ne olduğunu, sağlıklı bir gençliğin yetiştirilmesinin nasıl mümkün olduğunu açıkladık. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar matematik, tıp, fizik ve astronomi gibi eğitim alanlarında insanların yetiştirilemediğini defaatle vurguladık. Hatta bazıları bu konudaki tenkitlerimizden dolayı bizleri eleştirdi. Fakat gelmiş olduğumuz nokta itibariyle zaman bizi haklı çıkardı. Özellikle şu anda dershaneler üzerinden eğitimin kalitesiz olmasının tartışıldığı şu günlerde… Mesela, son zamanlarda yüz lise öğrencisi arasında yapılan bir anket, batılı liberal değerlerin özgürlükler adı altında ve özellikle de gençleri modernlik kılıfı altında getirmiş olduğu uçurumu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Her yüz lise öğrencisinden kırk beşi sigara, otuz beşi alkol ve on dokuzu uyuşturucu kullanmaktadır. Alın size dindar bir gençlik. Tabi ki bu istatistikleri çoğaltmamız mümkündür. Bu konuda devletin okulları ile dershaneler arasında hiçbir fark yoktur.
Bir önceki makalemde de ifade ettiğim üzere eğitimdeki kalitesizliğin kaynağı da kutsadıkları demokrasi ve özgürlükler fitnesidir. Bu fitneden sakınılmadığı sürece iddia ediyoruz kesinlikle ne dindar bir nesil ne kaliteli öğrenciler ne de güçlü bir toplum inşa edemeyiz. Belki bazılarınız haklı olarak bana “hocam sende çok karanlık bir tablo ortaya koydun” diye sitem edebilir. Fakat ne yazık ki vaka bu söylediklerimizi haklı çıkarıyor. Senelerdir eğitim alanındaki düşüklük ve buralardan mezun olan öğrencilerin hal-i pürmelali ortada. Bu konuda, hem konunun uzmanlarından hem de ailelerden senelerdir sitem dolu sözler duymaktayız. Bununla beraber, İslam bu topraklardan atıldığı ve O’nun devletinin yıkıldığından günümüze kadar, güçlü İslami şahsiyetler yetiştiren bu topraklar da çoraklaşmış ve bunun sonucu olarak kaliteli ve üstün nitelikli insanların yetiştirilmesi söz konusu olmamıştır. Başka bir deyişle ‘’Kaht-ı Rical’’ yani adam kıtlığı meydana gelmiştir. Fakat bizler her şeye rağmen bu gençliği “geleceğimizin teminatı” olarak görüyor ve elimizden geldiği kadarıyla bu gençliğin kaliteli ve güçlü birer İslami şahsiyetler olmaları için gece gündüz çalışıyoruz.