“Siz Cezayirliler, Fransa tarafından sömürgeleştirilmekten gurur duymalısınız!”
Fransız Siyaset Bilimcisi Guillaume Bigot’un bu sözü aslında bize, Fransa’da yaşanan olayların kaynağı hakkında bir ipucu vermektedir.
Avrupa merkezli bakış açısı; Batı’yı, kalkınmışlığın, modernitenin, çağdaşlığın, en güzel ve en iyi değerlerin sahibi olarak görürken Batı haricindekileri de geri kalmış, barbar, çağdışı, ikinci dünya ülkeleri vs. şeklinde tanımlar. Oysa tarihî gerçekler, meselenin hiç de öyle olmadığını bizlere göstermektedir.
Fransa’nın da içinde olduğu Batı’nın son iki yüzyılı, insanlık dışı bir anlayışın, iğrençliğin ve merhametsizliğin yüzyılıdır. Afrika kıtasına yapılan sömürgeleştirme seferleri, Batı tarihinin en kara lekelerinden biridir.
Her şey, dünya dengelerinin değişmesiyle başladı; Osmanlı Hilâfet Devleti, Afrika kıtasını sömürgecilikten koruyan bir güçtü. O varken, o güçlüyken Batı, sömürgeciliğin ancak hayalini kuruyordu. Osmanlı zayıfladığında, gücü Afrika’yı korumaktan aciz kaldığında, Afrika’da yaşayan insanlar için de karanlık bir çağ başlamış oldu.
Batı, Berlin Konferansıyla, resmen Afrika’yı kağıt üzerinde paylaştı ve saldırıya geçti. Bugün kendisini çağdaş, modern devlet olarak gösterenler, o gün birer yağmacıydı. İnsanların ülkelerini ellerinden aldılar. Kültürlerini, dillerini, dinlerini, servetlerini, her şeylerini ellerinden aldılar. Bedelsiz hammadde, bedelsiz iş gücü, bugünkü Batı dünyasının ekonomik kalkınmasının temelini oluşturdu.
Batılı devletlerden Fransa, Afrika kıtasının %35’ini tek başına sömürgeleştirirken sadece zenginlik değil dil ve kültür sömürüsü de gerçekleştirmiştir. İşgal ettiği bölgelerde yerel dillerin konuşulmasını yasaklamış, Fransızca konuşmayı zorunlu kılmıştır. Yerel dinlerin yerine de Hıristiyanlık, din olarak kabul ettirilmiştir.
Cezayir’de 1 milyon Müslümanı katleden, Müslüman kadınları soyup resmini çeken Fransa’dır. Ruanda’da 800 bin insanın hayatını kaybettiği iç savaşın mimarı Fransa’dan başkası değildir. Fransa için Afrikalı halkların en ufak bir değeri yoktur. Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın, Le Figaro gazetesine 1998'de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.” ifadesini kullanabilmesi, Fransa’nın Afrika’ya bakış açısını göstermektedir.
Fransa’nın Afrika’daki 300 yıllık tarihi, bölge halkları için felaket yıllarıdır. Dilini, dinini unutmuş, servetleri ellerinden alınmış nesiller ortaya çıkartan bu karanlık yılların, elbette bir karşılığı olacaktı. O karşılık, bugün Fransa’da baş gösteren ayaklanmaların itici gücünü oluşturmaktadır.
“Siz Cezayirliler, Fransa tarafından sömürgeleştirilmekten gurur duymalısınız!” anlayışına sahip bir trafik polisinin Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nahel Merzouk’u öldürmesiyle başlayan olaylar çığ gibi büyüyüp tüm ülkeyi ateşe sardı.
Fransa bugün yangın yerine dönmüş ise bunun sebebi, sömürgecilik yıllarında ektiği öfke tohumları ve halen devam eden; o tepeden bakan, kibirli, ırkçı yaklaşımıdır. Afrika kökenli insanlar atalarının çektiği acıları unutmadı. Ana dilini unutup Fransızca konuşsa da, Fransız gibi yaşasa da, asla gerçek bir Fransız olarak görülmedi; Fransızların gözünde o hep Afrikalı olarak kaldı.
İşte bu dışlanmışlık ve acılarla dolu tarih, Fransa’da yaşayan Afrika kökenli insanlara Fransa’ya karşı herhangi bir aidiyet duygusu kazandırmadı. Onlar Fransa’yı, halklarını sömüren, kendilerini dışlayan, dinlerine ve kültürlerine hakaret eden bir devlet olarak gördü. Fransa’nın geçmişi ve bugünü, Nahel İsyanını hazırlayan en önemli faktördür.
Hal böyleyken; Fransa’da yaşanan olaylardan hareketle Türkiye’deki Suriyelilere tepki göstererek ırkçılığı hortlatanlara şahit olmaktayız. Öncelikle Türkiye asla Fransa gibi olmayacaktır. Zira yukarıda kısaca özetlediğimiz gibi Fransa’nın tarihi kara lekelerle dolu, sömürgeci bir tarihtir. Hakları köleleştiren, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini çalan, kültürlerini yok eden bir tarihtir. Bu tarih, kin büyütmüştür. Türkiye’deki yaşayan Suriyeliler ise Türkiye’ye kin değil sevgi beslemektedir. Onlarda öfke değil minnet duygusu hâkimdir. Dolayısıyla Türkiye hiçbir zaman Fransa’da yaşanan olayların benzerini yaşamayacaktır. Gösterilen tepkiler ise lokal, bağnaz tepkilerdir. Özellikle seçim döneminde bazı siyasetçilerin oy devşirmek için giriştiği asılsız tahriklere kapılanların tepkileridir.
Fransa’da yaşanan Nahel İsyanı bizlere bir kez daha İslam ümmetinin sahipsizliğini göstermiş ve Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdığı o meşhur mektubu hatırlatmıştır. Bugün Müslümanlara kibirle bakan Fransızların o günkü kralı Françesko, Sultan Süleyman’dan yardım istediğinde şu cevabı almıştı:
“Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum’un, Dulkadiroğluları Vilayetinin, Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Haleb'in, Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in ve daha nice ülkelerin -ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin- sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım! Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko'sun!..”
“Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip ülkenizi düşman istila edip şu anda hapiste olduğunuzu bildirip kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz…”
Nereden nereye…
Rabbim, küffara haddini bildirecek ve tir tir titretecek, tek bir Müslümanın dahi akan kanının hesabını soracak halifelerle bu mazlum ümmeti yeniden izzetlendirsin!