2009 Temmuz ayında İstanbul’da yapılması planlanan ama valilik tarafından engellenen Hilafet konferansından iki gün önce Türkiye’de 23 ilde başlatılan operasyonlar ile 200 kişi gözaltına alınmış, çok sayıda Müslüman tutuklanmıştı.
Malum medya ve sözüm ona İslami medya o dönem Hizb-ut Tahrir hakkında acımasızca hem habercilik ilkesini çiğneyerek hem de haber yapmada İslami ölçüleri hiçe sayarak karalama haberleri yapmış ve çamur at izi kalsın siyaseti güderek müslümanları töhmet altında bırakmıştı. İşte o davanın İstanbul ayağı 14. Ağır ceza mahkemesinde 24.01.2013 Perşembe günü görüldü ve mahkeme 19 kişiye toplam 119 yıl ceza verdi. Tabi ki duyarlılığı olan bazı İslami gruplar dışında bu konu haber dahi yapılmadı.
Yurt dışında yaşadığı için yüz yüze olmasa da kendisi ile “Demokrasi Tarihi Yalan” başlıklı sayıya yaptığım röportaj ve sonraki iletişimlerimden dostluk kurduğum Timeturk yazarlarından Oğuz Eser de bu konu hakkında Timeturk.com da “Müslüman Ülkelerin Hizb-ut Tahrir ile dertleri ne” başlıklı bir makale kaleme almış.1
Hizb-ut Tahrir hakkında yeterli bilgi birikiminin olmadığını açık bir şekilde yazısında da ifade eden Oğuz Bey, makalesini hazırlamadan internette Hizb-ut Tahrir hakkında gerekli araştırmayı yapma özverisini göstermiş. Oğuz Bey’e ciddiyeti ve duyarlılığı sebebi ile teşekkür etmek gerekir. Çünkü bizim mahallenin en köklü ve tirajı en yüksel gazeteleri dahi Hizb-ut Tahrir hakkında bir haber yapacakları zaman veya malum meşhur yazarlarımız Hizb-ut Tahrir hakkında bir yazı kaleme alacakları zaman, bırakın birinci elden bilgi almayı google’e dahi O’nu sormayı düşünmüyorlar. Resmi web sitelerine girmiş olsalar hakkında yeterince malumat edinecekleri bir kitle hakkında oldum olası Hizb-ut Tahrir ve fikirlerine mesafeli duran kalemşörlere mikrofonları uzatan gazete ve televizyon kanalları çok bizde.
Daha kısa bir zaman önce Yeni Mesaj Gazetesi yazarlarından Dr. Abdullah Terzi de “Suriye’ye savaşmaya gidenler” başlıklı bir yazı kaleme almış ve İslami cemaatler ile Hizb-ut Tahrir hakkında olmayacak iftira ve karalamalar ile asılsız iddialar ortaya koymuş.2 İsminin başında Dr. unvanı olmasına rağmen objektiflikten ve bilimsellikten yoksun köhne bir zihniyet ile Suriye’deki İslami kıyama nefretini kusmuş Abdullah Bey. Hizb-ut Tahrir’in Amerikan ve İngilizci olduğunu söyleyecek kadar öfke ve kin dolu kuru siyasi zihniyete sahip bu yazar 1995 de gerçekleştirilen Hilafet Konferansı sonrasında batının Hizb-ut Tahrir’i terör listesinden çıkardığını söyleme cehaletini gösteriyor.
Suriye meselesinde Haydar Baş ve ekibinin ehlibeyt kara kutusundan çıkıp bağımsız bir analiz ortaya koyamayan ve salt taklitçi bir yaklaşım sergileyen bu akademisyen Bey gibi daha niceleri var. Yazı yazarak “evini geçindirdiği” gazetenin düşündüklerini kendi köşesine aktarmayı hamaliye olarak görmeyip özgün analiz olarak değerlendiren çok uzman görürsünüz köşe başlarında. Bu sebeple Oğuz Bey’in Hizb-ut Tahrir hakkındaki bu özgün ve sade araştırması umarım diğerlerine örneklik teşkil eder.
Şimdi tekrar Oğuz Eser’in yazmış olduğu makaleye dönelim isterseniz. Oğuz bey, Hizb-ut Tahrir’li Müslümanlara hem Türkiye hem de diğer ülkelerde verilen cezaları sorgularken “Müslüman ülkeler neden Hilafet’ten korkuyorlar” ifadesini kullanıyor.
Açıkçası benim kalbimden ve gönlümden geçen Oğuz Bey’in bu ifadeyi “Hilafet korkulacak bir şey değil, Aksine Hilafet sevinilecek bir şey. Çünkü O Allah’ın dininin yeryüzündeki siyasi temsil ve yönetim erkidir. Ondan korkmayın aksine O’nun var olması için çalışın ve bunun için sevinin” Mefhumunda kullanmasıydı. Lakin Oğuz Bey, bu ifadeyi Hilafet’in yeniden kurulmasının imkânsızlığı ile ilişkilendirerek dile getiriyor. Ve aslında açık bir şekilde Hilafet’in yeniden kurulabileceğine inanmadığını ve bunun bir ütopya olduğunu ifade ediyor. Oğuz Bey’in bu düşüncesine saygı duyarım. Lakin Hilafet’in bir ütopya olmadığını, aksine çok yakın bir gerçek olduğunu Ortadoğu’daki son gelişmelerden de çıkarabiliriz. Özellikle Suriye’deki gelişmeler başından beri özgün bir araştırma ile incelenirse Hilafet’in aslıda Müslüman ülkeler için değil Batılı küfür devletleri için daha büyük bir tehdit oluşturduğunu görmüş oluruz. Hilafet’in yeniden ikame edileceğine ilişkin şer-i nassları ise bu kısa makalede inceleme ve delillendirme olanağımız yok. Ancak aslında işin asıl püf noktası Hilafet’in yeniden ikame edileceğine ilişkin Allah’ın vaadine ve Rasul’ün müjdesine inanmış olmaktır. İnandığınız o güçlü devlet yapısının pratik hayatta varlığını tasavvurunuz dev dünya devletlerini ve onların teknolojilerini sizin gözünüzde küçültecek ve basitleştirecektir.
Oğuz Bey, Hilafet’in Müslümanlar arasındaki ilk fitne olduğunu söylüyor. Eğer bunu Halifelerin seçilmesindeki tartışmalara binaen söylüyorsa unutulmamalıdır ki Hilafet yönetimi de beşeri bir yönetimdir. Yani Allah Rasul’ü hayattayken bile tartışmaların ve ihtilaflı konuların olduğu İslami hayatta Müslümanların birbiri ile ihtilaf etmelerinden daha doğal ne olabilir. İnsan beşeridir yönetimde beşeridir. Hilafet ile diğer gayri İslami sistemler de ortak nokta her ikisinde de yöneticilerin beşeri olmasıdır. Ancak Hilafet, Allah’ın hükmü ve şeriatı ile yönetilen bir sistem, diğer gayri İslami yönetimler ise beşerin hükmü ve iradesine bırakılmış sistemlerdir.
Dolayısıyla tabiî ki halife Allah’tan gelen bir vahiy ile yönetmeyecek. Allah’ın gönderdiği kitap ve Rasul’ün sünnetine göre yönetecek. Bu sebeple Hilafet hakkında papalık gibi ilahi bir teokrasi tezini ileri sürmek hatadır. Hilafet Allah adına yönetmek değil, Allah’ın hükümleri üzere insanların dâhili ve harici işlerini gütmek yani siyase etmektir. Ayrıca Hilafet’i bu yönü ile dünyevi bir şey olarak görmek, dolayısıyla da bunun dünyevileşmek olduğunu ve ahreti unutturduğunu söylemek çok daha feci bir hatadır. Çünkü İslam insanın amellerini dünyevi ve uhrevi olarak ayırt etmez. Ameller şer-i hükümler ile kayıtlıdır o kadar. Biz müslümanlar olarak şu amelimiz dünyevidir, bu amelimiz uhrevidir diye bir ayrıma gidemeyiz. Bu Hıristiyanlık felsefesinde olan bir şeydir. Bu sebeple Hilafet insanların kapsamlı bütün amellerinin pratiğe aktarılmasını sağlayan bir yönetim ve nizam erki ise O’nun varlığı dünyevileşmek olarak görülmemelidir.
Oğuz Bey’in “bir halife olsaydı ne yapardı” türünden sorusunun cevabı aslında bizim tarihimizde saklıdır. Bir Raşid Halife’nin varlığının ne anlam ifade ettiğini ecdadımız bizden daha iyi bilmiş ve yaşamışlardır. Bizim görebilmemiz ve yaşayabilmemiz için önce O Halife’nin var olması gerekir.
Son olarak Oğuz Bey’in “Müslüman ülkelerin Hizb-ut Tahrir ile dertleri ne? - Müslüman ülkeler neden Hilafet’ten korkuyorlar” şeklindeki sorularına kısa izahatlar yapmak isterim. Lakin bu kısa izahatlar doyurucu olmaz. Gelin hep birlikte Köklü Değişim Yayıncılıktan çıkan “Batılıların Gözünde İslam – Batılıların Gözünde Hizb-ut Tahrir” isimli kitabı okuyup bu konuda batılıların ne düşündüklerini ve Müslüman ülkelerin yönetimleri üzerinde nasıl etkin olduklarını görelim.
(1) http://www.timeturk.com/tr/makale/oguz-eser/musluman-ulkelerin-hizb-ut-tahrir-le-dertleri-ne.html
(2) http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12004264/