İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, DGM'ler ve Özel Yetkili Mahkemeler bunlar hepsi birbirinin devamı olan mahkemelerdi.
Hepsinin ortak yönü, savunma haklarının kısıtlanması, yargıladıkları kişileri devlet düşmanı olarak tanımlama, sanıklara düşman ceza hukuku uygulama ve yargıçlara “devleti koruyun” görevi verilmesiydi.
Devleti korumak adına bu mahkemeler insanlık onurunu hiçe saymıştır. Her türlü onursuz ve vicdansız kararlar bu mahkemeler eli ile siyasi olarak verilmiştir.
Cumhuriyet tarihi ile yaşıt olan bu haksız ve hukuksuz davaların, hangi iktidar gelirse gelsin tek bir açıklaması var; “iktidarda olanların, iktidara gelmesini istemedikleri ve gelmesinden korktukları kişileri cezalandırması.”
Türkiye’de sözüm ona İslamsız-İslamcı bir lider geldi. Yaptığı işlerden biriside DGM’leri kaldırmasıydı. Ancak yerine getirdiği Özel Yetkili Mahkemeler eli ile binlerce insanı mağdur etti. Yüzlerce vicdansız kararlara imza atıldı. Özellikle Yargıtay 9. Ceza Dairesi onlarca tartışmalı karara imza attı.
Sözde Özel Yetkili Mahkemeler kapandı ancak bu mahkemelerin temyiz mercii olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kapıları sonuna kadar açık ve verdiği şaibeli kararlardan dolayı binlerce insan mağdur olmaya hala devam ediyor.
Halka kumpas kuran ve bunları da ustalıkla yerine getiren bir iktidar ile karşı karşıyayız.
Yıllardır vesayet rejimiyle mücadele ettiğini söyleyen iktidar cenahı, eski egemenleri ipten alırken söz konusu Müslümanlar olunca nedense korkak davranmaktadır.
Türkiye’de iktidarın işaret ettiği tüm davalar istenildiğinde terör örgütü, istenilmediğinde kumpas kurulmuş mağdur durumuna düşüyor.
Örneğin; 17 ve 25 Aralık’ın verdiği korku ile Erdoğan, Fevzioğlu ile görüşüp Ergenekon ve Balyoz sanıklarının tahliye edileceği konusunda anlaştılar.
Şike davası sanığı Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım, suçu tamamen Cemaatin üzerine atarak böylece onanmış olan kararın yeniden görülmesi kararlaştırıldı.
Demek ki neymiş iktidar hukuku istediği zaman istediği şekilde uygulatabiliyormuş!
Hatta bazı fiilleri suç olmaktan bile çıkarabilirler. Çünkü onlar “kanun koyucu”.
Ancak ne hikmetse 16 yıldır cezaevinde türlü işkencelerle tutulan Salih Mirzabeyoğlu için aynı iradeyi bunca yıldır gösteremedi!
28 Şubat zihniyetinin mağdur ettiği Müslümanlar için aynı hassasiyeti göstermedi!
Aksine 28 Şubatçıları yargılar gibi yapıp, hepsinin tutuksuz yargılanmasına diyerek, darbecilerle de güya yüzleşmiş oldu.
Peki, Malatya davası, Umut davası, Sivas davası ve Hizb-ut Tahrir davası tüm bu davalarla ilgili yapılan hukuksuzluklar ne zaman ortadan kalkacak?
Kaldı ki; bu davaların bazıları bu iktidar döneminde haksız ve hukuksuz bir şekilde uygulanmıştır.
Herhangi suç unsuru olan bir fiil, daha yaşanmadan ceza verilmesinin hangi hukukta yeri vardır? Bu nasıl izah edilebilir?
60 yıllık mücadele döneminde İslami Parti Hizb-ut Tahrir, cebir ve şiddete başvurmamıştır. Ancak 60’a yakın despot rejimden ise kendisine yönelik sürekli cebir ve şiddet uygulanmıştır. Buna rağmen Hizb-ut Tahrir bir kere bile cebir ve şiddete başvurmayı düşünmemiştir.
Türkiye’de daha önce iki tane terör tanımlaması vardı.
Birincisi: Silahsız terör örgütü.
İkincisi: Silahlı terör örgütü.
Silahsız terör nasıl oluyor demeyin oluyor işte…
Hizb-ut Tahrir’e yıllarca “silahsız terör örgütü” olarak davalar açıldı, faaliyetleri engellendi ve ağır cezalar verildi.
Sonra bir gün denildi ki; “silahsız terör örgütü mü olur?”
Böylece terörün tanımı değişti ve silahsız, cebir ve şiddetsiz terör olmaz denildi.
Kurt sizi yemeyi bir kere kafasına koymuş!
Bu defada Hizb-ut Tahrir’in metodunda hiçbir değişiklik olmamasına rağmen “silahlı terör örgütü” kapsamına sokuldu.
Bu duruma Savcı N. Ahmet Saraç itiraz etti: “Sanıkların mensubu oldukları örgüt silahsızdır. Dolayısıyla onlara bu cezayı veremezsiniz dedi” ve dosya Yargıtay’a gitti.
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Nuri Düzgün, Savcı N. Ahmet Saraç’ın başvurusunu değerlendirdi.
Tüm cehtini ortaya koyarak, zorlayarak, hukuk adına, insanlık adına, vicdan adına ne varsa hepsini ayakları altına alarak şöyle bir ictihatta bulundu:
“Raşid-i Hilafet devletinin ihdasından sonra, Hıristiyan devletlerini cihat yolu ile kurulan hilafet devletine dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun hükmün onanmasına talep ve dosya tebliğ olunur” denildi.
24.09.2007 bu tarihten sonra 400’e yakın kişi yargılandı ve toplam 1838 yıl ceza verildi. Bu tarihten sonra yerel mahkemelerin lisan-ı halleri şöyle der gibiydi; “bizde biliyoruz sizin terör örgütü olmadığınızı ama Yargıtay 9. Ceza Dairesi sizin için terörist diyor.”
Hizb-ut Tahrir Davaları kapsamında;
Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla 5 ayrı dosyası bulunan Serdar Yılmaz, evet doğru okudunuz normalde bir insan bir kere üye olur. Ancak mükerrer bir şekilde dosyalar açılmaktadır. Hâkime, “beni 2001’de aldınız, 2003’de aldınız, 2005’de aldınız, 2009’da aldınız ve 2011 tekrar aldınız” deyip şu soruyu soruyor: “Tüm bu tutuklamalarda bana somut, suç unsuru olan bir tane fiil gösterebilir misiniz?”
Hâkimden çıt yok…
Yine Köklü Değişim Dergisi Koordinatörü Süleyman Uğurlu, Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla birçok kez cezaevine konuldu. En son alınmasında daha öncesinde taşındığı evine, polis tarafından silah konuldu. Üç yıl boyunca mahkemeden bu silahla ilgili parmak izi raporu istedi. Ancak üç yıl tutuklu kaldığı halde rapor gelmedi ama beklide bu dosyadan da yine ceza alacak.
Yine bu satırların yazarı hakkında, 2005 ve 2009 yıllarında Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla iki ayrı dosya açıldı. İki dosya da şuanda Yargıtay’da beklemektedir. Yargıtay’da ise dosyalar hakkında çıkacak kararlar bellidir.
Son olarak yine Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla tutuklanan Haluk Özdoğan‘ın Savcılıkta ifadesi alınırken “ne uzatıyorsunuz nasıl olsa bunlar tutuklanacak” denilmiştir.
Hani argoda; “ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belli” denir ya… Bu tip mahkemeler sanığı karşısına aldığı anda ne diyeceği bellidir.
Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla daha yüzlerce kişi aynen yukarıda belirttiğim şekilde haksız ve hukuksuz bir şekilde ya cezaevinde ya da birçoğunun dosyası Yargıtay aşamasındadır. Yine Umut davası, Sivas davası, İhya-der davası, Yakup Köse, Mirzabeyoğlu ve Malatya davası gibi birçok dava geçte kalsa bu hukuksuzluğun kalkmasını beklemektedir.
Hükümet, Ergenekon, Balyoz, Şike, 28 Şubat, 17 ve 25 Aralık davalarına gösterdiği hassasiyeti, tek suçları İslami Davet çalışması yapmak olan Müslümanlara da göstermelidir. Her şeyi Cemaatin üzerine yıkarak kendisini temize çıkaramaz. Hükümet tüm bu hukuksuzlukların üzerini örtemez.
Aynı zamanda Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla hükümlü yatan Bülent Pamuk’un, ne kanser olan çocuğuna, ne de kıyamet gününde Allah Subhanehu Ve Teala’ya bunun hesabını veremez.
Allah hesabı çabuk görendir**.** (Nur 39)