Haberturk Gazetesi Yazarı Murat Bardakçı, 11 Eylül 2013 ve 16 Eylül 2013 tarihlerinde “Hilafet Rüyası” ve “Hilafet ve Vatikan” başlıklı olmak üzere iki yazı kaleme aldı. Söz konusu makaleleri yazmaya kendisini iten sebep olarak ise Hizb-ut Tahrir’in Fatih Camiinde yaptığı basın açıklamasında açılan pankartlar, toplantı yerlerinde ve insanlarla görüşmelerinde kendisine sorulan, Hilafet sorularından kaynaklandığını, ifade etmektedir. Halife ve Hilafet’in kurulması ile alakalı makale başlığından da anlaşılacağı üzere onu hayal olarak ifade etmekte ve son makalesinde şöyle demektedir; “… bana Kur’an’da Hz. Muhammed (SAV)’in ardından Halife’lerin gelmesi gerektiğini emreden tek bir ayet gösterin, Hilafet konusundaki bütün düşüncelerimi bir tarafa bırakır ve emin olun en sıkı Hilafet’çi ben olurum” demektedir. Bizde Murat Bey’in bu ifadesine binaen Hilafet-Halife ile alakalı Şer-i delilleri, Halife ve Papa karşılaştırması ve Hilafet hayal midir? Başlıkları altında kendisine cevaplar vereceğiz.
Yazar ilk makalesinde şöyle demektedir; … “hilâfet müessesesi artık sadece bir hayalden ibarettir.”
Murat Bardakçı'nın öncelikle Hilafet’in “artık bir hayalden ibaret” olduğunu düşünmesi normaldir. Çünkü bu çağda yaşayan insanlar, İslâm'ı tam tatbik eden İslâm Devleti'ni idrak etmedi. Ancak onun kalıntılarını gördüler. Onun için İslâmî yönetimin suretini zihinlerinde, hafızalarında canlandırarak vakıaya hakim kılan Müslüman’a rastlamak zordur. Zira genellikle İslâm’ın yönetimini ancak, İslâm topraklarının tamamında hakim olan fasid (çürük) demokratik nizamlarda gördüğü ölçü içerisinde tasavvur edebilmektedirler.
Ancak, İslâm Devleti, heva ve hevesten kaynaklanan bir arzu değildir. Bilâkis o, Müslümanlar üzerine Allah'ın kıldığı bir farzdır. Allah, Müslümanlara onu kurmalarını emretti. Eğer onlar muktedir oldukları halde, bu farzın edasını geciktirirlerse, Allah onlara azabının var olduğunu bildirdi. Müslümanlar, izzetin; Allah, Rasulü ve mü’minlere ait olmadığı beldelerde yaşamakla Rablerini nasıl razı edebilirler? Onlar; ordular techiz edecek, İslâm'ın surlarını koruyacak, Allah'ın koyduğu hadleri uygulayacak, Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek bir devlet kurmadıkları halde, Allah’ın azabından nasıl kurtulabilirler? Bunun için, Müslümanların İslâm Devleti'ni kurmaları katiyetle zaruridir. Zira devlet olmadıkça İslâm’ın etkin varlığı yok demektir.
İslam bir ideoloji olup, kendisinden hayatın bütün müşküllerini tedavi eden bir nizamın çıkmış olduğu bir akide olduğu için; hükümleri yürürlüğe koyan ve işleri yürüten yönetim, İslam'ın hükümleridir. Yönetimin kurulmasını farz kılan deliller, Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyi icap ettiren ayetlerdir. Ayrıca Allah Subhanehu’nun emrettiği teşriyi (yasayı) uygulamayı gerektiren ayetler de yönetimin tesisine delalet eden delillerdir.
Bu ayetlerden bir kaçını gösterelim :
Onların aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet (yönet). Sana gelen hakkı bırakıp onların heva ve heveslerine uyma. (Maide : 48)
Onların aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet, heva ve heveslerine uyma. Sana indirilenin bir kısmından bile seni vazgeçirmelerinden sakın. (Maide : 49)
Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, kafirlerin ta kendileridir. (Maide : 44)
Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan ihtilafta (çekişmelerde) seni hakem kılmazlarsa mümin olmazlar. (Nisa : 65)
Bunların dışında onlarca ayet, direk hüküm etme veya yönetme ile ilgilidir. Bunun yanı sıra siyasetle, harple, cezalarla, içtimai (sosyal) hayatla ve sivil hayatla ilgili sayılamayacak kadar pek çok ayet vardır. Bunların hepsiyle insanlar ve işleri yönetilsin diye. Ve onların üzerine uygulanarak infaz edilsin diye bu ayetler indirildi. Gerçekten bütün bu ayetler pratik olarak Resulullah (S.A.S) döneminde, Raşidi Halifeler döneminde ve ondan sonra gelen Müslümanların yöneticileri döneminde uygulanıp infaz edildi. Bu gösteriyor ki; hükümleri infaz eden ve insanların işlerini yürüten otorite veya yönetim İslam'dan bir parçadır. Bu yönetim, insanların işlerini İslam'la yönetmezse ve onların çıkarlarını İslam hükümlerine göre gerçekleştirmezse İslami bir yönetim olmaz. Allah'ın indirdiği nizamları, yasaları ve hükümleriyle hükmetmenin farziyeti, bunları yürürlüğe koyan bir otoritenin kurulmasını icab ettirir. Bunun manası; yönetim ve sultanın otoritesini kurmaktır. Bunun aynısı şu ayetlerde geçen Vilayet-i emr otoritesi ve Ulul-emr otoritesidir :
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resulüne ve sizden olan ulul-emre itaat edin. (Nisa: 59)
Onu (herhangi bir işi) Resule ve kendilerinden olan ulul-emre götürselerdi. (Nisa: 83)
Murat Bey'e Hilafet’in kurulması için çalışmayı “ölüm kalım” meselesi olarak gören Hizb-ut Tahrir’in kurucusu Takiyyuddin En Nebhani’nin şu ifadesi ile bu bahsi kapatmak istiyorum.
İslâm Devleti; hayalden, rüya görmekten, sayıklamaktan ibaret değildir. Çünkü o, 13 asır boyunca tarihin her tarafını tamamen kaplamıştır. Bu, bir hakikattır. İslâm Devleti, geçmişte böyle idi yakın bir zaman içinde yine öyle olacaktır. Çünkü onun var oluş faktörleri, kötürüm kimsenin onu inkâr etmesinden ya da onu yıkmak için hazırladığı kuvvetten daha kuvvetlidir. Zira artık günümüzde aydın akıllar onunla dolmaktadır. Çünkü o, İslâm'ın izzetine susamış İslâm ümmetinin arzusu, ideali durumundadır. (İslam Devleti Kitabı)
Murat Bey, ilk makalesinin devamında şöyle demektedir; … “Hilâfetin iki temel unsuru vardır: Hilâfet makamında oturan zâtın “kılıç sahibi olması”, yani gücü elinde bulundurması ve Sünnî dünyasının o kişiye biat etmesi, yani tanıması ve bağlanması” gerekir.
Murat Bardakçı'nın yukarıda ki ifadesi kısmen doğrudur. Bir kimse halife olabilmesi için İslam hükümlerini yürürlüğe koyabileceği bir memlekete hakim olmalıdır. Bu memleket de şu dört şarta sahip olmalıdır. Bunlar:
1- O memleketin sultası (otoritesi) olup, sadece Müslümanların gücüne dayanmalıdır. Kafir bir devletin gücüne veya nüfuzuna dayanmamalıdır.
2- O memleketteki Müslümanların emniyeti, küfür emniyeti altında değil İslam emniyeti altında olmalıdır. Yani oranın iç ve dış güvenliği İslam otoritesi ile olmalıdır.
3- İslam'ı uygulamaya hemen geçmeli, bu uygulama kapsamlı ve inkilabi olarak tam bir uygulama olmalıdır. İslam Davetini de yüklenmeye hazırlanmış olmalıdır.
4- Kendisine biat edilen halife, in'ikad (halifeyi belirleme) şartlarına sahip olmalıdır.
Murat Bardakçı ikinci makalesinde ise şöyle demektedir: “bana Kur’an’da Hazreti Muhammed‘in ardından halifelerinin gelmesi gerektiğini emreden tek bir âyet gösterin, hilâfet konusundaki bütün düşüncelerimi bir tarafa bırakır ve emin olun en sıkı hilâfetçi ben olurum!”
Murat Bey, bir Müslüman olarak şunu söyleyemez ben Kur’an’da geçerse kabul ederim geçmez ise kabul etmem. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de kesin bir şekilde emrettiği hükümleri infaz eden ve insanların işlerini yürüten otorite veya yönetim İslam'dan bir parçadır. Bu yönetim, insanların işlerini İslam'la yönetmezse ve onların çıkarlarını İslam hükümlerine göre gerçekleştirmezse İslami bir yönetim olmaz. Bunu ise ancak İslam’ın yönetim şekli olan Hilafet Devleti’nde bir Halife uygular.
Şeriat, İslâm ümmetine kendisine bir Halife nasbetmesini (belirlemesini) farz kıldığı gibi Halifenin belirlenmesi meselesini de Kitap, Sünnet ve Sahabe icmâ'ı yolu ile belirlemiştir. Halifeyi belirlemenin yolu biattır ve Müslümanlar Allah'ın kitabı ve Rasulullah'ın Sünneti üzere yürüyecek bir Halife adayına biat ederek Halifeyi belirlerler. Halifeyi belirlemenin biat yolu ile oluşunun delili ise sahabenin Rasulullah'a bizzat biatları ve Rasulullah'ın da bizlere; bir imama biat etmemizi emretmesidir.
Sahabenin Rasulullah'a biatını inceleyecek olursak görürüz ki, sahabenin Rasul'e biatı onun peygamberliğine (nübüvvetine) değil devlet reisliğine dairdir. Yani peygamberliğini tasdik (inanmak) üzerine yapılan bir biat değil; kendilerini yönetmesi üzerine bir biattır ve onun devlet reisliği böylelikle tescil edilmektedir. Öte yandan onun peygamberliğini ve risaletini kabul edip açıkça ilan etmek biat değil imandır. Bu da yapılan biatın onun devlet başkanlığını tasdik anlamına geldiğini göstermektedir. Kur'an ve hadiste "biat" zikredilmiştir. Allahu Teâla buyurmuştur ki:
Ey Rasulüm; mümin kadınlar hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını öldürmeyeceklerine, iftira edip birbirlerinin üzerine atmayacaklarına, hiçbir marufta sana isyan etmeyeceklerine dair biat etmeye geldiklerinde onların biatını al. (Mümtehine 12)
Sana biat edenler var ya; muhakkak ki onlar Allah'a biat ediyorlar. Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. (Fetih 10)
Ubade b. Samit'ten rivayet edilmiştir ki:
Rasulullah (s.a.v)'e zor ve kolay günlerimizde işitip itaat edeceğimize, idareciler ile (idareyi ele geçirmek için) tartışmayacağımıza, halkın kınamasından korkmayıp sadece Allah'tan korkarak hakkı her yere taşıyıp söyleyeceğimize dair biat ettik. (Buhari Kitabu'l Ahkam c. 8 S. 122 Bab 43, Müslim c. 6 s. 14, Nesei c. 2 s 180)
İşte tüm bu deliller ışığında bir Halife’ye biat etmenin farziyeti ortaya çıkmaktadır. Ki Rasulullah (SAV) vefatından sonra sahabenin önde gelenleri bu konuda hiçbir şekilde ihtilaf etmemişlerdir. Hilafet’in nasıl kurulacağı konusu ise başka bir yazının konusu. Şimdi Murat Bardakçı sıkı bir Hilafet’çi olacak mı?
Murat Bey’in ikinci makalesinde değindiği bir diğer konu ise “Hristiyan dünyasının nasıl bir Papa’sı varsa, İslam âleminin de Halifesi olması gerekir imiş!” gibi kendisine gelen tepkilere verdiği cevap.
Murat Bey’in bu konuda ki tahlili doğrudur. Halife’nin hiçbir etkisi ve yetkisi olmayan Papa ile kıyaslanması doğru değildir.
İslam Devleti ilahi bir devlet değil beşeridir. Onun işlerini üstlenen ve yürüten imam veya halifedir. Bunlar beşerdir. Kutsallığa sahip olmadıkları gibi masum de değildirler. Onları halifelik makamına getirme ve tayin işi Allah tarafından değil ümmet tarafından gerçekleştirilir. Allah otoriteyi ümmete verdi. Böylece ümmet halifeyi tayin eder ve ona biat verir. Allah’ın Rasulü (SAV) şöyle buyurmuştur;
Kim bir imama biat edip avucunun ve kalbinin meyvesini verirse, gücü yettiği kadar ona itaat etsin." (Müslim)
Yine şöyle buyurmuştur: Kim boynunda bir halifeye biat bulundurmadan vefat ederse, cahiliyye üzerine ölür. (Müslim)
Halife, şeriatı yürürlüğe koymada ümmetin naibidir (vekilidir). Bu nedenle Hilafet makamına geçen şahıs, yönetim ve otoritenin bütün yetkilerini üstlenir, nizam, kanun ve hükümlerini benimseme hakkına sahiptir. Halife bir beşer olduğu için hata edebilir, unutabilir, bundan dolayı kendisi masum değildir. Ancak Resul ve Peygamberler masum olurlar.
Şüphesiz imam bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur. (Müslim)