Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra İslâm beldelerinde savaş, işgal, katliam, sömürü ve sürgün yaygınlaştı. Öyle zulümler oldu ki insanlar doğdukları toprakları terk etmek zorunda bırakıldılar. En sevdikleri insanları gözlerinin önünde kaybeden, evleri, bağları, bahçeleri tarumar edilen, üzerlerine bombalar yağan, bilmedikleri yerlere gitmek zorunda kalan ve oralarda da birçok zorluğa rağmen hayata tutunmak isteyen Müslümanlara dünyanın sunduğu tek tercih; zulüm altında bir hayat ya da ölümdü.
Birleşmiş Milletler raporuna göre 2018 sonu itibarıyla ülkelerindeki savaşlar, çatışma, iç karışıklıklar ve zorlu yaşam şartlarından kaçan insan sayısı dünya genelinde 71 milyona ulaştı. Her gün bu nedenlerden dolayı yüzlerce insan yerini yurdunu terk ediyor. Kapitalizm onlara yaşam hakkını çok görüyor. Bu muhacirlerin yarısını çocuklar oluşturuyor. Sadece geçen yıl çoğunluğu Afgan ve Suriyeli ailelerinden ayrı 111 bin çocuk, 70 farklı ülkeye sığınma başvurusunda bulundu…
Muhacirlerin sayıları milyonlar ile ifade ediliyor ancak yaşadıkları büyük mağduriyetlere rağmen dünyanın umurunda bile değiller… Dünya, 15 gündür savaştan kaçmış fakir, muhtaç, ekmeği bile olmayan çocuk, kadın ve yaşlı muhacir kardeşlerimize “medeni” denilen Avrupa’nın talimatı ile Yunan devletinin zulümlerini izliyor. Gündeme girmesinin asıl sebebi ise yaşadıkları değil, bu haberlerin siyasi planları…
Yunan polisi sınırı geçenlerin eşyalarını, paralarını gasp ediyor, soğukta elbiselerini soyuyor ve işkence edip geri gönderiyor… Hamile kadınlara bile kurşun sıkılıyor, küçücük çocuklar dövülüyor, üzerlerine gaz bombası, plastik ve gerçek mermi atılıyor, soğuk su, tellere tırmananların yüzüne kaynar su dökülüyor, denizdeki içi insan dolu botlar mızrak ve mermilerle delinmeye çalışılıyor, motorları bozularak ölüme terk ediliyorlar...
Tüm Avrupa Yunan polislerinin yaptıklarını sinsice seyrediyor ve destekliyor… Liderler zirve toplantılarında çeşit pazarlıklar yapıyor ancak muhacirler için somut tek bir adım atılmıyor. Muhacirlere yaşam hakkını çok gören Yunanistan ise 500.000 Euro’yu sınırdaki ek güvenlik önlemleri için harcıyor.
Sadece Yunanistan değil tüm Avrupa vahşi yüzünü gösteriyor. Tüm teröristleri koruma kalkanı ile koruyan Avrupa devletleri söz konusu canlarını korumak isteyen muhacirler olunca duvarlar örüyor. Berlin duvarının yıkılmasından 30 yıl sonra mültecilere özel 20 farklı Avrupa ülkesinde tel örgü ve duvarlar örüldü. Bu tedbirler Berlin duvarından 6 kat daha büyük. İspanya Afrika ve Fas sınırlarına; Yunanistan ve Bulgaristan Türkiye sınırına; Macaristan, Sırbistan, Avusturya İtalya sınırına; Slovenya Hırvatistan sınırına; Estonya, Letonya, Litvanya Rusya sınırına; Fransa İngiltere sınırına jiletli, dikenli tel çekmiş durumda…
Muhacirlerin yaşadıkları Suriye’deki mağduriyetlerle daha fazla gündeme gelse de aslında bu sorun birçok beldede uzun zamandır yaşanıyor. Batı’nın sömürgeci emelleri için çıkardıkları savaşlardan canlarını korumak için başta Doğu Türkistan, Arakan, Afganistan, Filistin, Libya, Somali, Irak gibi birçok İslâm beldesindeki Müslümanlar muhacir oldular. Son beş yılda dünyada açıklanan rakamlara göre 22 bin, bazı kaynaklara göre ise 25 bin kişi denizde boğularak öldü.
Mülteciler hem kurban hem de silah olarak kullanılıyor. Sadece bu açıdan bile baksak bu büyük bir zulüm. Muhacirlere yönelik ırkçı, milliyetçi ve menfi bir düşmanlık sürekli işleniyor. Her şeylerini kaybetmiş bu insanlara duyulan bu öfke, kin ve düşmanlığın izahı mümkün değil. Bundan daha kötü olan ise muhacirlerin insanlık dışı yaşadıklarını maalesef kanıksadık, alıştık, tepki vermiyoruz. “Soğukta, sokaklarda kalan insanların yaşadıkları” düşünülüyormuş imajı veren kelimeler ile başlayan “ama …” “fakat …” “lakin …” ile devam eden cümleler “dünya böyle ne yapalım!” ile normal kabul ediliyor.
Bu yapılanlar kamera önünde küçük bir hayvan topluluğuna yapılsaydı dünya ayağa kalkar, kınama ve yaptırım kararları alınır, meydanları hayvan hakları savunucuları doldurur, duygusal haberler gündemi günlerce meşgul eder, sorumluluklar hatırlatıldı… Peki, mazlum insanlara yapılan bu zulümler karşısında çocuk haklarından, kadın haklarından, insan haklarından bahseden yalancılar neredeler? Ne zaman harekete geçecekler?
Almanya ve diğer Avrupa devletleri vahşiliklerini güya örtmek için “Mültecilerin küçük çocuklarını alalım” diyorlar. 14 yaşın altında 1500 çocuk alabileceklerini söylüyorlar. Anne ve babalarını öldürdükleri çocukları hizmetlerinde çalıştırmak, dinlerini değiştirmek için açık talepte bulunuyorlar. 2011 yılından bugüne kadar Almanya’da 10 bin, Avrupa genelinde 100 bine yakın muhacir çocuk kaybolmuş. Canlarını korumak isteyen muhacirlerin çocukları organ mafyası, insan kaçakçıları tarafından mı kaçırılmış, eşcinsel çiftlere evlatlık olarak mı verilmiş yoksa fuhuş sektöründe mi çalıştırılıyor, kimse bilmiyor!
Ümmetin yetimleri kimin umurunda!
Müslümanlar bu çocukların vebalini nasıl ödeyecekler? Üzerlerine bomba yağan, şehirleri harap edilen bu insanlara ensar olmayan Müslümanlar ne zaman harekete geçecek? Devletlerin ördüğü duvar misali kardeşliğimizin önündeki duvarları ne zaman kaldıracağız? Misafir edilen milyonlarca muhacir kardeşimizi bazen “ensar olmanın göstergesi”, bazen Avrupa’yı tehdit vesilesi ve yardım fonu şimdi ise “hâlledilmesi gereken sorun” olarak gören güç ve kuvvet sahipleri bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler? Yunanistan ve diğer Avrupa devletlerini eleştirenler, kendi ülke sınırlarını mayınlardan temizledikten sonra yeni güvenlik duvarını neden ördüler? Sadece teröristler engellenecekse, İdlib ve diğer bölgelerden gelen muhacir kardeşlerimiz neden ülkemize alınmıyor?
Bir kez daha gördük ki, Batı hiçbir zaman uygar olmadı. Muhacirleri bu hâle getiren sömürgeci devletler ise batıl nizamlar üzerine inşa edilmiş ABD, AB, Rusya, Çin, Hindistan ve Yahudi varlığı gibi ülkelerdir. Bu yüzden bugün Amerika ile müttefik olmak, Rusya, terör devleti “İsrail” ve Çin ile dost olmak, Batılı devletlerle dostluk anlaşmaları yapmak, onların katlettiği Müslümanları sahipsiz bırakmak, mazlumları sınır dışı etmek, yapılanlara sessiz kalmak büyük vebal ve zulümdür.
Hepimiz şu fani dünyada garip bir yolcuyuz. Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz. Allah Rasulü’nün müjdelediği gariplerden olmak zorundayız. İnsanların belirlediği ölçüler ile değil Allah’ın emir ve nehiyleri ile hareket etmeliyiz. Bu yüzden “mülteci” değil “muhacir”, “göçmen” değil “kardeşlerimiz” demeli ve bu sorumluluk ile hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki hiç kimse yaşadığı yeri terk etmek istemez. Üzerine bomba düşen kardeşlerimiz sığınacak bir liman için ölüm-kalım mücadelesi veriyorlar. Suçlanması gerekenler bu sistemler ve güç sahipleridir; can ve mallarını korumak isteyen muhacirler değil!
Biz, hicret eden bir peygamberin ümmetiyiz. Mekke’de iman edenler Allah yolunda hicret ettiler. “Hicran” kökünden gelen “hicret”, eziyet gören ve sabrederek başka yol arayan muhacirlerin amelidir. Biz, topraklarımız, canlarımız, kanlarımız, namuslarımız, barışımız ve savaşımız tek bir ümmetiz. Her sözü rahmet, hayat olan Allah Rasulü’nün şu hadisini 70 milyondan fazla kardeşi muhacir olmuş Müslümanlara bir kez daha hatırlatmak istiyorum:
اَلْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ. لاَ يَظْلِمُهُ وَ لاَ يُسْلِمُهُ، مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ كَانَ فِى للهُ حَاجَتِهِ، وَمِنْ فَرَّجَ عنْ مُسْلِمٍ كُرْبَاةً فَرَّجَ اللهُ عَنْهُ كُرْبَاةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَ مَنْ سَتَرَ مُسْلِمً سَتَرَهُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[Buhari, Müslim]
Tüm mazlum ve masumların haklarını koruyacak İslâmi hayatı tatbik edecek Râşidî Hilâfet Devleti’dir! Rabbim insanlığı onunla izzetlendirsin…