Müzmin Bir Söylem: “Ortadoğu Bataklığı”
20 Kasım 2023

Müzmin Bir Söylem: “Ortadoğu Bataklığı”

Türkiye’de her zaman Batı’yı takdis ve halkı sürekli tahkir eden mankurtlaşmış Kemalist sığ aklın siyasal söylemi olan “Ortadoğu Bataklığı”, son zamanlarda Batı’nın devşirdiği sekülerizm çukuruna düşen yerli oryantalistler tarafından da sık sık dillendirilmeye başlandı. Sanki kendileri bu coğrafyada değil de başka bir coğrafyada yaşıyormuş ya da uzaydan gelmişçesine kendilerini yaşadıkları coğrafyadan soyutlayan bu zevat, tüm olumsuzlukları “Ortadoğululaşmak” kavramına hamlederken tüm güzellikleri, erdemleri ise “Batılılaşma” ile ilişkilendirir. Dış siyaset değerlendirmesini “misak-ı milli” edebiyatı ve ırkçılık sığlığından öteye taşıyamayan, Batı’ya bağımlı kukla bir devlet kabulü üzerinden “Batıdan kopuş/Ortadoğu bataklığına saplanış” feveranı ile patolojik ataklarına şahitlik ederiz, yine bu zevatın.

Bu siyasal nefret söylemi, şişede durduğu gibi durmuyor. Halk tabanında, büyük bir Arap nefretine ve İslâm düşmanlığına dönüşüyor. Bu düşmanlık, kutsallaştırdığı kurtarıcı “ulu önder” ikonu ile birleştiğinde zihni dumura uğrayan, hayal ile gerçekliği ayırt etmeyen, papağan gibi tarihî yalanları tekrarlayan yığınlar oluşturuyor. “Araplar bize ihanet etti”, “bedeviler” ve “çöl” replikleri ile bu düşmanlık, daha da şişiriliyor. Kendileri için bir tabu, dogma haline getirdikleri İngilizlerin değer, sistem ve adamlarına en küçük bir eleştiri yapıldığında ise foseptik çukuruna dönüşen zihinler ve ağızlardan, sadece galiz küfürler sadır oluyor. Bu zihniyet, Batılı güçlere karşı Ortadoğu halkları ile birlikte mücadele edildiği halde bugün Batı’yı kıble ve Batılıları dost edinmişken Arap ve Kürtlere karşı da nefret ve düşmanlıkta sınır tanımaz hale gelmiştir. Örneğin; Arapça ve Kürtçe konuşulduğunda şeytan çarpmışa dönerken İngilizce kendisine küfredilse bile bunu övgü kabul eder.

Peki, ulus-devlet refleksi ile, “eksen kayması” fobisi ile hareket eden Batı aşığı siyasal mütegallibe taife ve omurgasız muhafazakârlığın ürünü oryantalizmin yerli versiyonlarının ağızlarına sakız yaptığı “Ortadoğu Bataklığı” müzmin söyleminin gerçekliği/vakıası nedir?

Öncelikle aklı işlevselleştirmek için şu soruyu sormak lazım: Ortadoğu’yu dünyanın ateş çemberi haline getiren, bir kan gölüne, “bataklığa” çeviren kimlerdir?

Osmanlı'nın yıkılışından sonra dünyadaki İngiliz egemenliği ve ona karşı bu egemenliği ekarte etmeye çalışan ABD'nin, Ortadoğu'daki siyasi hegemonya mücadelesi, Ortadoğu'da akan kanın temel sebebidir. “Bundan önce de kan aktığını” ifade edebilirsiniz fakat bu sadece Ortadoğu’da değil dünyanın her yerinde süregelmiştir. Bunun parametreleri değişkenlik arz etmiştir. Odak noktası ise siyasal egemenlik sağlama çabasıdır. Son yüzyılda bu çatışmalar Ortadoğu’da yoğunlaşmıştır. Zira kendi ülkelerinde kurdukları düzenin, huzurun devamını Ortadoğu’da akacak kanın ve kurdukları sömürü düzeninin işlemesine bağlı kılan kapitalist küresel sistem, kan ve gözyaşı üzerinden kendi iktidarını tesis etmiştir. Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanan gasıp Yahudi varlığı için ABD Başkanı Biden’ın "İsrail var olmasaydı dahi onu icat etmemiz gerekirdi." ifadesi, bunun sadece bir delilidir.

Bu sömürgeci kafirler, Osmanlı'nın yıkılışından sonra Sykes Picot Antlaşması ile Ortadoğu’da toprakları parçalara ayırıp “bağımsızlık” adı altında kendi ajanlarını yerleştirdikleri kukla yönetimler inşa ettiler. Müslümanlar arasına suni sınırlar çizdiler, bu suni sınırlar arasına da sorunlu bölgeler oluşturdular. “Böl-parçala-yönet” siyaseti ile yıllarca Ortadoğu’da terör estirdiler. Kendi siyasal düzenlerini kabul etmeyen herkesi de düşmanlaştırarak “terörist” etiketi vurup yok etmeye çalıştılar. Bugün Hamas’a “terörist” demeleri veya Batı’nın ideoloji ve yönetim nizamlarını reddeden İslâm’ın siyasal rejimini şiddetten ari bir şekilde İslâm ümmetine büyük bir proje olarak sunan Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu tarz söylemlerde bulunmaları buna örnek verilebilir.

Ortadoğu’da kitapları ve kıbleleri bir olduğu halde, bu kanın aktığını ifade edip bunun üzerinden Müslümanları eleştirenler şu hakikati göz ardı ediyorlar: Kitabın ve kıblenin bir olması pratikte bir netice doğurmaz. Bu sadece inançsal düzlemde bir anlam ifade eder. Kitap ve kıblenin birliği eğer bir siyasi birliği doğuracaksa bu Ortadoğu’daki dengeleri değiştirebilir. Bu birlikteliğin açığa çıkması, emperyal güçlerin Ortadoğu’daki sömürü ve egemenliğinin yok olması, tarihin farklı bir mecrada akmasını doğuracaktır. Egemen güçler bu hususu çok iyi bildiklerinden bölünmüş devletler arasına sorunlu bölgeler, kendilerine bağlı diktatör rejimler, Ortadoğu’nun kalbine saplanmış bir hançer olan “İsrail” ve bölgede Sünni kahir ekseriyete karşılık Şii hilali oluşturarak sorunlu, kaotik bir coğrafya inşa etmiştir. Yeri geldiği zaman kendi kuklası Suud rejimi ile yeri geldiğinde gizli müttefiki İran üzerinden Ortadoğu’da bir mezhep savaşı varmış gibi bir algı oluşturmaya çalışsa da işin aslı öyle değildir.

ABD için önemli olan Şiilik veya Sünnilik olguları değildir. Aslolan kendisine ve ortaya koyduğu siyasi çizgilere riayet edecek kukla, ajan yöneticilerin olmasıdır. Örneğin; Yemen’de yerel unsurların kullanılmasıyla gerçekleştirilen savaş, devletlerarası bir egemenlik çatışması iken bunu bir iç çatışma/mezhep savaşı olarak lanse etmeye çalışmışlardır.1

Irak’a demokrasi götürülürken yapılan katliamların veya Mısır’da favori diktatörleri Sisi eliyle gerçekleştirdikleri kanlı darbenin faili meçhul mu?2

Suriye’de katil Esed rejiminin NATO koalisyonunun desteği ile on yıldan fazladır yaptığı katliam, bir “iç savaş” olarak nitelendirilmiştir. Ama Nusayri rejimin kurulması ve ayakta tutulması için yapılan soykırımlarda birincil müsebbibin, Batılı devletler olduğu gerçeği göz ardı edilmiştir.3

Küresel emperyalizmin yönetim ve kanunlarının egemen olduğu ülkelerde meydana gelen savaşlar iyi bilinmelidir ki; Müslümanların ve İslâm’ın savaşı değildir. Etnik temelden devletlerin inşa edilmesi; diğer etnik kimliklerin asimilasyonu, katliam, sömürü vb. birçok sorunu doğurduğu hakikattir. Bu milliyetçilik temelinde bağımsız devletlerin inşasının, Batı’nın, halklar üzerinde temel hegemonya aracı olduğu, siyasi tarih bilenler ve okuyanlar için açıktır. Etnisitenin yüceltilme ve etnik kimlik üzerinden devletlerin inşası, İslâm nazarında gayrimeşru iken bu kurulan milli, seküler devletlerin yaptığı cürümler, İslâm'a mal edilemez. Halkın çoğunluğunun Müslüman olması erkin/otoritenin Batı menşeli yönetimler ve kukla rejimler olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Kendini “aydın” sanan fakat Batı’nın karanlık vizyonundan öteye gidemeyen ve saplantılı bir şekilde Müslümanları suçlayanlar; Müslümanları(!) tanınmaz hale getirip ifsat edenin de onlar üzerine tatbik edilen seküler, oportünist Batı tandanslı nizam ve fikirler olduğunu analiz etmekten de acizdirler. Fail her defasında laik rejim olduğu halde idam sehpasına çıkarılan İslâm’dır.

Bu yazılanlar, salt bir Batı düşmanlığı yapma veya topu taca atma çabası değildir. Müslümanların da hataları ve yaşadıkları coğrafyanın bu elim hale gelmesinde elbette sorumlulukları vardır. Bu hata, her defasında aynı düzeni tatbik edecek olan fakat yüzleri/adları farklı kişileri seçme “oy”ununa alet olmalarıdır. İnandıkları dini yeryüzüne/Ortadoğu’ya hâkim kılmak için güçlü bir irade ortaya koymamalarıdır. Fakat bu mesuliyetin yerine getirilmemesi, kötülüklerin asıl failini temize çıkarmayacaktır.

Bir diğer husus; Ortadoğu karşıtlığı üzerinden “Kıblemiz; insanlık, insanca barış ve huzur içinde yaşamak olmalı." temennisinde bulunanlar şunu anlamalı ki; bunlar hümanist fantezi söylemlerden öteye gitmez. “İnsanlık” dediğiniz şey, binlerce çocuk acımasızca bombalanıp katledilirken bu katliamı savunan Avrupa ve Batılı devletlerin eliyle enkaz altında kalmıştır. Batılı devletler Ortadoğu ve Afrika'daki bütün zenginlikleri sömürüp bu sömürü düzenini devam ettirecek ayrıcalıklı mütegallibe, dikta yönetimler eliyle katliamın her türlüsünü icra ederken bunu alkışlayan bir insanlık(!) ile barışı, ancak Kafdağı’nda bulabilirsiniz.

Zihni dumura uğramış Türkiye entelijansiyası ile Sol jargonun dar kalıplarına sıkışmış “yorgun demokratların” ağzına pelesenk olmuş "Ortadoğu kan gölü" ve “Ortadoğu bataklığı” söylemleri ancak içlerine düştükleri ağır aşağılanma ve eziklik psikolojisinin dışavurumudur.

Ortadoğu’ya huzur ancak Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Batı medeniyeti/küresel emperyalist sistem ile hesaplaşma ve Batı’nın kuklalığını yapan yönetimlerin izale edilip adaletin, hakkın, refahın ve huzurun teminatı olan Râşidî Hilâfet Devleti ile gelir.

__________

Footnotes

  1. Yemen'deki Geçici Ateşkes Gerçeği: Konseyin Oluşumu ve Yetkileri, hizb-turkiye.com

  2. Siyasal İslam Mısır’da Daha Başlamadan Yok Edildi!, Köklü Değişim Dergisi

  3. Suriye’nin Dünü Bugünü, Köklü Değişim Dergisi