Malum olduğu üzere 2018 Cumhurbaşkanlığı sistemi ve genel seçime ülke iki ittifaka bölündü. 2019’daki yerel seçimlerde de iki ittifak arasındaki çekişme tavan yapmış, iktidarın Öcalan’a sipariş ettiği mektup ve devlet kanalında kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’la röportaj yayını hamlesine rağmen, HDP seçmeninin de desteğiyle muhalefet partileri Millet ittifakı çatısı altında, kazanan taraf olmuştu. Bu ağır yerel seçim yenilgisinden sonra iktidar çeşitli soruşturmaları gerekçe gösterip HDP’nin kazandığı belediyelere kayyum atayarak bildik hamlesini yaptı. İktidar kaybettiği belediyelerde özellikle İstanbul ve Ankara’da iş yaptırmama hamlelerini de çoktan uygulamaya koymuştu. Ancak bunlardan daha önemlisi muhalefetin çatısı altında toplandığı Millet İttifakı’nda çatlaklar oluşturmayı, hatta ittifakı dağıtmayı hedef edindi. Kaldı ki hem Millet hem de Cumhur, her iki ittifakı da bir araya getiren bağ tamamen menfaatçilik bağıdır ve bu bağ, bağların en zayıfıdır.
En zayıf bağ olmasına rağmen ittifakların ömrünü uzatan sadece bu ittifakların bağlı bulundukları, yörüngesinde döndükleri, maslahatlarını gözettikleri sömürgeci kafir Batı devletleridir. -Önceki yazılarımda da sıkça vurguladığım gibi- hiçbir ittifak ya da demokratik siyasi parti, dış destek almadan kurulamaz. Bu gerçeklik göz ardı edilirse Türkiye’deki siyasi olaylar doğru yorumlanamaz.
Yerel seçimleri kaybetmesinde etkili olan HDP, siyaset sahnesinde yalnızlaştırılmadıkça iktidarın bir sonraki genel seçimlerde statükosunu koruması ya da başarı elde etmesi zor görünüyor.
İşte bu noktada Kemal Sunal’ın Şark Bülbülü filmindeki gazino sahibi ve gazino sahibinin işler ters gittiğinde döverek rahatladığı “Mazlum” karakteri aklıma geliyor. Gazino sahibi öfkesini Mazlum karakterinden çıkarırken, Mazlum da dayak yiyerek geçimini sağlıyor. Buradaki “Mazlum” karakteri de tahmin edeceğiniz üzere HDP, gazino sahibi de iktidar olmuş oluyor. İçeride siyasi malzeme olarak kullanılmak üzere Ayasofya’nın açılması; dışarıda Libya, Doğu Akdeniz ve geçtiğimiz günlerde de yeniden alevlenen Azerbaycan-Ermenistan gerilimi üzerinden hamasi söylemler inandırıcılık bakımından işe yaramayınca, hem mevcut tabanıyla birlikte milliyetçi oyları konsolide etmek ve diri tutmak için “terörle mücadele” kartı öne sürülüyor.
Örneğin, geçtiğimiz cuma günkü “Kobani Soruşturması” kapsamında HDP’den 80 kişinin gözaltına alınması ve bunlardan 13’ünün tutuklanmasıyla sonuçlanan hamleyle, Millet İttifakı yerel seçimlerde başarılı olmasına doğrudan etki eden HDP’yi savunamaz ve “terörle birlikte anılmamak” adına tepkisiz kalması sağlanıyor. Kendilerini Kürtçülük üzerinden tanımlayan siyasiler de aslında, önceki versiyonlarından başlayarak, iktidarlar değişse bile müesses nizamın polisiye darbelerinden beslenerek HDP versiyonuna ulaşmışlardır. Dolayısıyla gazino sahibi (iktidar) da, dayağı yiyen “Mazlum” (HDP) da kendi namına elde edeceği faydaya bakıyor.
İktidarın 2009’da açılım süreciyle elde etmeyi planladığı faydayla, kutuplaştırma siyasetinden elde etmeyi hayal ettiği fayda farklı olunca, bu siyaseti icra eden içişleri bakanı da değişiyor. Davutoğlu’nun 2015 genel seçimlerinde hatırlattığı faili meçhullerin emektarı “Beyaz Toros”lu döneme bir müddet ara verilmişken, Türkiye’nin Suriye’deki gerçek misyonunu gizlemek ve -PKK Suriye kolu öne sürülerek- Suriye’de ABD planını hayata geçirmek üzere aktif görev üstlenmek adına içeride de sert üsluba ve kutuplaşmaya ihtiyaç duyulduğundan, “Siyah Transporter” dönemine geçilmiş oldu. Transporter reklamında olduğu gibi, “Biz daha iyisini üretene kadar, en iyisi bu!” havasında, Süleyman Soylu’nun pervasız, hak-hukuk tanımaz, icraatları yürürlükte…
Tabii ki bu tutum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kontrolü dışındaki bir mesele değildir. O’na bu rahatlığı veren, icranın başı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Pandemi dolayısıyla ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla ilgili yaşanan skandalla ilgili Soylu’nun istifa kolpasında da Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli kendisine sahip çıkarak, sokağa çıkma yasağı rezaletine zımnen sahip çıkmış oldular. Soylu da “hata benden kaynaklandı” diyerek zaten istifa kolpasında Erdoğan’a halel gelmemesine dikkat etmişti. Yine Anayasa Mahkemesi Başkanı’na yönelik sarf ettiği sözler gibi kime salvo gönderilecekse, bu işi de yine Soylu üstleniyor. Cumhurbaşkanı’nın söylemek isteyip de, yargıya müdahale olarak algılanacak sözlerde de öne atılan yine Süleyman Soylu oluyor.
Kısacası işler kötüye gittikçe iktidar, işleri yoluna koymak yerine her konuda Bizans oyunlarına başvuruyor. Her sözleri havada kaldığı gibi, bir zamanlar seçim malzemesi olarak kullandıkları Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü de artık duyamıyoruz bile.
Kaldı ki Şeyh Edebali’nin bu sözü ancak İslâmi bir devlette hayat bulur. İslâmi Devlet’in yönetim biçimi olan Hilâfet’te de siyasi partiler olacaktır. Ancak bu siyasi partiler, demokratik sistemde olduğu gibi, “iktidar” ve “muhalefet” diye birbirinden ayrışmazlar. Böyle bir ayrışma olmayınca ittifaklara bölünmek de yoktur. Toplumsal kutuplaşma da olmaz. Dinine, diline, rengine, ırkına bakılmadan insanlar arasında, âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın yarattığı insanoğlunun ihtiyaçlarına cevap veren, gerçek adalet tatbik edilir. Siyasi partilerin Hilâfet’teki fonksiyonu, halkın İslâm’a göre tahakkuk eden haklarının gözcüsü, İslâmi atmosferin ve İslâmi siyasi uyanıklığın toplumda canlı ve diri tutulmasından, halifenin içerideki ve dışarıdaki uygulamalarının İslâm’ın hükümlerine göre olup olmadığı konusunda muhasebe edilmesine kadar çok etkin rollere sahiptir. O hâlde bizlerin insanlara korku salan “polis devleti”ne değil, gerçekten insanı layık olduğu yaşantıyı garanti eden Râşidî (peygamberlik metodu üzere) Hilâfet’e ihtiyacımız vardır. Bunun için yola koyulanlara selam olsun.