Malazgirt’e Bir de Buradan Bakın!
26 Ağustos 2022

Malazgirt’e Bir de Buradan Bakın!

Bundan 951 yıl önce bugün, Hilâfet sancağı altında İslâm orduları Bizans İmparatorluğuna ciddi bir yenilgi yaşatmış ve onları bozguna uğratmıştır.

Şubat 1064 yılında Alparslan[1] Rahmetullahi Aleyh tarafından başlatılan “Rum Gazaları” çok verimli geçtiği gibi, bu gazalar ilerideki kazanımların adeta garantörü konumundaydı.

Batıya karşı sürekli fetih hareketliliği içinde olan Hilâfet Devleti, doğuda asayişi temin ederek, siyasi olarak enerjisini içeriye değil dışarıya yönelik harcamaktaydı.

Malazgirt zaferi sürecinde Müslümanların seyri bu minvaldeydi. Malazgirt zaferinden sonra artık İslâm Devleti, sınırlarındaki Bizans ve ona karakol görevi gören beyliklerden emin olmuştu.

Bu, İslâm ve Müslümanlar için övünülecek bir zafer olduğu gibi insanlığın İslâm davetini işitmelerinin önündeki Bizans İmparatorluğu engellinin de kalkması demekti.

Tarih boyunca Malazgirt’in fethine ortaya koyduğumuzdan başka bir şekilde bakılmamıştır. Geçen yüzyıllar boyunca bu zafer hiçbir ırk, etnik köken veya kavime nispet edilmemiştir. Hatta orayı fetih eden insanların mensup oldukları ırkları ve milletleri bununla övünmeyi, akıllarından dahi geçirmemiştir. Zira onlara göre bu bir üstünlük ya da prim yapılması gereken bir argüman değildi.

Hilâfet Devleti yıkıldıktan, yerine Batı’dan ithal edilen “Cumhuriyet” kurulduktan sonra ulus-devlet anlayışı İslâm ümmetine empoze edilmiştir. İslâmi düşünüş yerine cahiliye düşünceleri hâkim olmuştur. Bunun neticesinde Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ayaklarının altına aldığı ırkçılık, kavmiyetçilik ve milliyetçilik yeniden şöhret bulmuştu.

İnsanların İslâm ile övünmelerinin yerine kavimleri ile övünmeleri, Müslümanlık ile yücelmeleri yerine milletleri ile yücelmeleri(!), ancak bu fasit fikirlerin hayat sahasına yeniden taşınması ile mümkündü.

Bu da bazılarını tarihte Müslüman Türk halkına mensup şahsiyetlerin başarılarını araştırmaya ve gün yüzüne çıkarmaya sevk etti. Bunlardan bir tanesi de makalemize konu ettiğimiz Sultan Alparslan ve komutasındaki İslâm ordusunun Malazgirt zaferiydi elbette.

İlkesel duruşunu kaybeden insanlar, batıl inanç ve düşüncelerini desteklemek adına tarih boyunca bu gibi yollara sürekli tevessül etmişlerdir.

Alparslan’ın, ordusu ile beraber kazandığı zafer “Türkçülük” adına olmadığı gibi, Şeyh Said El-Pirani’nin destekçileri ile beraber girdiği kıyam da “Kürtçülük” için olmamıştı. Buna inanmaya çalışanları tarih yalancı ilan etmiştir. Bundan sonra “utanmayan dilediğini söylesin” ahlaki prensibi hatırlatmakla yetiniyoruz.

Zira o değerli şahsiyetleri cihada ve başkaldırıya sevk eden unsur, İslâm’dı. Tek gerekçe, İslâm davasının hâkimiyeti ve İslâm’ı âleme taşıma farziyetiydi.

Yine Malazgirt zaferinin İslâm’ın zaferi olduğunun ve bunun asla suistimal edilecek bir vakıa olamayacağının en büyük delili, zaferi kazanan Alparslan’ın ve emrinde olduğu Halifenin, tüm benlikleri ile rablerine olan bağlıkları, sefer öncesi yakarışları ve dua-ı niyazlarıydı.

Dönemin Halifesi Kaim Biemrillah’ın savaş öncesi Alparslan için hazırlattığı hutbe:

“Allah’ım! İslâm sancağını yükselt ve İslâm’a yardım et! Şirki, başını ezmek ve kökünü kazmak suretiyle yok et! Sana itaat için canlarını feda edip kanlarını, sana tabi olma hususunda akıtan senin yolunun mücahitlerini, onları kuvvetlendirerek yurtlarını (İslâm devletini), güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından yoksun kılma! Müminlerin emirinin burhanı olan Şehinşahü’l-A’zam (Sultan Alparslan)’ın senden dilediği yardımı esirgeme ki o bu sayede hükmünü yürütür, sanını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karsısında kolayca yerinde tutunabilsin.

Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek için kâfirlerin karsısındaki bugünkü gücü yarınına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır! Çünkü o, Senin ulu rızan için rahatını terk etti; malı ve canıyla buyruklarına uyma amacıyla, senin yoluna düştü.”[2]

Yine Sultan Alparslan’ın savaş öncesi ve savaş meydanındaki duası şu şekildeydi:

“Ey Allah’ım! Sana mütevekkil oldum ve bu cihadda Sana yaklaştım; şu an Senin huzurunda secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim benim gerçek duygularımı yansıtmıyorsa beni ve beraberimdeki yardımcılarımı kahret! Eğer içtenliğimi kabul edersen bu cihadda düşmanlara karşı bana yardımc**ı ol ve beni muzaffer bir sultan kıl!

“Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben, Müslümanların camilerde, bizler için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek, arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşecektir. Aksi takdirde şehit olarak cennete gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. İstemeyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün burada ne emreden bir Sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sizlerden biri olarak, sizinle birlikte savaşacağım*. Biz, Müslümanların eskiden beri yapageldikleri bir gazâ yapıyoruz.”***

Dinleyenler hep bir ağızdan: “Ey Sultan! Biz senin kulun olarak sen ne yaparsan biz de aynı şeyi yapar ve sana yardımcı oluruz. İstediğin biçimde hareket et.”[3]

Dikkat edilirse gerek dönemin halifesi gerekse önemli bir komutan olan Alparslan’ın duaları, Hilâfet Devleti’nin bekasını, Allahu Teâlâ’nın ve O’nun kutsal dininin yüceltilmesine dair cümlelerle doludur. Bundan başka bir kasıt ve yöneliş mevcut da değildir.

Yine dualarında herhangi bir milletin ya da kavmin zaferi kazanması ya da onların yücelmesini anımsatacak tek bir kelime bile mevcut değilken, batıl düşünce ve habis fikirlerini İslâm’ın aziz zaferleri ile süsleme çabası, bu zevatın ne kadar ilkesiz hareket ettiğini ve beyhude çaba içerisinde olduğunu göstermek için yeterlidir.

Eğer bunlar iddialarında samimi iseler onlarla birlikte herkesi, halifemizin ve komutanımızın duasına hep beraber “âmin” demeye davet ediyorum…


[1] Tarih kitaplarında “Sultan” makamı ile anılan Alparslan, bir halife değildi. O dönemin yöneticisi konumunu ifade etmek için bu unvan kullanılıyordu. Zira incelendiği zaman Sultan Alparslan, dönemin Halifesine bizzat biat etmiş, merkezi yönetime tabi bir yöneticiydi.

[2] Anadolu Fetihleri ve Selçuklular Dönemi, TTK Yayınları, İslâm Kahramanları 2

[3] Anadolu Fetihleri ve Selçuklular Dönemi, TTK Yayınları, İslâm Kahramanları 2