2004 yılı nüfusu 44 bin 821 olan şehirde Kürtler, Araplar, Türkmenler ve Ermeniler birlikte yaşamaktadır. 2012 yılında PKK’nin Suriye örgütlenmesi olan PYD tarafından özerkliği ilan edilen şehir, 2014 yılında Suriye Kürdistan'ı Kobani Kantonu'nun idari merkezi olarak belirlenmiştir.
Kobani, PYD’nin kontrol ettiği iki merkezin tam ortasında bir nokta olması ve Türkiye sınırı ile bağlantısı nedeniyle önemli bir lojistik merkezdir. IŞİD’in Kobani’ye yerleşmesi ise, Türkiye'nin Suriye sınırının baskın olarak IŞİD güçlerinin kontrolüne geçmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla IŞİD'e önemli bir stratejik avantaj sağlamaktadır.
Ayrıca 877 kilometrelik Suriye sınır hattında IŞİD, Şanlıurfa/Akçakale’nin karşısındaki Telabyad, Gaziantep/Karkamış’ın karşısındaki Carablus ve Kilis/ Çobanbey’in karşısındaki El Rai kapılarında bayrağını dalgalandırmaktadır. Liderliğini Salih Müslim’in yaptığı PYD ise, Şanlıurfa/Ceylanpınar’ın karşısındaki Rasulayn, Şanlıurfa/Mürşitpınar’ın karşısındaki Ayn-El Arap (Kobani), Gaziantep/Islahiye’nin karşısındaki Meydani Ekbez, Mardin/Şenyurt’un karşısındaki Derbesye sınır kapılarını elinde tutuyor. Bu sınır kapılarından Akçakale ve Ceylanpınar insanların ve ticaretin yoğun geçiş bölgesidir. PYD’nin kontrol ettiği diğer bölgelerdeki ticaret akışı, Kobani bölgesine göre yok denecek kadar azdır. Ayrıca Mürşitpınar, dolayısıyla Kobani, IŞİD’in kontrolündeki Telabyad ve Carablus kapılarının tam ortasında kalmaktadır.
Koalisyon güçleri tarafından Rakka'ya yapılan saldırıdan sonra IŞİD, koalisyonun önemli unsurlarından olabilecek Kürtleri hareket dışı bırakmak ve Kürtlerin kontrol ettiği bölgelere geniş kapsamlı bir saldırı yapabilmek için batıdaki Cezire ve doğudaki Afrin bölgesinin bağlantı noktası olan Kobani'yi ele geçirmek istemiştir. Böylelikle Türkiye sınırı boyunca güvenliği eline alacak olan örgüt, Kürt kontrolündeki bölgeler arasındaki lojistik ve taktik imkânları yok ederek, iki kantondan birine -muhtemelen Afrin'e- saldırı düzenleyebilmeyi hesaplamıştır.
IŞİD’in saldırıları ile Türkiye'nin tampon bölge talebi ile bir araya getirildiğinde, Türkiye'nin bölgedeki ılımlı muhalefeti hem eğitim hem de kontrollü bir şekilde donatabildiği bir alan için hazırlıklar yapılıyor olabilir. Zira batılılar bilhassa ABD, muhalefetin kontrolsüz olduğu için ve silahların kimin eline geçeceğinden emin olamadığı için Suriye muhaliflerine ciddi manada silah yardımı yapmıyordu.
Türkiye'nin tampon bölge oluşturmak istemesi ısrarı ise iki nedene dayanmaktadır; birincisi, sınır bölgesi mayınlardan temizlenmiş olacak ve topraklar tarıma kazandırılmış olacak, ikincisi ise bölgeden geçişler kontrol altına alınmış olacaktır. Zira Türkiye, PKK’nin Barzani ile Kuzey Irak’tan geçişlerin kontrolü konusunda anlaştığından, Kobani de düştüğünde de PKK’nın sınır dışındaki hareket alanı büyük ölçüde daraltmış olacaktır. Bundan dolayı PKK, büyük resmi gördüğü için çok rahatsız olmaktadır. Böylece “çözüm süreci” açısından da silah geçişi yani lojistik destek ve eğitimden yoksun kalacağı için, insani destekten yoksun kalacak ve silahlı eylem yapamayacak bir konumda kalabilecektir. PKK, Kobani’nin düşmesi ile silah bırakmak ve hükümetin isteklerine karşı masada zayıf kalacaktır. Zira bu olaylar öncesinde Abdullah Öcalan, İmralı'ya giden kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla, Kobani’nin düşmesi sonucunda yapılacak bir şey kalmayacağı mesajını açıkça iletmiştir. PYD ve PKK’nın silah ve mühimmatını IŞİD’le savaşında da harcadığından, Selahattin Demirtaş bir açıklamasında “Kobani’ye desteğin silah ve mühimmat yardımı şeklinde olması” gerektiğini belirtmiştir.
Bir taraftan Türkiye, bir taraftan Barzani ve diğer taraftan da IŞİD tarafından Kobani saldırısıyla PKK köşeye sıkıştırılmış oldu. PKK’nin sokak olaylarını çıkarmasının da ana nedeni budur. Ancak PKK saldırganlaştıkça, bölgedeki kamuoyu nezdinde desteğini de kaybedecek ve “Çözüm Sürecinin” ikinci aşaması olan müzakere sürecinde eli zayıflayacaktır. Kobani’nin çözüm süreci ile ilişkilendirilmesi, tezkere, çözüm süreci, tampon bölge ve IŞİD’in hareketlenmesi ve yaygınlaşan sokak gösterileri bir araya getirildiğinde, PYD ve PKK’nın gerçekten sıkıştığını ve tüm bu gelişmelerin aleyhlerine olduğunu anlayabiliriz.
Böylece IŞİD'in Türkiye’nin kapısına dayanması, Türkiye'nin işine gelmektedir diyebiliriz. Zira hem dünya hem de iç kamuoyunda tampon bölge, güvenli bölge veya uçuşa yasak bölge konusunda öne sürebileceği bir bahane elde etmiş oluyor. Yine iç kamuoyunda da tezkere ve çözüm sürecini buraya bağlamak için kullanabilmektedir.
Salih Müslim'in hedef alınmasında da Barzani'nin payı bulunmaktadır. Çünkü geçtiğimiz yıl Barzani Erbil'de bir Kürt konferansıyla kendi liderliğinde Türkiye, Irak ve Suriye'deki Kürtleri bir araya getirmek istediğinde, buna bir tek Salih Müslim karşı çıkmıştı. Salih Müslim'in bu nedenle Barzani ile arası bozuldu. Suriye'deki Kürtlere Kuzey Irak'a gelmeleri hususunda Barzani çağrıda bulunmuştu. Kürtler Kuzey Irak’a yönelince Salih Müslim sınırı kapatarak buna engel oldu.
Ayrıca oluşturulacak tampon bölge, Salih Müslim'in ilan ettiği özerkliği yok edecektir. PKK ve PYD’nin hesabına göre, Irak’ta ve Suriye’de özerklik gerçekleştiğinde, bunun Türkiye'ye de sıçraması idi. Ancak IŞİD’in Kobani’ye saldırması Salih Müslim'i, yani dolayısıyla özerkliği zora soktu. Bu nedenle Salih Müslim bu saldırıdan sonra Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye'nin Müslim’den özerklik talebinden vaz geçmesini istemesi de bu yüzdendir.
Bu olayların arkasındaki uluslararası planın uygulayıcı ABD’ye gelince; Suriye'deki “aşırı” olarak nitelediği muhalefetin Cenevre’de kararlaştırılan şartlara boyun bükmeleri için zemin oluşturulmaktadır. Bu nedenle “ılımlı” olarak nitelediği SMDK ve ÖSO gibi grupların eğitilip-donatılarak, yıldızlarının Suriye kamuoyunda parlatılmaları gerekmektedir. ABD’nin hedefi, bölgedeki “aşırı” direniş gruplarını zayıflatıp, ılımlıları öne çıkarmak için Nusret Cephesi'ne, Ahrar’uş Şam, İslami Cephe ve IŞİD’e vurarak kuzey Suriye'de bulunan grupların hepsini yok etmektir. Bu amaçla, New York Times, Financial Times ve İran gazetelerinde IŞİD ile el- Nusra arasında görüşmeler yapıldığı haberleri yapılmıştır. Ayrıca, “uçuşa yasak bölge” için BMGK’nin kararı gerekmekte, Ukrayna’da karşı karşıya geldiği Rusya’nın olası BMGK kararını veto edeceğini bildiği için Türkiye’nin “uçuşa yasak bölge” talebine mesafeli durmaktadır.
İlaveten ABD, Türkiye'nin Suriye’ye yönelik askeri harekât düzenlemesine de mesafeli durmaktadır. Çünkü Türkiye'nin tüm bölgeye model olarak sunulması bakımından sadece insani yardım ve lojistik destek vermesi, dünya kamuoyunda temiz kalması için önemlidir.
ABD’nin oluşturmaya çalıştığı koalisyon, Kobani olayı ve IŞİD’in uyguladığı stratejiye gelince; IŞİD’in Musul'u işgali sonrasında ABD saldırısı gerçekleşti ve Almanya, İngiltere, Fransa ve İran üzerinden Barzani’ye bağlı Peşmergeler silahlandırıldı. Böylece IŞİD’in Erbil ve Selahaddin şehirlerine ilerleyişi durduruldu. IŞİD, Irak’taki bu zafiyetini gidermek için yönünü başka yere çevirmesi gerekiyordu. Suriye’de bulunan diğer İslamî gruplarla da çatışamazdı. Koalisyona katılan 40 ülkenin söz edildiği bir ortamda İslâmî grupları arkasına almak açısından, daha önce Nusra'nın ve kısmen de ÖSO’nun çatıştığı bir grupla çatışması gerekiyordu. Bu nedenle IŞİD, İslami grupların desteğini almak için PYD’yi hedef seçmiş olabilir.
Kobani olayının Türk rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilişkisine gelince; Rehineler, Eylül ayının 19’unda serbest bırakılmasının akabinde IŞİD’in Kobani saldırısı başlamıştır. IŞİD'in Kobani’ye saldırması, Türkiye'nin tampon bölge isteğine zemin oluşturması bakımından yardımcı olacaktır. Yani IŞİD’in Kobani saldırısına Türkiye’nin kasıtlı olarak göz yumması, rehinelerin bırakılmasında pazarlık konusu yapılmış olabilir.