Bugün 12 Eylül; 1980 darbesinin 41. yıl dönümü. Fakat “41 kere maşallah” diyebileceğimiz bir gün değil. Zulmün, baskının, zorbalığın ve fitnenin ayyuka çıktığı bir zaman dilimi olarak yaşayanların zihninde yer etmiş bir gün. Gerekçe olarak artan faili meçhul cinayetleri ve sağ-sol kavgalarını gösteren Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yönetimi ele geçirerek bozulan düzeni yeniden sağlamak için halkın -sözde- iradesi ile seçilmiş hükümeti devirerek yönetimi devraldı. Kenan Evren liderliğindeki cunta yönetimin 2 yıl içinde hazırlayıp “82 Anayasası” olarak ilan ettiği anayasa hâlâ yürürlükte…
Darbelerin nasıl gerçekleştiği, kimler tarafından ve hangi gerekçelerle yapıldığı konusunu ülkemizde bilmeyen yoktur. Çünkü sıklıkla darbeler görmüş, yaşamış bir toplumuz. İlk olarak 3 Mart 1924’te Hilâfet’in ilga edilmesiyle yeni anayasal sisteme bir darbe yaşayarak başladık. Bu darbeden sonra anayasa başta olmak üzere kanunlar, ilkeler, inkılaplar yoluyla hızlı bir değişim-dönüşüm yaşadık. 1924 Anayasasının 2. Maddesinde yer alan ilke, darbenin gerçekleşme sebebini gözler önüne sermeye yetiyordu: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir.” Artık bu noktadan sonra M. Kemal önderliğindeki darbe yönetimi Osmanlı Devleti’nin izlerini silmek, İslâm’a ve Müslümanlara ait olan yaşam tarzlarını değiştirmek, devletin değişmez ilkesi olacak laikliği inşa etmek üzere bu minvalde hızlıca inkılapları hayata indirdi. Karşısında engel oluşturacak toplumsal ayaklanmaları şiddetle bastırdı, âlim ve kanaat önderlerinin itirazlarını engellemek için idama başvurdu, aykırı sesleri tehditlerle susturdu. Laik kanunların hayata geçirilmesi için süratle hareket etti ve toplumun alışkanlıklarını, inancını, kabul edip etmemesini önemsemeden, sorgulamadan yürürlüğe koydu. Hatta kanunların anlaşılıp anlaşılmadığına dahi bakmadı, uygula(ya)mayan herkesi genç-yaşlı demeden infaz etti. (He bu arada İslâm’ın tedricen ve aşama aşama hayat bulması gerektiğini söyleyenlerin buradan çıkaracağı çok ders var. Fıtrata ters, akidemiz ile zıt olan kanunlar acilen yürürlüğe girerken, akidemizden çıkan, fıtratımıza uygun İslâm hükümlerinin hayata indirilmesinde gevşeklik göstermek de nereden çıktı?) İşte bu darbe kendisinden sonra gelecek darbelerin, muhtıraların mihenk taşı olacak, temel fikir hep buradan çıkacaktı. 1960 darbesi ve 61 Anayasası, 1971 darbesi, 1980 darbesi ve 82 Anayasası, 1997 post-modern darbe, 2007 e-muhtıra, 2016 darbe girişimi bugüne kadar yapılan hedefleri–sonuçları itibariyle başarıya ulaşmış darbelerdir. Neden başarıya ulaşmış? Çünkü nasıl yapıldığı fark etmeksizin hepsinin sonucunda devletin laik yapısı güçlendirilmiş, halkın seçtiği hükümetlere gerçek iktidar sahiplerinin kendileri olmadığı vurgulanmış ve devlet bizatihi hükümetler üstü özelliğini tüm topluma hissettirmiştir. Yani devlet, bekası için seçim yapar, sözde demokrasiyi yaşatır. Sonra yine bekası için millet iradesini askıya alır, demokrasiyi geçici olarak iptal eder ve sonra cunta anayasaları ile demokrasi serüvenine kaldığı yerden eder. Meşhur, “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” paradoksunu bilirsiniz. İşte “demokrasi mi darbeden çıkar, darbe mi demokrasiden?” sorusu böyledir. Laikliğin teminatı için darbe demokrasiden, devletin bekası için demokrasi laiklikten çıkar ve dönüp dururlar. Bu sistemde halk; maalesef irade ortaya koyan değil, bu döngüde, demokrasi için araç hâline gelen meşruiyet sebebidir.
Yıllarca söyledik, bir kez daha söyleyelim: Demokrasi, “halkın iradesi” yalanıyla yine halkın eliyle laikliği korumak ve güçlendirmekten başka bir şey değildir. Müslümanların darbe ve muhtıralara karşı gösterdiği dik duruşu demokrasi karşısında da göstermesi elzemdir. Zira iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Cuntacılar her girişimlerinde halkın iradesiyle hükümet kuranların acziyet, yetersizlik, sorunları çözememe, kaos ve kargaşanın sebebi oldukları gerekçesiyle onları postallarıyla çiğnerken istemeden de olsa bir gerçeği anlamamızı sağlıyorlar: kapitalist laik devletlerde halkın iradesi diye bir şey yoktur! Bütün kurumlarıyla laik bir devlet vardır, demokrasiler de darbeler de onun ikiz çocuklarıdır!
12 Eylül darbesi sonucunda oluşturulan anayasanın bütün dinamikleriyle İslâm’a olan kini, Müslümanlara olan aşağılayıcı tavrı hâlâ hayatımızın içinde, nefes alıp verdiğimiz şu toplumun yaşam tarzını belirlemeye devam etmektedir. Son darbe girişimi olan 15 Temmuz’da da benzer sonuçların vücut bulduğunu görmedik mi? Canları pahasına iradelerine sahip çıkan bu halk, darbe püskürtüldükten sonra göz ardı edilip hayal kırıklığına uğratılmadı mı?
O hâlde İslâm’a dönmekten başka çare, Müslümanca yaşamaktan başka kurtuluş yolu kaldı mı? Köhnemiş laik, demokratik, darbeci zihniyetlerin esaretinden, karanlık dünyalarından, halkın duygu ve düşüncelerini istismar eden melek yüzlü şeytanlardan ve şeytanlaşmış fikirlerinden kaçıp kurtulmanın zamanı gelmedi mi?