23 Nisan 1920… Malum, Büyük Millet Meclisinin açılış tarihi. Meclisin açılış gayesi ile geldiğimiz noktanın birbirinden ne kadar uzak, ne kadar zıt olduğunu görmek insana acı veriyor.
İlginçtir ki kimse bu ayrılığı, bu zıtlığı sorgulamıyor. Bu öyle bir çelişki ki açılışını kutladıkları meclisin kuruluş amacını dile getirenleri bugün, “vatan haini” ilan ettiklerinin farkında bile değiller.
Kuruluş sürecine bakarak 23 Nisan 1920’de kurulan Millet Meclisinin kuruluş amacını öğrenmeye çalışalım.
Halife Vahdettin, İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgal etmesinden sonra eli kolu bağlanmış vaziyetteydi. Tüm yönetim, İtilaf Devletlerinin yani İngilizlerin elindeydi. Onlar vize vermeden İstanbul’dan çıkmak bile imkansızdı.
Vahdettin’in yapabileceği şey, işgal edilmemiş şehirlerde direnişin örgütlenmesini sağlamaktı. Bunun için Mustafa Kemal’i seçti. Planlamalar yapıldıktan sonra Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919 tarihinde son kez Halife Vahdettin ile görüştü. Bu son görüşmede hazır bulanan Başyaver Avni Paşa olayı şöyle anlatmaktadır:
_“Zat-ı Şahaneleri ayakta duruyordu. Önündeki masanın üstünde Kur’an-ı Kerim vardı. Sadrazam Paşa ve Yaver Paşa, Halifenin bir adım gerisinde iki tarafında idi. Mustafa Kemal Paşa ilerleyerek sağ elini Kur’an-ı Kerim’in üzerine koydu; saltanat ve Hilâfet’e bağlı kalacağına dair yemin etti.” Bu yemin merasiminden sonra Mustafa Kemal’e tüm mülki, idari ve askerî erkanı emrine amade kılan Hattı Hümayun (Ferman) verildi. Bunun ardından Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin işgali altındaki İstanbul’dan, beraberinde bulunan aralarında bir çok üst rütbeli subayın da olduğu 48 kişi ile birlikte İstiklal Mücadelesini başlatmak için İngiliz vizesiyle Anadolu’ya geçti.
Halife Vahdettin’in verdiği ferman, tüm kapıları açıyordu. Büyük Millet Meclisi açılmadan önce bir dizi kongre gerçekleştirildi ki farklı illerde gerçekleştirilen bu kongrelerin ortak söylemi; Hilâfet’i kurtarmaktı.
Nitekim, 23 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresinin yayınladığı sonuç beyannamesinin ikinci maddesinde; Hilâfet ve Saltanatın korunması için Kuvayı Milliye’nin güçlendirilmesi ve milli iradenin hâkim kılınması gereği ortaya konulmuştur.
26-31 Temmuz 1919 tarihleri arasında yapılan Balıkesir Kongresinde her şeyden önce “zat-ı akdes-i Hilâfetpenahiye” yani Halifeye sadakat, esas kabul edildi.
16-25 Ağustos 1919 tarihindeki Alaşehir Kongresinin milli bir kongre olduğu ve Halifeye bağlı olduğu vurgulandı.
4 Eylül 1919 tarihinde 21 livadan 33 delegenin katıldığı Sivas Kongresinde delegeler, yüce Hilâfet ve saltanat makamına manen ve maddeten hizmetten başka herhangi bir amaç edinmeyeceklerine dair yemin ettiler.
Kongrenin ikinci oturumunda; kongrenin açıldığını ve vatanın kurtuluşu için çalışacağını bildiren yazı, Sultan Vahdettin’e telgraf olarak gönderildi. Telgraf şöyle bitiyordu: “Bütün hallerde emir ve ferman halifemiz efendimiz hazretlerinindir!”
Ve Ankara’da Meclis açılıyor…
Mustafa Kemal ve adamları, Sivas’tan Ankara’ya 27 Aralık’ta geldiler. Zamanın Ankara Vali vekili Yahya Galip, 30 Kasım ve 1 Aralık 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişini şöyle anlatmıştır:
“Dikmen sırtları bir bayram yerine dönmüştü. Bir müddetten beri Ankara’ya gelip yerleşmiş olan iki tabur İngiliz askeri de, Mustafa Kemal’i karşılamaya gelenler arasındaydı.”
Halkın Mustafa Kemal ve beraberindekileri coşkuyla karşılaması gayet doğaldır. Doğal olmayan ise kendileriyle savaşmak için İstanbul’dan yola çıkan, belde belde gezen, adam toplayan, kongreler düzenleyen, Meclis açmak için Ankara’ya gelen Mustafa Kemal’i İngiliz askerlerinin karşılamasıdır. Bu karşılamanın manası birkaç yıl sonra anlaşılacaktır.
Murat Bardakçı, Meclis açılış çalışmalarını ele aldığı bir makalesinde Mustafa Kemal’in Anadolu’daki askerî ve mülkî erkâna gönderdiği emirnamede geçen maddeleri aktarmaktadır. Bu maddelerde Mustafa Kemal şöyle demektedir:
“Allah’ın cömert ihsanı ile Nisan’ın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
Vatanın istiklâli, hilâfet ve saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayatî görevleri ifa edecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya tesadüf ettirmekle o günün mübarek olmasından istifade için açılıştan önce bütün milletvekilleri ile Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerîfi’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an’ın nurlarından ve salâttan feyzalınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak daireye gidilecektir. İçeriye girilmeden önce bir dua okunacak ve kurbanlar kesilecektir. Tören sırasında camiden Meclis’e kadar Kolordu Kumandanlığı tarafından askerî birliklere özel tertibat aldırılacaktır.”
Büyük Millet Meclisi, Hilâfet’in ve saltanatın kurtarılması amacıyla Ankara’da açıldı. Mustafa Kemal de dahil olmak üzere tüm vekiller, “Makam-ı Hilâfet ve saltanat ve vatan ve milletin istihlas ve istiklâlinden başka bir gaye takip etmeyeceğime, vallahi!” şeklinde yemin ederek çalışmalara başladı.
Mustafa Kemal, Mecliste yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
"Osmanlı Devleti diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının cismâni nüfuzu etrafında şekillenmiş değildir. Saltanat makamı aynı zamanda Hilâfet makamı olduğundan Padişahımız, İslâm toplumunun da başkanıdır. Çalışmalarımızın birinci amacı ise, Saltanat ve Hilâfet makamlarının ayrılmasını amaçlayan düşmanlarımıza Milli İrade'nin buna uygun olmadığını göstermek ve bu kutsal makamı yabancı esaretinden kurtararak ulü'l-emrin (Padişah) yetkisini düşmanın tehdit ve zorlamasından serbest kılmaktır!"
Sonrası herkesin malumu… Zamanla gaye, dost-düşman, doğru-yanlış, güzel-kötü, değişti. “Hilâfet’i İngilizlerin esaretinden kurtarmak için çıkıldığı” söylenen yolculuk, Hilâfetin kaldırılması, Halife ve tüm Osmanlı hanedanlığının sürgün edilmesi, Batı’dan laik sistemin getirilmesi, İslam’a savaş açılması, Batı kültürünün “ulaşılması gereken ideal” olarak görülmesiyle son buldu.
Başta söylediklerimize ilaveten; kurucu meclisin gayesini gaye edinmek, bazı kesimler tarafından anayasa aykırı, suç ve hatta “vatan hainliği” olarak görülmektedir.
Türkiye Barolar Birliği, “Hilâfet ve Şeriat Çağrıları, Anayasal Düzene ve Cumhuriyete Başkaldırıdır.” başlıklı basın açıklamasında şöyle diyordu:
“Filistin halkıyla dayanışmak ve soykırıma varan saldırılara tepki göstermek için yapılan bir mitingde bir kesimin açık Hilâfet ve şeriat çağrısı yapmasının ifade özgürlüğü kapsamında görmezden gelinmesi kabul edilemez. Zira Anayasa’nın 14/1 maddesi uyarınca Anayasa’da yer alan hak ve özgürlüklerden hiçbiri insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”_ vs. vs…
Hilâfet için kurulan “Kurucu Meclis’in” amaçları doğrultusunda bir siyasi parti kurmak ve siyaset yapmak ise kanunen yasaklanmıştır. Siyasi Partiler Kanununun ilgili maddesi şöyledir:
Madde 86 – Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar.
İşin ilginç yanı ise 23 Nisan’ı en coşkulu şekilde kutlayan kesimler, Kurucu Meclis’in temel amacına en çok düşman olan kesimlerdir. Oysa Büyük Millet Meclisinin açılışını kutlamak, onun amaç ve gayelerini de benimsemek demektir.
Görünen o ki; ya tarihten bihaberiz ya tarihi anlamaktan… Tarihten habersiz olmak tedavi edilebilir; zira cehaletin ilacı okumaktır. Tarihi anlamamanın ilacı ise yoktur. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitapları harici kaynakları kabul etmeyen, resmî tarihe muhalif her bilgiyi yok sayan, farklı şeyler söyleyenleri taşa tutan zihniyeti tedavi edecek bir ilaç henüz keşfedilmedi.
Allah’ın yardımıyla Kurucu Meclis’in gayesi gerçekleşip Hilâfet esaretten kurtulursa işte o zaman herkes gerçek kahramanları ve hainleri görecektir. İnşallah o günler yakındır.