Köyü Yakmak mı, Rejimi Sorgulamak mı?
09 Eylül 2024

Köyü Yakmak mı, Rejimi Sorgulamak mı?

Bugün okula gitmesi gereken Narin kızımızın maalesef cansız bedenine ulaşıldı. Türkiye'yi derinden sarsan bu olay, birçok kişide depresif bir ruh hali oluşturup yıkıcı bir etki bıraktı. Bu acıyı tüm benliğimizle hissediyoruz, yüreğimiz paramparça oluyor. Bu vahşeti yapan kişilerin hem bu dünyada hem de ahirette en ağır şekilde cezalandırılması, herkesin en büyük temennisi.

Şimdiye kadar 24 kişi gözaltına alınmış durumda. Olayın failleri tespit edilse bile laik hukuk rejiminin hiçbir şekilde hak ettikleri cezayı vermeyecekleri herkesçe malum.

İnsanın fıtratına muvafık, aklı ikna eden, kalbi mutmain eden İslâm nizamı yerine, toplumu uçuruma sürükleyen ifsat edici kanunlar, maşeri vicdanı rahatlığa kavuşturmuyor. Şer’i ceza hukukunun caydırıcılık ve suça hak ettiği cezayı/ukubatı verme nimetinden, rahmetinden yoksun oluşumuz, toplumsal çürümeyi beraberinde getirdiği gibi maşeri vicdanı da kanatıyor.

Bu meşum olay, sansasyonel bir boyuta ulaşmasıyla ülke gündeminde yer edindi fakat nice Narinler olduğu acı gerçeği göz ardı ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; 2008-2016 arasında Türkiye'de toplamda 104 bin 531 çocuk kayboldu. Ancak TÜİK, 2016'dan beri kaybolan veya kaybedilen çocuklara ilişkin veri yayımlamadı.

Son olarak; 2 Ağustos 2023 tarihli "Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri" raporunda yer alan verilere göreyse; 2022 yılında çocukların karıştığı olay sayısı, 601 bin 754 olarak kaydedildi. Bu olaylarda çocukların 259 bin 106'sı mağdur olarak, 206 bin 853'ü suça sürüklenme nedeniyle, 100 bin 490'ı bilgisine başvurma amacıyla, 16 bin 499'u ise kayıp olması sebebiyle güvenlik birimlerine getirildi.

Bu vahim tabloya baktığımızda; çocuk kayıplarının tekil bir olay olmadığını, ülke geneline yayılan büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.

Narin’in cansız bedenine ulaşıldığı haberi açıklandıktan sonra sosyal medyada milyonlarca tweet atıldı. Her yakarış, büyük bir öfke ve acı barındırıyordu. Kimileri de derinden hissettiği acıyla “O köy yakılsın!” bile dedi.

“O köy yakılsın!” demek kolay… Peki, Narin gibi binlerce çocuğun kaybolduğu her yeri de yakacak mısınız? Eğer öyle yaparsanız, ülke yangın yerine döner. Yaşayacak bir yer bile bulamazsınız. Çözüm; ülkeyi yaşanmayacak hale getiren küfri statükodan ve onun ifsat edici nizamlarından kurtulmaktır; ülkeyi Narinlere güvensiz ve mezar haline getiren rejimi yıkabilmeyi/değiştirebilmeyi göze almaktır.

Haz almaktan başka hiçbir değer yargısı olmayan, teşhircilik ile esfelesafiline/aşağıların aşağısına düşmeyi/hayvanlaşmayı özgürlük addeden, tüm günahları işlemeyi “demokratik bir hak” olarak gören bu ve benzeri birçok vahşeti sergileyen nesil, gökten zembille mi geldi?

Bu rejimin kanunlarıyla büyüyen, eğitim sistemi ile yetişen adeta canavar haline gelen bireylerin bu seküler demokratik rejimin bir ürünü olduğu gerçeğini ne zaman anlayacağız?

İslâm'dan kopmuş, karanlığın, bataklığın dip noktasında debelenen insanlığın kurtuluşunun salt kısas veya idam olmadığını, toplumda adalet, refah ve güveni tesis edecek olan yegâne gücün İslâm ideolojisi olacağı gerçeğini ne zaman haykıracağız?

Allame Takiyuddîn Nebhânî’nin, "Bir toplumda suç; ender görünüyorsa insan, sık görünüyorsa nizam bozuktur." bu sözü, içinde bulunduğumuz bu vahim tablonun asıl müsebbibini, failini ortaya koyuyor.

Bu ve buna benzer birçok suç, laik kapitalist köhne rejimin acı meyveleridir ve bu köhne rejim tatbik edildiği müddetçe bu toplumsal suçlar bitmeyecektir. Çünkü tatbik edilen nizam bozuktur.

Laik demokratik rejimlerde içki, fuhşiyat, kumar, faiz gibi sadece bireyleri değil tüm toplumu etkileyen fiiller, suç olmaktan çıkartılmıştır. Sözde hümanist bir yaklaşımla cezai müeyyideler değiştirilmiş ve “caydırıcılık” ilkesi, ortadan kaldırılmıştır. Kişiyi suç işlemekten alıkoyan temel unsurlar göz ardı edilerek suç oranlarının korkunç boyutlara ulaşmasına kapı aralanmıştır.

İnsanı suç işlemekten alıkoyan üç unsur vardır:

1- Yaratıcısına karşı gelme korkusu

2- Toplumdan dışlanma korkusu

3- Cezalandırılma korkusu

Bu üç unsurun birincisi olan “yaratıcıya karşı gelme korkusu”, laiklik sayesinde insanların kalbinden törpülenmiştir. Laiklik kabaca, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak tarif edilmiştir. Bu ayrımın etkileri, sadece din ve devlet ile sınırlı değildir. Laikliğin tatbik edildiği toplumları ve bu toplum içinde yaşayan bireyleri de çok yakından ilgilendirmektedir. Laiklik, sadece uygulama anlamında dini hayattan uzaklaştırmamış, kalplerden de uzaklaştırmıştır. Kalbinde Allah korkusu olmayan bir kişi, uygun şartlar oluştuğunda her suçu işlemeye meyilli bir kişidir. Zira onu, suç işlemekten alıkoyacak birinci etkenden yoksundur.

Kapitalizm, özgürlükler fikriyle birlikte ferdiyetçiliği de insana aşılamıştır. Kapitalizmde her birey özgür olmalıdır ki kapitalizmin en yüce hedefi olan tüketici bir toplum inşa edilebilsin. Sadece kendisini düşünen, davranışlarında sınır tanımayan birey, toplumdan dışlanma korkusu hissetmez. Zira toplum, özgürlükler fikrine alıştırılmış, kötü davranışlara karşı da “saygı” adı altında duyarsızlaştırılmıştır. Dolayısıyla özgürlükler fikri ile birlikte toplumsal tepki zayıflamış ve insanları suç işlemekten alıkoymaz bir hâl almıştır. 1

Bataklık olduğu sürece sivrisinekler çoğalmaya devam edecektir. Sebep varken tezahür ile uğraşılmaz. Tezahürleri ortadan kaldırmak için sebebi ortadan kaldırmanız gerekir. Sivrisineklerin peşine düşmek kolay ama bataklığı kurutmak meşakkatlidir. Tezahürü konuşmak kolay, sebebi konuşmak zordur.

Gelin, elimize neşteri alıp sebebi masaya yatıralım. Sebebe bir neşter vuralım; içinden fışkıran irinlerin “sadece” bir kısmına bakalım.

Sadece 2021 yılında Türkiye’de;

•Hırsızlık, gasp, yağma, dolandırıcılık suçundan açılan dava dosya sayısı: 2 milyon 500 bin

•Bedene karşı işlenen suç sayısı: 1 milyon 500 bin

•Cinsel saldırı suçuyla açılan dosya: 127 bin…

•Türkiye genelinde uyuşturucu suçlarından dolayı polis tarafından 264 bin 202 şüpheliye adli işlem yapılmış.

Bu rakamlar, sadece bir yılda emniyet ve mahkemelere intikal eden şikâyet sayıları. İntikal etmeyen sayıları da göz önüne alırsanız nasıl bir yıkım ve çöküşün eşiğinde olduğumuzu tahmin edebilirsiniz. İnsan aklının icat ettiği kanunlarla dünya, hızla yaşanmaz bir yer haline geldi.

Bugün yaşanan mafya düzeni ile can, mal, ırz güvenliğinin dip yapması, sokakların Texas'a dönmesine neden hayret ediyoruz?

Yeryüzünün egemenliğini elinde bulunduran ve Allah’a söz ve hüküm hakkı tanımayan tiranların, düzenlerin bu yangında yaptıkları tek şey, koltuklarına sımsıkı sarılmak… Zevkusefa içerisinde kendileri ve hanedanlarının ikbalini düşünmek… O koltukları altlarından çekmemeleri için en büyük kaygıları, efendilerini razı etmek…

Kim suçlu?

Narin olayı üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışan rejimin kimi aparatlarının, salt iktidarı veya başka bir siyasi partiyi suçlaması da rezaletin başka bir boyutu…

Acılar üzerinde tepinerek kirli emellerine ulaşmaya çalışan ve kendilerini de halkın temsilcisi olarak lanse eden ırkçı, komünist artığı yapıların, İslâm’ı ve Müslümanları itham edici hedef saptırıcı söylemleri ve atraksiyonları her ne kadar farklı siyasi saiklerle yapılsa da asıl suçluyu örtmeye/gizlemeye hizmet etmektedir.

Müesses nizam, suç oluşturmaya müsait bir ortam hazırlıyor. Özgürlükler adı altında suça teşvik ediyor. İşlenen suça verilen cezalar caydırmaktan ziyade tekrar suça özendiriyor. Sonuç olarak her sene suç rakamları katlanarak devam ediyor.

Çözüm Nedir?

1559-1609 yılları arasında 50 yıllık zaman diliminde Osmanlı Hilafet Devleti'nde işlenen toplam suç sayısı; sadece 3 bin 318 yani yıllık ortalama sadece 66 suç oluşmuş. Yıkıldığında Hilâfet Devleti’nin nüfusu, 22 milyon civarındaydı. Bugün Türkiye’nin nüfusu 85 milyon. Nüfus 4 kat artarken nizamın değişmesiyle birlikte suç oranları 100 bin kat artmıştır.

Doğru nizam, huzurlu ve güvenli toplumun olmazsa olmazıdır. İslâm nizamının tatbik edildiği asırların bu güvenin sembolü olduğu, tarihî bir hakikatti.

Bugün korku toplumundan, çürümüş, çökmüş ilişkilerden tekrar güvenli, huzurlu ve istikrarlı bir toplum inşası isteniyorsa İslâm nizamı kaçınılmazdır.

Bizi içine düştüğümüz bu cendereden kurtaracak olan; bugün Gazze’de Narin gibi on binlerce çocuğumuzu vahşice katleden Batı’nın fikir ve nizamları değil, çocukları diri diri gömülmekten kurtarıp başının üstünde Mekke sokaklarında gezdiren, alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği risalet olan İslâm ve onu kamil manada tatbik edecek Râşidî Hilâfet Devleti’dir.

Footnotes

  1. Toplumsal Çöküş - Sorunlar ve Çözüm; Rapor; Hizb-ut Tahrir Türkiye