Kobani ve Kürt Kartı
24 Eylül 2014

Kobani ve Kürt Kartı

Bu günlerde Kobani’den bahsediliyorsa, biri yakın diğeri kısmen uzak, tarihi iki hususa dikkat çekmek gerekir.

Birincisi, 1. Dünya savaşı sonrası, emperyalist devletlerin başını çeken İngiltere’nin, Osmanlı Devletinin toprakları üzerindeki operasyonudur. İngilizlerin öncülüğünde emperyalist devletler Sykes-Picot ve benzeri anlaşmalar ile Ortadoğu’da yeni haritalar belirlerken, bu günleri hesaplayarak Kürtler için bir devlet öngörmediler. Dolayısı ile Kürtlerin yaşadığı topraklar dört devlet arasında paylaşıldı. Bu dört devlet de Kürt halkını kendi asli vatandaşı olarak görmemiş ve dördü de Kürtlere her türlü asimilasyonu ve zulmü reva görmüştür.

İkincisi, Ortadoğu’da yakın tarihte diktatör rejimlere karşı başlayan halk hareketlerinin Suriye ayağında yaşanan gelişmelerdir. Ortadoğu’daki rejimlere karşı ayaklanmanın son adresi olan Suriye’de, Baas rejimi ve halk arasında çatışmalar başladığında Suriye rejimi Kürtlerin yaşadığı bölgelerden askerlerini çekip bir otorite boşluğunu oluşturdu. Aslında, rejime karşı en fazla öfkeli olması beklenen Kürtlerin saf dışı edilmesi ve bugün yaşananlara zemin teşkil etmesi için sinsice bir hamle olduğu daha o günlerde anlaşılıyordu.

Suriye’deki Kürtlerin irili ufaklı ondan fazla örgütlü yapının içinde, PKK’nin desteklediği bir bakıma PKK’nin Suriye kolu olan PYD, söz konusu yapılar içinde hızlı bir şekilde sivrilerek Suriye sınırları içindeki Kürtlerin temsilcisi haline getirildi. Bu süreçte özellikle PYD’nin silahlı kanadı YPG, Türkiye’de başlanan ateşkes ve yurt dışına çıkma süreciyle birlikte PKK tarafından sağlanan militan ve lojistik destek sonucu güçlendiği açıktır. Hatta o süreçte Barzani yanlısı grupların saf dışı edilmesi şimdiki Barzani -PKK arasındaki gerilimin sebeplerinden birisi olarak görülmektedir.

Suriye rejiminin, Kürtlerin yaşadığı bölgelerden çekilmesi sonucu PYD’nin öncülüğünde, Batı Kürdistan anlamında ‘Rojava’ olarak kamuoyunda bilinen bölgede özergüç kanton halinde bir yönetim tesis ettiklerini duyurdular. İşte Kobani bu üç kantonun ortancasıdır.

Diğer taraftan, Suriye’deki muhalefetin rejime karşı giderek güçlendiği ve Esed rejiminin düşmesinin an meselesi olduğu düşünüldüğü bir zaman diliminde, daha önceden kamuoyu tarafından ismi pek bilinmeyen Irak İslam Devleti örgütü, Irak’tan Suriye’ye geçerek adını Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Yaşanan süreçte IŞİD’in kendisi dışındaki hiçbir yapıyı kabul etmemesi ve her kesim ile çatışması herkesçe bilinen hususlar oldu. IŞİD, gerek Suriye sınırlarının geçiş noktalarında bulunması ve gerekse diğer muhalif grupların elindeki yerleri ve teçhizatı ele geçirmesi sonucu hem eleman hem de lojistik anlamda güçlendi.

Akabinde IŞİD’in Irak’a dönerek Musul’u alması, devlet olduğunu ilan etmesi, bazı yerel güçlerden de yardım alarak Musul etrafındaki birçok ilçe ve köyü ele geçirmesi ve yayınlanan video görüntüleri herkesin malumu.

Son olarak IŞİD’in Şengal ve Kobani’ye yaptığı saldırılar ile Türkiye kamuoyunda özellikle Türkiye’deki Kürtler arasında gündemin ana maddesi haline geldi. Kürt hareketleri bu saldırıya karşı var gücü ile mücadele ettiği görülmektedir. Gerek BDP ve gerekse KCK yetkilileri ve en son Öcalan medya üzerinden açık savaş çağrıları yapmaktadırlar. Bir yandan PKK bütün gücünü Kobani’ye yönlendirirken diğer yandan, yaşananlara ilgi çekmek için Suruç’a insan yığmaya çalışılıyor.

Her şeyden önce devlet değil bir örgüt olan IŞİD’in yaptığı bu saldırıların İslam ile bağdaşmadığını bir önceki yazımda da ifade etmiştim. Savaş stratejisi açısından düşünüldüğünde daha zayıf halka olan Kürtlere saldırması kendileri açısından daha realist gözükmektedir. Ancak, İslam iddiasında bulunan bir yapının, Müslümanlara her türlü zulmü reva gören, yüzbinlerce Müslümanı katleden Suriye rejimi dururken, Irak rejimi dururken kendilerine hiçbir zararı olmayan Kürtlere veya diğer sivil halklara saldırmasının bir gerekçesi olamaz.

Diğer taraftan Kürt/Kürtçü hareketlerin, bir zamanlar Türklerde olan “herkes Türk’e düşman”, “dört tarafımız düşmanlarla çevirili” anlayışın benzerini dillendirmeleri bir paranoya sonucu olup realite ile örtüşmemektedir. Özellikle söz konusu IŞİD ise bu replik IŞİD gerçeği ile uyuşmamaktadır. Özellikle IŞİD vakıasından yola çıkarak İslam’a karşı şiddetli bir algı operasyonu yapıldığı gözlerden kaçmamaktadır.

Kobani özelinde Ortadoğu’da yaşananların endişe verici boyutta olduğu görülmektedir. Hiç bir Müslüman, kimden gelirse gelsin zulme razı olmaz ve olması düşünülemez. Ancak, Müslümanların ümmet bilincini yitirmesi ile bu zulümlere maruz kaldığını bilmemiz gerekiyor. Ayrıca tek vücut olma özelliğimizi yitirdiğimiz için giderek kutuplaşıyor ateş düştüğü yeri yakmaya başladığını görüyoruz. İşte bu felaketlerin en büyüğüdür.

Defalarca ifade ettiğimiz gibi, içine düştüğümüz bu ateş çukurunu egemen kafir güçlerin kazdığını bilmemiz gerekiyor ve onların her türlü müdahalesinin bu ateşi harlamasından başka bir sonuç getirmemektedir. Esed gibi Zalim diktatörleri ayakta tutan bu emperyalistler, IŞİD bahanesi ile diğer muhalif yapılara da zarar vermesi kaçınılmazdır.

BOP kapsamında bölgede planlarını sekteye uğratan Suriye direnişinden intikam almak, her türlü ulusçu ve mezhepçi akımları körüklemekle ümmet bilincine darbe üstüne darbe vuran ABD, dünya kamuoyuna tek çözüm mercii olarak kendisini dayatmayı başarmıştır. Demirtaş ve Erdoğan’ın aynı zaman diliminde ABD’ye gitmeleri/çağırılmalarının sonuçlarını sanırım kısa zaman içinde göreceğiz. Fakat unutulmaması gereken gerçek şu ki bu gün ümmetçe karşılaştığımız her sorunun altında gayri İslami fikirler, duygular ve nizamlar bulunmaktadır.

@Ausalp