Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakereler BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un çağrısıyla uzun bir aradan sonra yeniden başladı. Müzakerelerin uzun zamandır başlatılamamasında şüphesiz kronikleşmiş birçok sorunun olduğu bilinmektedir. Bu sorunların başında ise, adada yaşayan iki farklı toplumun kendi içerisinde geçekleşen siyasi süreçlerin yanı sıra, bu toplumların siyasetlerine yön veren arka plandaki aktörlerin de sorunu çözme yönündeki anlaşmazlıkları etkili bir unsur teşkil etmektedir.
Nitekim Kıbrıs, Lozan’da Osmanlı Hilafet Devleti’nin kontrolünden çıkmasından bu güne bir türlü kalıcı istikrara sahip olacak bir çözüme kavuşmamış yahut kavuşturulmak istenmemiştir. Dolayısı ile bir asra yaklaşık süredir Kıbrıs üzerinde etkili olan İngiliz sömürü düzeni, yaklaşık 70 yıldan bu yana da basit üslup değişiklikleri ile buradaki hâkimiyetini muhafaza etmektedir. Amerika’nın ise son 50 yıldır yakından ilgilendiği Kıbrıs, bölgesel dengeleri kontrol altına almak ve mevcut İngiliz hâkimiyetine son verilmesi açısından önem arz etmektedir. Dolayısı ile bugün Kıbrıs üzerinde mevcut statükonun değişimini en çok Amerika arzulamaktadır. Bu yüzden her başlayan müzakere süreci Amerika için çok önemli bir başarı sayılmaktadır. Çünkü Kıbrıs’ta var olan mevcut statüko, Amerika lehine sonuçlanacak bir müzakere başlatılmaması için elinden gelen her türlü imkânı seferber etmektedir.
Bugün ise Amerika’nın teşviki ile müzakereler konusu tekrar masaya gelmiş ve meselenin yeni bir boyut kazandığı imajı verilmek istenmiştir. 11 Şubat 2014’te BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Lisa Buttenheim tarafından kamuoyuna açıklanan “Ortak Metin” ile de ilk somut adım atılmıştır. Böylelikle uzun zamandır ortak açıklama metni üzerinde Rum ve Türk kesiminin yaşamış olduğu anlaşmazlıklar bahanesi ortadan kaldırılarak iki kesim de masaya zorunlu da olsa oturtulmuştur. Ortak açıklama metni ise; Kıbrıs sorununa genel bir çerçeve çizerek hazırlanmış, iki tarafın da üzerinde ihtilafa yol açacak meselelerden arındırılarak deklare edilmiştir. Ortak metnin ana fikri ise; iki toplumlu bir devlet modeli ile federasyonu ele almaktadır. Bu yünü ile Amerika sorunun kendi lehine çözümü noktasındaki planının ana hatlarını çizmiş ve kamuoyuna başka bir çözüm olmadığı algısını oluşturmak istemektedir.
Ancak Kıbrıs’ın tarih içerisindeki siyasi olaylarının gelişimini değerlendirdiğimizde bugün yansıtılmaya çalışılan olumlu havanın aslında geçmişte olandan farklı veya bağımsız olaylar olmadığı açıktır. Bu siyasi olayları kısa bir şekilde özetleyecek olursak sürecin mevcut statükonun devamı noktasında geliştiğini görebiliriz.
1 –2004 Annan Planından sonra Kıbrıs’ta müzakereler süreci 2008’e kadar başlatılmadı. 2008’de Amerika’da seçimlerin yapılmasının ardından Kıbrıs meselesi Amerika tarafından tekrar gündeme getirilerek tartışılmaya başlandı. Ancak 2010 Kıbrıs Türk tarafında gerçekleşen seçimler sonucu İngiliz yanlısı siyaset takip eden Cumhurbaşkanı olan Derviş Eroğlu ve Güney’deki Dimitris Hristofyas müzakerelerde sürekli uzlaşmadan uzak bir tavır sergileyerek mevcut statükonun korunmasına yardımcı oldular.
2- 2011’de ise Türkiye’nin seçim atmosferine girmesi ile müzakerelerde başarılı sonuçlar elde edilemedi. Çünkü Türkiye KKTC’ne müzakerelerde etki etme gücüne sahip bir pozisyondadır. Ancak seçim sonrası yoğunlaşan müzakere sürecine Türkiye’nin de gücü yetmedi ve müzakerelerde Amerika’nı istemiş olduğu somut başarı elde edilemedi.
3- Kıbrıs’ta bulunan doğalgaz ve petrol meselesi müzakerelerde tartışılan başlıklara yeni bir madde daha eklenmesine sebep oldu ki bu meselenin uluslararası boyut kazanarak daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oldu. Nitekim İsrail ve Rum kesiminin ortak bir şekilde oluşturdukları münhasır bölge ile çıkan yeni krize Türkiye’nin de dâhil olması ile Kıbrıs’ta çözüme uzun süreli bir ara verilmek zorunda kalındı.
4- Derviş Eroğlu ve Dimitris Hristofyas döneminde bu gelişmeler neticesinde sorunun çözümüne yönelik somut bir tıkanıklığın oluşmasına bir de tüm Avrupa’da kendini gösteren ekonomik krizler yeni bir halka eklemiştir. Dolayısı ile GKRK’nin ekonomik olarak iflası doğal olarak sürecin tekrar tıkanmasına ve mevcut “çözümsüzlük çözümdür” statükosunun devam etmesine yol açmıştır.
5- Şubat 2013’te yapılan seçimler sonrası Güney Kıbrıs'ta, Demokratik Seferberlik Partisi'nin (DSİ) lideri Nikos Anastasiadis ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu. Amerika ise bunu bir fırsat bilip tekrar müzakerelerin başlaması için konjonktürün olgunlaştığı mesajını vermeye çalıştı ise de Anastasiadis ekonomik krizi bahane ederek müzakerelere başlamaktan kaçındı.
6- En nihayetinde ABD’nin müzakerelerin başlamasına yönelik konjonktürün uygun olduğu açıklaması yapması üzerine tekrar gündeme gelen müzakereler meselesi Eylül 2013’ten bu yana bir türlü başlatılamamıştı. Sebep ise müzakerelerin başlamasına dayanak olacak “Ortak Metin” üzerinde anlaşılamamasıdır. Çünkü müzakere edilecek konular arasında iki tarafın farklı konuları öncül olarak nitelendirmesi ortak bir metnin ortaya çıkmasına olanak sağlamamıştı. Bunun üzerine Amerika iki taraf ile de uzun zamandır görüşmesinin akabinde, kendisi ortak bir metin oluşturarak tarafları en azından masa etrafında birleştirmeye çalışmıştır.
Bu gelişmelere bakıldığında ise Kıbrıs Sorununda yeni bir başlangıç yahut yeni bir boyut kazanıldığı söylenemez. Çünkü mesele uzun vadede ele alınıp değerlendirilecek ve uluslararası statüye sahip olan bir meseledir. Uzun bir aradan sonra müzakerelerin başlatılması ise sadece kısıtlı bir başarı olup asıl mesele detay sayılabilecek ancak şimdiye kadarki müzakerelerden bir sonuç çıkmasını engelleyen konu başlıkları üzerinde yoğunlaşacaktır. Detay meseleler içerisinde ise bugün birçok mesele geçmişten gelen sıkıntılardan dolayı çözümlenememiştir. Nitekim “Ortak Metin” 5. Maddede bu mesele şu şekilde ele alınmıştır: “Müzakereler, 'her konuda uzlaşı sağlanmadan, hiçbir konuda uzlaşı yoktur' prensibine dayalıdır.” Amerika ise bu meseleleri Türkiye ve Yunanistan üzerinden çözüme kavuşturmayı planlamaktadır. Bu minvalde Kıbrıslı Türk Müzakereci Kudret Özersay ve Kıbrıslı Rum Müzakereci Andreas Mavroyannis Atina ve Ankara arası mekik dokuyarak meselelere ortak bir çözüm arayışında bulunacaklardır. Amerika Kıbrıs’ta bir türlü aradığı siyasi ortamı bulamadığından, mevcut tıkanıklığı olumlu hava oluşturarak ve ilgili muhatapların sürece olumlu katkılarda bulunmasını isteyerek açmak istemektedir.
İngiltere’nin meselelere yaklaşımı ise mevcut statükonun korunması ve adada bulunan İngiliz üslerinin bekasını korumak yönünde olup, meseleyi olabildiğince takvimlere bağlayarak uzaması yönünde gayret sarf etmekle yetinmektir. Bu bağlamda sorunun çözümsüzlüğüne yönelik yapmış olduğu basit üsluplarla gelişmeleri uzaktan kumanda etmektedir. Nitekim GKRK’nin Annan Planına desek vermemesi sonucu AB’ye alınarak ödüllendirilmesi, Kıbrıs meselesinin direk olarak Türkiye üzerinden yönlendirilmesinin önüne geçmiştir. Aynı zamanda GKRK’nin AB dönem başkanlığını üslenmesi ile de müzakerelere uzun bir süre başlanamamıştır. Amerikan’ın kesintiye uğrayan süreci tekrar başlatmaya çalışmasına karşılık olarak Güney’de bulunan İngiliz üsleri içerisinde kalan arazileri imara açma sözü vererek müzakerelerde tartışılacak olan yeni bir madde daha ortaya çıkarmıştır. İngiltere için ne kadar çok tartışılacak başlık olur ise çözümsüzlük de o oranda artacak demektedir.
Sonuç olarak İngiltere başlatılan müzakerelerden rahatsız değildir. Çünkü bilmektedir ki süreç kendi istediği zemin üzerinde gerçekleşmektedir. İki taraf arasında bir uzlaşı olsa bile bu belirli bir zaman alacaktır. Nitekim Amerika’nın istediği iki toplumlu iki bölgeli bir federasyonun son aşaması ise referandumdur. İngiltere’nin ise Annan Planı sürecinde izlemiş olduğu politika halen elinde bir koz olarak beklemektedir.
Dolayısı ile bu gün Kıbrıs’ta yaşanan süreç yeni bir boyut kazanmaktan ve köklü bir çözümün bulunmasından uzak bir yörüngede seyretmektedir. Bugün tüm İslâm beldelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da modern sömürü kavgalarının iz düşümü görülmektedir. Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği ve Rusya gibi sömürgeci devletlerin, ne Birleşmiş Milletler ve benzerleri gibi sömürgecilerin güdümündeki devletlerarası kuruluşların, ne demokrasi, uzlaşma, barış, diyalog, karşılıklı hoşgörü ve taviz gibi sömürgecilerin sakızı olan beyhude sloganların, ne Türkiye ne de Kuzey Kıbrıs yöneticilerinin Kıbrıs sorununa kalıcı ve köklü bir çözüm getirmeleri söz konusu değildir.
Muhakkak ki Kıbrıs yalnızca Türkiye’nin veya Türklerin değil, bununla beraber tüm İslâm Ümmetinindir. Kıbrıs, İslâmî bir beldedir ve bu mesele Müslümanların meselesidir. Dolayısıyla tek çözüm Kıbrıs’ın gerçek sahibi olan İslâm Ümmeti tarafından ve ancak İslâm ile gerçekleştirilebilir. İslâm’ın Kıbrıs hakkındaki çözümü ise onun Osmanlı Hilafet Devleti’nde olduğu gibi Türkiye’ye tek bir bütün olarak ilhak edilmesidir. Çünkü Müslümanların devleti tektir, toprakları tektir, savaşları tektir, barışları tektir, orduları tektir, kararları tektir ve Halifeleri tektir. Kıbrıs, İslâm Ümmet’inden ayrılmaz bir parçadır. Dolayısıyla sömürgecilerin, uşaklarının, sloganlarının ve araçlarının orada yeri yoktur. Zira Allah Subhanehu ve Te’ala şöyle buyurmaktadır:
وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir. [Nîsa 141]