KIBRIS SEÇİMLERİ VE ÇÖZÜM SALVOLARI
30 Nisan 2015

KIBRIS SEÇİMLERİ VE ÇÖZÜM SALVOLARI

Kıbrıs’ta çözüm ve dönüşüm sloganları her seçim sürecinde dillenen ve vaat edilen başlıklardandır. Lozan’da Kıbrıs'ın İngiltere'ye bırakılmasından bu yana dünya güçleri arasında pay edilmeye çalışılan Kıbrıs’ta belki de en ezberlendik sözcük şu olsa gerek, "Çözüm". Maalesef İslâm beldeleri üzerinde çokça duyduğumuz bu sözcüğü yıllardır ezberleye geldik. Lakin çözülmüş olan hiçbir meselemiz olmadı. Bunun nedeni ise tek cümle ile Müslümanların çözümü hep Batı’da aramalarıdır. Ne gariptir ki sorunları olan hep İslâm beldeleri, sorunları çıkartanlar da hep Batılı İslâm düşmanları buna rağmen çözüm yine de Batı aranmakta. Bu girift ilişki içerisinde Kıbrıs Sorunu ise sadece başlıklardan bir tanesi konumundadır.

Nitekim KKTC’de Nisan ayı seçmenler tarafından olmasa da, seçilenler tarafından çok çekişmeli bir seçime tanıklık etti. Seçilecek olanların sloganlarının arasında yine “Çözüm” başlığı büyük puntolarla göze çarpan, etkili bir kampanya aracı oldu. Ancak seçimlere bağımsız girip neredeyse şansı yok denecek kadar az olan Mustafa Akıncı bu klişe sözcüğün yanına bir de “Dönüşüm” kavramını ekleyerek ayrı bir merak uyandırmayı, ilk turda olmasa bile ikinci turda yapmış olduğu ataklarla başarabildi. İki turda da seçime katılım oranının düşük olması, artık Kıbrıs’ta vaat edilen herhangi bir çözüme inancın giderek azaldığını gösterdi.

Kıbrıs’ta 4. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Mustafa Akıncı, ilk tur seçimlerinde oyların sadece %26,92’sini alabilmişti. Ancak demokrasinin en büyük handikaplarından birisi de seçmenlerin kendi istedikleri değil de tercih etmek zorunda kaldıkları bir adaya oy vermeleridir. Nitekim ikinci turda zorunlu olarak seçime katılanlar tercihlerini Mustafa Akıncı’dan yana kullanarak, Kıbrıs için umut olmasa da yeni bir yüzü yönetime getirerek sözde görevlerini yerine getirmiş bulundular.

Bu açıdan Mustafa Akıncı çözüm vaadi veya umuttan öte zorunlu bir tercih olarak seçilmiş görülmektedir. Akıncı, Kıbrıs Sorunu’na çözüm olarak federatif bir yapı olması gerektiği düşüncesini defaten açıklayan bir siyasidir. Ancak bu düşünce bildiğimiz üzere onu Cumhurbaşkanlığına taşıyan tek başlık ve yeterli etken değildir.

Uluslararası alanda Kıbrıs Sorunu, birçok tarafı olan bir mesele olarak gündemde yerini almaktadır. Özellikle Kıbrıs’ta bulunan gaz rezervlerinin Avrupa'nın enerji ihtiyacını karşılama noktasında iyi bir kapasiteye sahip olması bu küçük ada üzerinde her gün yeni plan ve projelerin yapılmasına neden olmaktadır. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere AB ülkeleri ve Rusya da meseleye taraf olmak isteyen diğer ülkelerdir. Türkiye ve Yunanistan ise her ne kadar Kıbrıs üzerinde Garantörlük hakkına sahip olsalar da, ancak garnitür olarak büyük devletlerin taleplerine göre bir Kıbrıs politikası izlemek durumda kalan bölge ülkeleridir.

Kıbrıs’ta Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte Kıbrıs Sorunu’nda çözüme dönük bir adım atılacağına yönelik kamuoyunda ciddi söylemlerde bulunanlar ise, meselenin aslı hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan safdillilerdir. Çünkü asıl sorun adada yaşayan iki kesimin de sorunlarını ele alıp çözmek değil, bu adada kendi menfaatleri için çarpışan devletlerin hizmetkârlığını en iyi şekilde yapacak bir memurun iş başına getirilmesidir. Yoksa Mustafa Akıncı’nın elinde yıllardır süre gelen Kıbrıs Sorunu’nu çözecek ne somut bir söylem, ne de köklü bir çözüm vardır.

Ancak seçilen yeni Cumhurbaşkanı ile kendi politikalarını en iyi şekilde yönetmek ve yönlendirmek için çalışan devletler, kamuoyunda çökmekte olan çözüm fikrini yeniden hakla empoze etmek için çıkan bu yeni fırsatı değerlendirmenin peşindedirler.

Erdoğan'ın Mustafa Akıncı’nın bir TV kanalına vermiş olduğu röportaja karşılık vererek polemik oluşturması, Kıbrıs seçimi üzerinden yeniden sorunun çözümüne yönelik bir farkındalık oluşmasına neden oldu. Birden Kıbrıs ve müzakereler meselesi tekrar gündem edildi. Ve yine o mugalataclı sözcük "Çözüm" herkesin ağzında dolaşmaya başladı. Yoksa Erdoğan'ın da Mustafa Akıncı’nın dillendirdiği gibi federatif bir çözümü desteklediği bilinmektedir. Ancak bir farkla; bu yönde bir çözümün mimarının KKTC değil, TC. ve en nihayetinde 2002’den bu yana ABD tarafından üzerine yüklenen bu görevi yerine getirme başarısını gösteren AKP ile olmasıdır.

ABD’nin Kıbrıs meselesini kendi normlarına göre çözüp, adadaki İngiliz varlığını söküp atmanın daha uzun vadeli bir mesele olduğunu bilmesinden ötürü, kısa vadede kendisine ada üzerinde hâkimiyet getirecek başlıklar üzerinden hareket etmek istemektedir. Bu başlıklardan birisi adada çok başlı bir yönetim ağının ortadan kaldırılması için birleşik Kıbrıs fikrini oluşturarak iki toplumlu bir federasyon oluşturmak için çalışmak; diğeri ise mevcut gaz ve petrolün bir an önce çıkartılarak faaliyete geçirilmesidir. Ancak adada iki farlı toplumun bir araya getirilmesi ve tek bir çatı altında toplanmasının önünde halen birçok engel bulunmaktadır. En önemli unsurlardan bir tanesi ise iki kesimin de yani Türk ve Rumların bu birliktelikten beklentilerinin ne olacağı meselesidir. Bilindiği üzere İngiltere, Kıbrıs'ın kontrolünü eline geçirdiği günden bugüne iki toplumu birbirine düşürecek birçok sinsi politika üreterek kendisine gelebilecek tepkilerin önünü kesmiştir. En nihayetinde "Çözümsüzlük Çözümdür" kavramını ortaya atan da kendisidir. Bu minvalde iki toplum arasındaki din, dil ve kültür farklarını çok iyi kullanıp, yıllardır Osmanlı hâkimiyeti altında bir arada huzurlu bir şekilde yaşayan bu iki toplumu, bir daha bir araya gelemeyecek şekilde ayrıştırmıştır.

ABD Kıbrıs'ın bugünkü bu siyasi buhranının farkında olarak iki toplumu bir arada tutabilecek yeni formül üzerinden ada üzerinde hâkimiyet kurmak istemektedir. Bunun yolu ise adadan çıkacak petrol ve gazın en az maliyetle Avrupa’ya taşınması ve bir an önce iki kesimin de çıkacak bu servetten kısıtlı oranda faydalandırılmasını sağlamak olacaktır. Şu anda adadaki bu siyasi buhranın önünü açabilecek en iyi argüman "GAZ" olarak görünmektedir. İsrail, Türkiye ve Yunanistan'ın da bu formüle angaje edilmeleriyle birlikte ABD bu yeni süreçte enerji üzerinden bir başarı elde etmenin gayretindedir.

ABD, 11 Şubat 2014’te Lefkoşa’da, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Lisa Buttenheim nezaretinde yayınlanan “ortak metin” ilkeleri bazında yeniden çözüm sürecini etkin hale getirmek istemektedir. Mustafa Akıncı ise bu metinden sonra ara verilmek durumunda kalınan müzakerelerin başlaması için aranan taze kan durumundadır. Lakin halen birleşik bir Kıbrıs oluşturma noktasında atılması gereken birçok adım vardır. Bu ise zaman içerisinde sürecin nasıl işletileceği ve adadaki her iki yeni yönetimin de bu işe ne kadar konsantre olabileceği ile orantılıdır.

Görünen o ki; Mustafa Akıncı bu konjonktüre kendisini hazırlamış gibi görünmektedir. Erdoğan ile arasındaki "yavru vatan" polemiği ise, Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs politikasına dair daha önceleri sarf etmiş olduğu söylemlerden kaynaklanıyor olmasıdır. Nitekim Akıncı’nın adada bulunan GKK’den ve Türkiye'nin ada üzerindeki siyasi otoritesinden rahatsız olduğu bilinmektedir. Erdoğan ise Kıbrıs Sorunu’nun uluslararası kamuoyunda kendi kontrolünde bir çözüme kavuşmasından yanadır. Erdoğan sadece siyasi prestij kazanımından öte, Kıbrıs’ta çıkarılacak olan doğalgazın da kendi kontrolünde dağıtılmasının, KKTC’nin kendi tarafından temsil edilmesi noktasında önemini bilmektedir. Bu yüzden Akıncı’nın daha seçilir seçilmez vermiş olduğu röportajdaki iki kardeş ülke söylemine Erdoğan'ın sıcağı sıcağına karşılık vermesi önümüzdeki müzakere sürecinde de süreci tek başına Akıncı’ya emanet etmeyeceği sonucunu çıkarmaktadır.

Bilinmelidir ki; Erdoğan'ın Kıbrıs Sorunu’na dair vermiş olduğu çaba ile Akıncı'nın vermiş olduğu çaba prensipte aynı olsa da ekol anlamında farklılıklar taşımaktadır. Ancak her iki liderin de Kıbrıs Sorunu’na dair net ve köklü bir çözüm arayışı içinde olmadığı bilinmektedir. Çünkü Türkiye'nin bir Kıbrıs politikası yoktur. İngiltere'nin ve ABD'nin bir Kıbrıs politikası vardır. Bu yüzden Kıbrıs'a hak ettiği değeri verecek, bu adada yaşayan halkların yıllardır siyasi hegomanya savaşından çektiği zulümleri sonlandıracak ve hak ve adaletle burayı yönetecek bir Hilâfet Devleti olmadığı sürece Kıbrıs’ta bir KÖKLÜ ÇÖZÜM olmayacaktır.

Selam ve dua ile...

@kadircimen06