\'Kayserili Pazarlığı’nın\' Ardından Bir Değerlendirme
28 Mart 2016

\'Kayserili Pazarlığı’nın\' Ardından Bir Değerlendirme

Türkiye ile AB arasında 17-18 Mart 2016 tarihlerinde yapılan görüşmelerin ardından taraflar arasında mülteci meselesi üzerinde anlaşma sağlandı. Toplantının yapıldığı Brüksel’den dönüş yolunda Başbakan Davutoğlu’nun yapmış olduğu açıklamalar, görüşmelerin ve yapılan anlaşmanın Türkiye açısından ciddi bir başarı olduğu şeklinde idi. Nitekim Başbakan Davutoğlu, AB ile varılan mutabakatı gazetecilere anlatırken: *“*Bugün tarihi bir gün. Bu, sadece sonuçlarından dolayı değil kullanılan metotlarından dolayı da bir başarı hikâyesi oldu…” ifadelerini kullandı.

Bilindiği gibi mülteci sorunu üzerine AB ile Türkiye arasındaki görüşmelerin ilki 7-8 Mart tarihlerinde yapıldı. Bu ilk görüşmede Türkiye taleplerini iletti ve bu taleplerin AB’li liderlerin kendi aralarında tartışmaları için on günlük bir süre belirlendi. Taleplerin neler olduğunu ise yine dönüş yolunda Başbakan Davutoğlu şu ifadelerle açıkladı: “Biz ilk 3 milyarı, bir yıl içinde demiştik. Onlar da iki yıl için ısrar ediyordu. ‘Yeni bir boyut getirdik, bütün masraflar artacak, 3 milyar daha istiyoruz’ dedim. ‘Geri kabulden kaynaklanan bütün masrafları da siz vereceksiniz’ dedim. Diyelim, Ege Denizi’nden 1000 kişi bunların havayolu ile memleketlerine gönderilmesi sırasındaki masraflar da size ait. Kayserili pazarlığı iyi oldu. Artı 3 milyar Euro yani. Onlar bunu açıklamalarında zikretmediler, çünkü bunun için zirve kararı lazım; 18 Mart’a hazırlık yapmaları lazım. 2018’e kadar 6 milyar olacak. Ayrıca beş fasıl var; 15, 23, 24, 26, 31’inci fasıllar açılsın. Bu da tabii önemli. Hollanda dönem başkanlığı boyunca bu beş faslın açılmasını bekledik. Rumlar direniyor ama 23, 24’ü kesin açarız diğerlerinden kaçmak istiyorlar…”

Neticede AB Türkiye’nin bu taleplerini kabul etti ve taraflar anlaşmaya vardıklarını; AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı ortak basın toplantısıyla duyurdu. Yapılan bu anlaşmaya göre özetle; AB, Türkiye ile yaptığı üyelik müzakereleri çerçevesinde ekonomik kriterlerin ele alındığı 33’üncü faslı açacak, diğer fasılların açılmasını da hızlandıracak. 20 Mart'tan sonra Yunan adalarına giden mülteciler, 4 Nisan'dan itibaren Türkiye'ye geri gönderilecek. Avrupa da aynı tarihte Türkiye'den mülteci almaya başlayacak. Türkiye'deki Suriyeli mülteciler için Avrupa'nın sağlayacağı 3 milyar Euro, anlaşmanın ardından verilmeye başlanacak ve 2018'e kadar ek 3 milyar Euro daha takviye edilecek. Türkiye'nin beklediği vize serbestisi ise geriye kalan 35 kriterin tamamlanmasıyla en geç haziranda hayata geçirilecek…

Mülteci korkusu yüzünden AB’nin Türkiye’nin bu taleplerini bir çırpıda kabul edivermesi elbetteki şaşılacak bir durum değildir. Zira bahar aylarına girdiğimiz şu günlerde Avrupa’ya, geçen yıl olduğu gibi kışa kadar sürecek olan çok yoğun bir mülteci akımı başlayacaktır. Ocak ayında 60 bin, Şubat ayında da 35 bin olan Avrupa’ya geçen mülteci sayısının, bahar aylarıyla birlikte 100-150 bin civarında olması beklenmektedir. İşte Avrupa’yı panik havasına sokup, Türkiye ile istediği şartları kabul etme adına bir an önce masaya oturup anlaşmaya iten neden budur. Ancak bu gelişme, AB’nin Türkiye’ye karşı yumuşadığı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla mülteciler konusundan kaynaklanan bu yakınlaşma, AB’nin Türkiye’ye üyelik konusunda yıllardır uygulamış olduğu oyalama taktiğinin değişeceği anlamına ise hiç gelmemektedir.

Bu açıklamaların ardından mülteciler üzerinden Avrupa ile Türkiye arasında oluşan anlaşma zeminine ve öncesine bir göz attığımızda, mülteci sayısının kasıtlı olarak arttırılmaya çalışıldığını ve bu konuda Rusya’nın özel gayret sarf ettiğini görmekteyiz.

Mesela IŞİD bahanesiyle ABD tarafından Suriye savaşına müdahil edilen, gerçekte ise görevi Esad rejimini ayakta tutup “İslami Kıyamı” bitirmek olan Rusya’nın Kasım 2015’ten sonra sürekli olarak Türkiye’nin sınırına yakın bölgeleri, özellikle de sivilleri bombalayıp mülteci sayısının artmasına neden olmasının sebebi nedir? Zira Rusya’nın bombaladığı Halep, Azez ve Türkmenlerin bulunduğu bölgeler gibi kesimlerde IŞİD yoktur. Bu bombalamaların Suriye’de; Türkiye ve İran gibi yandaşlarının da desteğiyle mülteci meselesini kucağına attığı Avrupa’yı devre dışı bırakarak bölgeden uzak tutmak isteyen ABD’nin rolü nedir? Daha da önemlisi, bu göçün yükünü çeken ve Avrupa ile mülteciler arasında bir tampon görevi gören Türkiye bu meselenin neresindedir?

ABD ve Rusya’nın Suriye konusunda birlikte hareket ettikleri ortadadır. Zira her ikisinin de çıkarları Suriye/Esad rejiminin ayakta durmasından yanadır. Ancak şu da bir gerçektir ki, Suriye’de şu an tek söz sahibi olan ülke ABD’dir. Dolayısıyla Suriye’deki savaş, ABD ile “muhalif” olarak isimlendirilen Suriye halkı arasındadır. Rusya, İran ve Türkiye ise ortak çıkarları(!) doğrultusunda ABD’nin kendilerine yüklemiş olduğu misyonu yerine getirmektedirler. İşte Esad rejiminin devrim tarafından köşeye sıkıştırıldığı günlerde ABD’nin Rusya’yı Suriye’ye çekmesinin nedeni de budur. Yine aynı çerçevede Türkiye ise bizzat kendisi ABD ile ortak olduğuna vurgu yapmaktadır. Nitekim Latin Amerika turunu tamamlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dönüş yolunda soruları cevaplarken: “Ve bakın, Biden yanında bir yardımcısı ile geldi. Daha önce Sayın Obama’nın yanında da adı geçen bir ulusal güvenlik temsilcisi. Cenevre temsilcilerinin olduğu dönemde PYD gelemiyor, o kalkıyor, Kobani’ye gidiyor. Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz nasıl güveneceğiz. Ben miyim senin ortağın yoksa Kobani’deki teröristler mi? ifadelerini kullanmıştır.

Sonuç olarak mülteci konusu Avrupa’nın elini kolunu bağlamıştır. Bu nedenle Avrupa hem Suriye meselesinin dışında kalmış, hem de bugüne kadar üyelik müzakerelerinde ciddiye almadığı Türkiye’nin mülteciler konusundaki bütün isteklerini kabul etmiştir. İşte son aylarda Rusya’nın Türkiye sınırına yakın bölgeleri ve özellikle de sivilleri sürekli bombalayarak mülteci sayısının artmasına neden olması, Avrupa’ya yönelik mülteci tehdidini artırmak ve Avrupa’yı mülteciler üzerinden baskı altında tutmak içindir. Hatta Rusya bu uğurda, savaştan kaçan sivillerin Türkiye sınırına yakın bölgelerdeki Arap ve Türkmen sığınmacıların çadırlardan müteşekkil kamplarını bile vurmuştur.

Bu bombalamalar, Suriye’nin diğer bölgelerindeki saldırılar gibi ABD ve Rusya’nın Suriye üzerindeki ortak hareketinin bir neticesidir. Kısacası ABD’nin Suriye üzerindeki planlarını Rusya eliyle uygulamaya koymasıdır. Ancak burada bizim için önemli olan diğer ortağın(!) yani Türkiye’nin durumudur. Türkiye ile Rusya’nın arası zaten tesadüfen, soydaşlarından ve dindaşlarından oluşan masum sivillerin sırf bu kasıtla bombalanıp katledilmesinden ve yurtlarından sürülmesinden hemen önce, “uçak krizi” sebebiyle bir anda açılmıştı. Uçak kriziyle başlayan karşılıklı atışmalar ve tehditler, bombalamalar üzerinden bu süreçte de devam etti ve Türkiye’nin tavrı yalnızca bunlardan ibaret kaldı. Ne bir yaptırım, ne diplomatik bir hamle, ne de askeri bir müdahale ortaklarına karşı söz konusu dahi olmadı.

Anlaşılan pazarlıklar çok önceden yapılmış; ancak bu yapılanlar uyanıklıktan ve siyasi güçten kaynaklanan “Kayserili Pazarlığı” değil, acziyetten ve basiretsizlikten kaynaklanan “zorunlu ortaklık” pazarlığıdır…