Yıl, miladi 1924; aylardan mart ayı ve yer TBMM. Pazartesi günü öğleden sonra saat 3.25’te başlayıp 6.45'e kadar devam eden ikinci oturumda eller, bir asır sürecek zillet, katliam, çöküntü ve kaos için kalktı. O meşum karar için ellerini kaldıranların birçoğu belki de neyi ilga ettiklerini, neyi yıktıklarını, nelerden vazgeçtiklerini, neleri terk ettiklerini ve nelere yol açtıklarını bilmeksizin koskoca bir ümmetin koruyucu kalkanını parçaladılar.
Evet, onların birçoğunun tehditler ve korkutmalar sebebiyle el kaldırarak yıktıkları şeyi, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem “kalkan” olarak vasfetmiş ve şöyle demişti: [إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ] “İmam (Halife) bir kalkandır. Ardında savaşılır ve onun ile korunulur.”
Koca bir ümmetin koruyucu zırhı ve kalkanı parçalandı. Artık o kalkanın koruduğu şeyler savunmasız ve korunaksız kaldı. Ardından savunmasız kalan koskocaman bir dev, aç köpeklerin, kurt ve çakalların bitmek bilmeyen saldırılarına uğrayıp paramparça edildi. Hatta en zayıf, en cılız ve korkak olanları bile bu koca deve saldırmaya cüret edebildi.
Peki, Allah Rasulü’nün tarifiyle kalkanımızı ve zırhımızı kaybetmemiz ile neleri kaybettik?
İslam Akidesi üzerindeki korumayı kaybettik! Artık o günden sonra bozuk ve sapkın inanç ve fikirlere sahip kafir Batılılar, bu sapkın fikirlerini bizim topraklarımızda bizim insanlarımıza empoze etmeye, “eğitim müfredatı” adı altında nesillerimizin zihinlerine çakmaya başladılar. Her türlü iletişim ve medya araçlarıyla bu batıl fikirleri yaymaya çalıştılar. “İnanç özgürlüğü” maskesi altında bir yandan sapkın inançları kamuoyu haline getirmeye çalışırken bir yandan da İslam akidesine ait fikirleri savunmayı “bağnazlık, gericilik ve yobazlık” olarak gösterdiler. Allah’a, Kitabı’na ve Rasulü’ne karşı yapılan her türlü saldırı ve hakaretleri -sözde- “ilmî tenkitler” olarak sunarken, İslam akidesine inanmayı bilim dışı, ilkel ve dogmatik olarak lanse ettiler. Tüm bu saldırı ve çabalar neticesinde; ateist, deist, agnostik vb. sapkın inanç ve fikirleri İslami beldelerde yayarak gençleri ve nesilleri İslam’dan uzaklaştırmayı, şüphelerle zihniyetlerini bozmayı hedeflediler.
Hayata dair tüm problemlerin çözümünü içeren İslami hükümlerin tatbikini kaybettik! Yüzyıllar boyunca Müslümanların hayatlarını, inandıkları akideden çıkan vahiy kaynaklı şer’i hükümler ve kanunlar düzenliyordu. Eğitimden ticarete, aile hukukundan yönetime hayatın tüm alanlarını İslâmi hükümler belirliyordu. İslam toplumlarında geçerli olan hukuk ve adalet anlayışı tüm toplumlara örnek ve model oluyordu. Ancak Hilâfet’in kaldırılması ile birlikte bu hükümler ortadan kaldırılıp yerlerine Batı’dan ithal edilen ve basit tercümelerle çevrilip kanunlaştırılan hukuk ve hükümler getirildi. İşte o günden sonra hayata dair sorunlar çözülmediği gibi, bu sorun ve problemler çok daha büyüyerek bir kördüğüm haline geldi. Artık kimsenin adalete ve hukuka güveni kalmadı. Kanun koyucular ve uygulayıcılar, bu Batı’dan ithal kanunları sadece bir avuç sermaye ve yönetim sahibi azınlığın çıkarına olacak şekilde düzenlediler. Bu sebeple beldelerde, ifsat, zulüm ve suçlar yaygınlaşmaya, hiç kimse kendini güvende hissetmemeye başladı. Her yerde büyük cezaevleri inşa etmekle ve bununla övünülmesine rağmen bu cezaevlerinde boş yer kalmadı.
Vahdetimizi ve birliğimizi kaybettik! Türk, Arap, Acem ve diğer milletlerden Müslümanlar olarak tek bir ümmettik. Topraklarımız bir, savaş ve barışlarımız bir, sevinç ve hüzünlerimiz birdi. Hiç görmediğimiz ve hiç tanımadığımız beldelerde kelimenin tam anlamıyla kardeşlerimiz vardı. Zira yeryüzündeki tüm Müslümanları birbirine bağlayan yegâne bağ, İslam akidesi bağı ve bu akideye sahip olmanın getirdiği İslam kardeşliği idi. Ta ki Batı’da ortaya çıkan milliyetçilik ve vatancılık fikirlerinin bizlere sirayet etmesi ve vahdetimizi sağlayan Hilâfet’in kaldırılması ile, artık 50’den fazla küçük milletlere, vatanlara ve devletçiklere bölündük. Hatta Batı’nın çıkarları doğrultusunda ortaya atılan fitnelerle birbirine buğuz eden ve düşmanlık besleyen halklar, toplumlar haline geldik. İslam kardeşliğinin yerini, milliyetçilik, ulusçuluk ve vatancılık bağları aldı. Değerleri farklı, milli çıkarları farklı, vatanları farklı, bölünmüş ve dağılmış tesbih tanelerine döndük. Bu parçalanmışlığın en somut acısına ve en yakın göstergesine Gazze’de şahit olduk. Halkı Müslüman olan 57 ülke, 57 halk ve 57 yönetim, bu bölünmüşlük ve parçalanmışlığın sebebiyle aylardır aynı akideye sahip olan kardeşlerinin soykırımını izlemekte ve çaresizce seyretmekte. Bu mezalimi durduramadığı gibi kardeşlerine bir yardım eli uzatamadı. Bu katliamları gerçekleştirenleri tedirgin edecek tek bir somut adım bile atamadı.
Topraklarımızı ve servetlerimizi kaybettik! Başta kutsal beldemiz Filistin olmak üzere İslami beldelerinin birçoğu sömürgeci kafirler yada Yahudi varlığı tarafından fiilî olarak işgal edildi. Ecdadımızın kanları ve canları ile fethettikleri topraklarımız, kafirlerin necis postallarının altında çiğnendi. Sadece topraklarımızı işgal etmekle kalmadılar, yer altı ve yer üstü tüm kaynak ve servetlerimizi de gasp edip çaldılar. Dünya rezervlerinin çok büyük bir kısmını oluşturan başta petrol ve doğalgaz gibi kaynaklar olmak üzere, tüm maden rezervlerinin üzerinde çöreklenerek, bu servetleri amansızca sömürdüler. Su kaynaklarımızı, nehir ve denizlerimizi, boğaz ve kanallarımızı kendi çıkarları doğrultusunda işgal ettiler. Daha bunlar gibi nice servetimiz talan edildi. Ve İslâm coğrafyasında, Müslümanların başındaki yöneticiler ise ümmetin paha biçilmez bu yer altı ve üstü kaynaklarını korumaktan ziyade bu kaynakların talan edilmesine seyirci kaldılar.
Hayata bakış açımızı ve tüm değer ölçülerimizi kaybettik! Allah’ın dini olan İslam’a iman eden her bir Müslümanın hayata dair özel ve mümeyyiz bir bakış açısı ve yine bu hayata bakışın şekillendirdiği değer ölçüleri olmak zorundadır. Bu bakış açısını ve değerleri ona kazandıran İslam’dır. Zira Müslüman, -kafirler gibi- hayatı sadece bu dünya hayatından ibaret görmez. Bu dünya hayatında yaptıkları ve yapmadıklarından ahirette hesaba çekileceğine iman eder ve hayatını buna göre düzenler. Bu bakışa göre de hayatı Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yaşamaya çalışır. İyiliği ve marufu yaymak, münkerleri ortadan kaldırmak, hak, adalet ve doğruluğu esas almak, her mazluma kucak açıp kol-kanat germek, zulme ve haksızlığa -nereden olursa olsun- karşı çıkıp mani olmak, sadece insanları değil tüm canlıları ve tabiatı koruyup kollamak, kendisi için istediği iyilik ve güzelliği diğer tüm insanlar için de istemek, insanların can, mal, nesil, ırz ve şereflerini korumayı “yüce idealler” olarak benimsemek… ve bunlar gibi daha nice değer ölçülerine sahip olup hayatta bunları hakim kılmak için mücadele eder. İşte tüm bu yüce değerleri ve hayata bakış açılarını kaybedenler, bu hayatı sadece zevk ve eğlenceden ibaret görmeye kendileri dışında hiç kimseye değer vermemeye başladılar.
Gelecek vizyonumuzu ve nesillerimizi kaybettik! İslam akidesine dayalı İslami kültürü terk edip Batı kültürünü esas almaya başlamamızdan sonra, bunun en vahim sonucunu nesillerimiz üzerinde gördük. Batı kültürü ve yaşam tarzı üzerinde bir eğitim müfredatı ile yetiştirilen gençler, kendi değerlerinden kopuk, geleceğe dair umudu ve vizyonu olmayan nesiller haline döndüler. Geleceği inşa edecek nesiller; şehvetlerinin peşinde, uyuşturucu batağında, suç ve şiddet sarmalında bir hayata mahkûm edildiler.
İşte bunlar, kalkanı ve zırhı parçalanan İslam ümmetinin kayıplarından bir kaçıdır. Kayıp asrın insanları olarak sadece biz Müslümanlar değil tüm insanlar, insanlık onurunu ve medeniyet tasavvurunu kaybetti. Doğuda ve Batıda artık hiçbir halkın geleceğe dair umudu ve tasavvuru kalmadı. İnsanlığın tüm servetlerini sömürmek için hiçbir değer gözetmeyen, insanı, “insanın kurdu” olarak tasvir eden, menfaati için sadece insanı değil tüm canlıları ve doğayı yok etmekten çekinmeyen bu yok edici küresel sistemin pençesinde esir olmuş halklar haline geldiler. Birkaç teknolojik alet, birkaç ışıltılı hayat ve sahte pırıltılardan oluşmuş sokaklar ile gizlenmeye, örtülmeye çalışılan “kayıp bir asrın” insanlarına dönüştüler.
Ama artık makyajlar döküldü, perdeler yırtıldı ve güneşin doğmaya başlamasıyla birlikte, karanlıkta mum ışığında oynanan gölge oyununun sahte cazibesi kayboldu. Batı’nın yıllardır korkunç yüzünü maskelemek için kullandığı “insan hakları” ve “uluslararası hukuk” gibi söylemlerin sahteliği, Gazze’de ifşa oldu. Artık temelleri sarsılmış ve yıkılmak üzere olan bina, sıva ile ayakta duramıyor. Gözleri karanlığa alışmış bir avuç azgın zümrenin dışında insanlık, aydınlığa ve güneşe koşuyor.
İşte tüm insanlığın ümitle beklediği değişimin öncülüğünü Allah’ın vaat ettiği ve Rasulü’nün müjdelediği istikbale iman etmiş Müslümanlar yapacaktır. Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ bu vaadini şöyle buyurarak beyan etmişti:
[وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًاۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـًٔاۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ] “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' halifeler kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' halifeler kılacak, kendileri için razı olduğu dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” [Nur Suresi 55]
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise bu müjdesini şöyle beyan etmişti:
[ثُمَّ تَكُونُ جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَاُ شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ] “... Sonra zorba yöneticiler olacaktır. Allah'ın dilediği kadar kalacaklardır. Sonra onları ortadan kaldırmayı istediği zaman kaldıracak ardından da nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır." [Ahmed ve et-Tayalisi]
Bir asırlık kayıptan sonra müjdelenen istikbalin kapıları açılmaya başlamış ve artık bu yüzyılın “İslam’ın yüzyılı” olacağının tüm işaretleri ortaya çıkmıştır. Bir sonraki asrın sakinleri, geçmiş yüzyıllarını ifade ederken bizler gibi “kayıp asır” olarak değil, “İslam’ın yüzyılı” olarak isimlendireceklerdir, Allah’ın izniyle.
İşte bu müjdelenen çağı başlatacak olanlar, bizler olacağız ve sizler olacaksınız! Artık kaybedecek bir günümüz bile yok!