Korku, karşılaştığımız sorunlarda bizleri “kaç” ya da “savaş” ikilemine sokan duygu hallerimizden biridir. Yaşadığımız bir olay karşısında problemlerimizin çözümü için ya üzerine gideriz ya da ondan kaçarak kendimizce geçici de olsa bir çözüm buluruz.
İki tür korku vardır. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1- Fıtrattan gelen korku: Ani olaylar karşısında verdiğimiz tepkidir. İnsanın acizliğinden gelir ve iradesi dışında olduğu için bunu söküp atamaz.
2- Fikirlerden kaynaklanan korku: Sahip olduğumuz fikirlerin neticesinde yaşadığımız korkulardır. Fikirlerin etkisinden kaynaklandığı için artması, azalması, değişmesi ve yok olması mümkündür.
Bunlar bireysel korkulardır. Ancak bu makalede değinmek istediğim konu bireysel korkular değil, kitlesel ve küresel korkulardır.
Bilindiği gibi tüm yönetim nizamlarında toplumsal düzeni sağlamak için kanun koyucular tarafından belirlenen hukuk kuralları vardır. Bir düzen ve otorite sağlamak için cezai yaptırımları olan bu kurallar ile fertler devamlı tehdit edilir. Ancak kapitalizm ideolojisi bununla yetinmez. Toplumları istediği çizgiye getirmek, ekonomiden siyasete, eğitimden sosyal iletişime kadar birçok hususu kendi menfaati doğrultusunda seyrettirmek için korku mefhumunu kullanır. Mesela, Dünya’nın sonunun nasıl geleceğini sorduğunuzda Allah’a iman eden bir Müslüman’ın vereceği cevap “kıyametin kopmasıyla” olur. Diğer insanların vereceği cevaplar ise muhtemelen aşağıdakilerden biridir.
“Göktaşı düşecek dünya yok olacak”
“Küresel ısınma dünyayı kavuracak”
“Uzaylılar dünyayı istila edecek”
“Su savaşları çıkacak”
“Robotlar insanları esir alacak”
“Virüsler dünyayı saracak”
“Ekonomik krizler toplumları yok edecek”
“Zombilerin dönemi gelecek” vs. vs. vs…
Bu cümleleri duymayanınız yoktur. Çünkü sürekli bu ve buna benzer komplo teorileri ortaya atılmaktadır. Hatta filmlerde, bilim programlarında ve belgesellerde bile bu konular işlenmektedir. Çünkü korku siyaseti kapitalizmi besleyen en önemli unsurlardan biridir. Sadece yasa ve kanunların düzeni için kullanılmayacak kadar elzem bir meseledir. Bakın dönem dönem sürekli ekonomik krizler yaşanır, açlık, işsizlik, savaş, hastalık vb. gibi durumlar ile toplumlara sürekli korku psikolojisi empoze edilir. Hatta neticesinde yaşanan insani dramlar bile bilinçli olarak servis edilir. Çünkü 5 kişinin yaşadığı dram ile 5 milyon kişinin korkması hedeflenir. Bu sayede kapitalizm ömrünü uzatacak yeni alanlar açar.
İşte bunun son örneği, “Corona” virüsüdür. Dünya üzerinde her yıl sigaradan, uyuşturucudan, diğer enfeksiyon hastalıklarından ve hatta gripten bile ölen insanların sayısı milyonlar ile ifade edilirken bir anda tüm dünya Corona virüsüne kitlenmiş durumda. Evet, kolay bulaşması ve ölümcül sonuçları olması hasebiyle bu denli dikkat çekmesi son derece normal. Ancak birileri sanki bilinçli bir şekilde bu virüsten korkmamız için sürekli medyada kalmasını sağlıyor. Hatırlarsanız daha önce de domuz gribi, kuş gribi, Ebola ve Sars gibi virüsler vardı. Dünya gündemini bayağı meşgul etmişlerdi. Peki, çözülebildi mi? Hayır! Ama tam olarak çözülememişken gündemden düştüler. Daha doğru bir ifade ile onların medya etkisi geçtiği için gündemden düşürüldü!
İnsanlar fıtratı gereği içerisinde bulunduğu durum ne kadar zor olursa olsun ona alışır. Korku ve endişeleri devam etse dahi insan üzerindeki amelî etkileri zamanla kaybolur. Bunu çok iyi bilen kapitalistler etkisi geçen korkunun yerine hemen bir yenisini üretir. Çünkü kişinin korkularına alışması onların işine gelmez. İnsanın amellerinin değişebilmesi için ya fikren ikna edilmesi lazım ya da sürekli tehdit edilmesi. İnsanları fikren ikna etmeye muktedir olmayan bir ideolojinin tek çıkar yolu onları sürekli korku dairesinde tutmaktır. İşte dönem dönem yazılan bu felaket senaryolarının ana gayesi budur.
Kapitalizm, her ne kadar özgürlük ve demokrasi gibi kavramları fikrinin kaynağı kılsa da, insanlara güzellik adına vaat edebileceği hiçbir şeyi yoktur. Zaten ideoloji olarak da anarşi ve kaostan beslenir. Hâl böyle olunca topluma sunabileceği tek şey korku siyasetidir. Özellikle teknoloji ve iletişim araçlarının gelişmesi ile birlikte istediği bu etkiyi saniyeler içinde oluşturabilmektedir. Hatta sosyal medya aracılığı ile korkularımızı bile istedikleri gibi dizayn etmekteler. Örneğin, yanı başımızdaki çok tehlikeli bir olaya karşı duyarsız kalırken, bize uğraması milyarda bir olan bir olaya karşı ise aşırı korku duyabiliyoruz.
Müslümanlar olarak durum biraz daha vahimdir. Hayatın gayesini anlayan bir Müslüman’ın korkacağı tek güç Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*dır. Ancak yukarıda izah ettiğimiz sebeplerden dolayı haram yemekten korkmayan bir Müslümanın rızık endişesi taşıdığını görüyoruz ya da faizden korkmazken malının azalmasından korkmasına, hesap gününden korkmazken ölümden korkmasına, Allah’ın vaadine rağmen kâfirlerin gücünden korkmasına… Maalesef ki bu fikirler Müslümanlarda fazlasıyla mevcut. Çünkü korkularımız sistematik olarak koordine ediliyor.
Görüldüğü gibi korku siyaseti kapitalizm menşeili bir stratejidir. Konunun başında da belirttiğim gibi sahip olduğumuz mefhumlar ile alakalıdır. Korkularımızın esiri olmak istemiyorsak Allah'a olan imanınızı hatırlamalı, O’ndan korkup yine O’na güvenerek cesaret bulmalıyız. O’nun emir ve nehiylerine sımsıkı sarılmalıyız ki kapitalizmin korku oyunlarına yenik düşmeyelim.
فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur.” [Enam 48]
Selam ve dua ile…