Şimdi “döviz yükselmesin” diye dua edelim…
Çünkü döviz yükselirse bu sefer hem mal ve hizmetlere gelen zamlar sırtımıza yüklenecek hem de hükümetin sanki yeni icat edilmiş gibi servis ettiği “döviz korumalı TL mevduatı” sistemini uygulamaya koyması ile dövizdeki yükseliş farkı yüklenecek. Yani bankada parasını TL üzerinden faiz elde etmek üzere tutanların dövizden doğan farkı da hazineden karşılanacak. Geçiş garantili köprüler, geçiş garantili yollar, hasta garantili şehir hastaneleri ve sonunda kur garantili mevduat hesapları…
Hazinede para olmadığına ve gelir-gider hesaplandığında açığı tescillenmiş yeni bütçe de TBMM’nin onayından geçtiğine göre, Merkez bankası, dövize endeksli faizi ödemek için fazla mesai yaparak para basacak. Para piyasaya sürülünce de enflasyon hızla yukarı doğru tırmanacak.
Müslümana yakışır şekilde aklımızı kullansak ve araştırsak şu soruyu sormamız gerekirdi:
“Dövize endeksli kur farkını yani faizi kim ödeyecek?”
Ziraat Bankası Genel Müdürü Alpaslan Çakar, “Buradaki maliyetin kamu bankaları ve ilgili bankalar tarafından karşılanması söz konusu değil. Bu maliyet Hazine tarafından karşılanacak” diyerek zaten bu sorunun cevabını vermişti.
Dedim ya; dua edelim döviz yükselmesin yoksa iki kere batarız. Bir acı getirisi de; çocuklarımız hatta daha dünyaya gelmemiş torunlarımız da bu bozuk kapitalist nizamın borcuna ortak olacak. Gelire değil ama borca istemesek de ortak ediliyoruz. Ama laik kapitalist nizam, kişi başına düşen geliri hesaplarken holding sahiplerinin gelirleriyle asgari ücretle çalışan işçilerin gelirini topluyor, sonra eşit bir şekilde bölerek hokkabazlık yapıyor. Vergi, borç, zamda somut bir ortaklık, gelir dağılımında soyut bir ortaklık… Yani haydutluk hüküm sürüyor. “Artık bilimsel verilerin kutsandığı pozitivizm yolunda uygar medeniyetleri takip ediyoruz” değil mi?
Bir haydut dünyayı ele geçirse, bundan daha iyi bir senaryo yazıp tüm insanlığa bir sömürü nizamı olan kapitalizmi böyle tatlı tatlı dayatamazdı. İkna kabiliyeti hususunda demokratik siyasetçilerin eline usta aktörler bile su dökemez. Öyle ya, sözde şiddete karşı olduğunu ileri süren Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in yanında bir muhabir tokatlanırken istifini bozmadan ve en ufak renk vermeden konuşmasına devam etmesi, oskarlık artistlere taş çıkartacak bir performanstı. Etkilenmedim desem, yalan olur.
Fatma Şahin’in muhabir tokat yerken hiçbir şey olmamış gibi davranıp konuşmasına devam etmesi; siyasetin renk vermeden neleri örtebileceğini ortaya koyuyor. Demokrasi, gözünüzün içine bakarak var olan durumun tam aksini iddia etme ve ikna kabiliyetine sahip.
Kapitalist nizam ile yöneten ya da yönetmeye talip olan muhalefetin sihirli sözlerle ikna etme kabiliyetini kullanarak yaptıkları illüzyonundan kendimizi nasıl koruyacağız?
Her şeyden önce kapitalist demokratik nizamın temelinin menfaat olduğunu unutmayacağız. Batılıların çıkar üzerine inşa ettikleri bu nizam batıldır, bozguncudur ve fıtrata uygun değildir. Bu nizam ile yönetecek bir lidere vekâlet vermek ile kurban kesmesi için vekâlet verdiğiniz birisinin domuz keseceğini bile bile ona vekâlet vermek arasında bir fark yoktur.
Yüzeysel ya da derin düşünme bu hususta size yardımcı olamaz. Belli noktaları görebilirsiniz lakin 360 derece bir perspektife sahip olabilmek için aydın düşünme metodu şart. Yüzeysel düşünme ile sahnedeki illüzyon gösterisini izler ve alkışlar; derin düşünce ile hileyi ortaya çıkarabilir; aydın düşünce ile perde arkasındakileri görebilirsiniz. İzleyenler ve hileyi ortaya çıkaranlar sadece sahnelenen gösteri içinde kaybolup gitmişlerdir. İnsanı kalkındırabilecek çözümün; fıtratına uygun, akla kanaat ve kalbe güven veren doğru bir çözüm olması gerekir. Siz eğer iman ettiğiniz İslâm akidesi ile değil de insan aklından çıkan akide, nizam ve fikirlerle sorunlarınızı çözmeye kalkarsanız -ki bir asırdır bu kısır döngünün içindeyiz- 66 hükümetin yapamadığını 67.sinde bulmak için beyhude bir çabaya girişir, mevcut vakada olduğu gibi tökezler, tekme yer, açlığa, sefalete ve zulme maruz kalırsınız. Bir seçim daha… bir seçim daha…
Şimdi mevcut vakayı hep beraber tahlil edelim:
“Dış güçler saldırıyor, biz de ekonomik kurtuluş savaşını başlatıyoruz. Onların doları varsa, bizim de Allah’ımız var. Sana, bana ne oluyor, nas var nas! Bir Müslüman olarak ben faize karşıyım” söylemlerinden sonra son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hiçbir vatandaşımızın ‘kur daha yüksek olacak’ diye mevduatını Türk lirasından dövize geçirmesine ihtiyaç kalmayacak. Türk lirası mevduat geliri kur altında kalırsa aradaki fark ödenecek” dedi.
Yüzeysel düşünce: Bu düşünce tipinde insanları etkileyen ve yollarını belirleyen pusula içgüdülerdir. Kapitalizmde ikna; insan içgüdülerini manipüle ederek düşünce ve eylemlerini değiştirme girişimidir. Uzunca bir süredir kurgulanan pandemi sürecinden örnek verecek olursak; kapitalizmin egemenliğinde günde 25 bin kişi açlıktan ölürken, virüs kaynaklı günlük ölüm ve vaka sayılarını yayınlayarak beka içgüdüsünü harekete geçirmenin amacı elbette insan hayatı değildir.
İnsanları bu sözler etkiler. “Ekonomik kurtuluş savaşı” söylemi beka içgüdüsünü harekete geçirir; “Onların doları varsa, bizim de Allah’ımız var. Sana, bana ne oluyor, nas var nas! Bir Müslüman olarak ben faize karşıyım” söylemi ise tedeyyün içgüdüsünü… Bu duyguyla hareket edenler söylenenlere inanacak ve savunacaktır. Sanki bir hak-batıl savaşı varmış hissi uyandırıyor değil mi?
Peki, kur farkının ödenmesini taahhüt etmek kimi hareket geçirir? Tabii ki parasını bankada tutup faiz yiyen lobiyi. Zira bu sistem onların homurtuları için devreye sokuldu. Onlar enflasyonun altındaki faiz oranından rahatsız oldular. Ellerindeki parayı dövizde tutmasınlar diye bu süreç başlatıldı. Ama burada parasını faizde tutmayan, yastık altında saklayan için de “sultanların âlimleri”, “Bu faiz değildir, hibedir” diyerek devreye giriyor. Eveliyor geveliyor ve faizin üstünü süslü sözlerle örtmeye girişiyorlar. Başta dediğimiz gibi; kapitalizm ikna edebilmek için avucunun içine aldığı her enstrümanı zamanı gelince kullanır. Kur korumalı mevduat hesabı yeni bir şey değil. Daha önce sırf seçimi kazanmak için 70’li yıllarda Demirel hükümeti de böyle bir çalışmanın içine giriyor ve ödeyemeyip 10 yıl sonrasına erteliyor. Ve bu borç, -hükümetler değişse de- 80’lerde yaşayanların sırtına yükleniyor ve Demirel siyasi hayatına devam ediyordu… Borç TL olduğu için para basılmış ve enflasyon %40’lara 50’lere kadar yükselmişti.
Derin Düşünce: Bu düşünce tipindekilere genelde kibir hâkimdir. Onlar bilim adamları ya da onların etkilediği muhalefet liderleridir. Olan biteni tahlil ederler ama köklü bir çözümleri asla yoktur. Zira beslendikleri Batılı düşünce ve fikir adamları çare bulamamış ki onlar bulsunlar. “Krizler kapitalizmin doğasında var” der, çıkarlar işin içinden. Dayandıkları nokta kapitalist iktisat nizamının öğretileridir. Dillerinde hep aynı sözler vardır: “Faiz yükselecek, döviz düşecek. Tek adam iktidarıdır bunun sebebi!” Oysa başkanlık sisteminde yaşadığımız ekonomik krizin benzerlerini birçok kez parlamenter sistemde; son olarak 1994, 2001 ve 2008’de yaşamıştık. Dilleri asla kapitalist laik bozuk nizamı eleştirmez. Asıl sorun nizamdır ama onlar da bir yolunu bulup sorunun yönetim (başkanlık) nizamı olduğunu söyleyip sömürü nizamını korurlar. Onlara göre bilim asla yanılmaz ama tarih, bilimin yanıldığına dair örneklerle doludur. Zira o, aciz insan aklının sınırlarının dışına çıkamaz. Eğer bilim doğruysa, rasyonalizm haklıysa icat ettikleri kapitalist demokrasinin tüm dünyayı cehenneme çevirdiği bu hâl nedir? 26 kişinin servetinin, 3,5 milyar insanın mal varlığına yani dünya nüfusunun yarısına eşit olmasını ne ile açıklayabilirsiniz? Faiz %5’e de düşse, %20’ye de çıksa bu durum değişecek mi? Sadece soygunun çapı büyüyecek ya da küçülecek o kadar.
Aydın Düşünce: Vakayı, inandığı İslâm akidesine götürür. Zira dünyayı yaratan, sorunların nasıl çözüleceğine dair köklü çözümleri de sunmuştur. Detaylarda boğulmaz ve 360 derece görüş açısına sahiptir. Sahip olduğu fikirler yegâne ilahi külli bir fikirden neşet eder ve kapsayıcıdır.
Açıklayıcı olması bakımından: yüzeysel düşünce sahibi; bir sandalyede oturup vakayı gözlemlerken, derin düşünce; duvara dayadığı merdivenle, aydın düşünce sahibi ise duvarın arkasını-önünü tam gören, tüm bölgeye hâkim bir tepeden gözlem yapmaktadır. Onun bu kabiliyeti bir keramet değildir; sadece inandığı akide ile hareket etmesinden kaynaklanır. Mucize İslâm’dır ve eksiksiz uygulandığında zekât verecek fakir bulunamadığı delillerle sabittir.
Vakayı hedefe koyunca ilk ortaya çıkan sonuç; “kapitalizm, laiklik, demokrasi fasittir, batıldır, çözüm değil, sorun üretir” fikridir. Onun iktisat nizamı borsa, faiz ve karşılığı olmayan kâğıt para olan üçayaklı bir masa gibidir. Üstüne çıkanın dengede durması güçtür. Üstünde olan, meydana gelebilecek en ufak bir sarsıntıda kendini yerde bulur. Hele hele masanın ayakları budaklı, çürük bir ağaçtan yapılmışsa ya da ince, zayıf ve kırılgan ise üstünde duranların akıbeti bellidir.
Bugün Türkiye’nin mevcut durumu bu şekildedir fakat Batı’yı örnek alanların öykündükleri devletlerin de akıbeti daha şiddetli bir sarsıntıyla farklı olmayacaktır.
Türkiye’de en yoksul %50, servetlerin %4’üne, ortadaki %40’lık kesim servetlerin %29’una, üstteki %10’luk elit kesim ise servetlerin %67’sine sahiptir. “Faiz, dolar endeksli koruma ya da dövizin yükselmesi kime yarıyor?” sorusu sanırım cevabını buldu. Diğer taraftan hükümet bu azınlığın ellerindeki parayla manipülatif hareketlerde bulunmaması ve dövizi dengede tutabilmek ve Merkez Bankası’nın ihtiyacı olan dövizi karşılayabilmek için böyle bir süreç başlatmış durumda. Ama bu geçici bir çözümdür; asla köklü bir çözüm değildir. Seçim ekonomisi iklimine giren bir ülkede maaşlara yüksek zam verilir ve bol keseden dağıtılanlarla olumlu bir hava oluşturulur. 18’e çıkarılan doların 11 seviyelerine düşmesi bir zafermiş gibi anlatılır. Bir süreliğine ekonomide olumlu bir hava estirilebilir ama acı verici olan seçim sonunda ödenecek bedel için girilecek cenderedir.
Algı/manipülasyon bir süreliğine iyi hissettirebilir ama gerçekler bambaşka! Paranın TL’de tutulmak suretiyle dövizin dengelenmek istendiği görülebiliyor. Bu durum, “faize karşıyım” diyenlerin ucu bucağı olmayan bir faizi halkın hazinesinden ödeyeceği gerçeğini de değiştirmiyor. Nizam bozuk olunca çözümü de bozuk oluyor. Her ne kadar İslâmi örtüyle süslenip püslense de verilen faiz, hükmeden kapitalizmdir.
Aydın düşünce sahibi, naslarda “faizi düşürün!” diye bir emir olmadığını, faizin azının da çoğunun da haram olduğunu, kökünden kaldırılması gerektiğini bildiği ve anlattığı için hem iktidar hem de muhalefetin hedefindedir. Çünkü “faiz” demek, “nizam” demektir ve onlar, bir avuç azınlığın nemalandığı bu nizamı koruyacaklarına dair ant içmişlerdir.
Erdoğan, aslında faizleri düşürerek kredi çekilmesine ve piyasanın bu şekilde canlı tutulacağına inanıyor. Allah’ın ayetleri tevil edilerek de “Yeni Ekonomi Modeli”ne kutsiyet vasfediliyor.
Öyle ki, bu modele karşı çıkan İslâm’a karşı çıkmıştır, havası estiriliyor. Aslında kapitalizmi İslâm ile örtüyor.
“Bir sanal marketin indirimi ile çayı 5 TL ucuza aldım” diye sevinen vatandaşı, Merkez Bankası’nın %14 faizle dağıttığı parayı toplayan bankaların bu parayı, devlete 10 yıllığına %24 faizle sattığını ve bu on yıllık borçlanma tahvilinin ödemesini, bankada parası olanların dolar faizini iktidar değişse bile ödemeye mahkûm edildiğine inandırmak mı daha kolay yoksa bunun bir “ekonomik kurtuluş savaşı” olduğuna inandırmak mı? Elbette kapitalizm kolay olanı seçti; zor olan bize kaldı.
Kapitalizm pandemisi dünyayı etkisi altına aldı. Hasta nizamın, enflasyon, gelir dağılımında eşitsizlik, ekonomik krizler, ahlaki çöküntü gibi semptomları tüm dünyayı entübe etti. Son evresindeki hastalık için faiz aşısı uygulanıyor.
İyilik ve kötülük tıpkı aydınlık ve karanlık gibidir. Her nereye sirayet ederse kendine benzetir. Kötülüğün karşısında iyiliği savunanlar, zifiri karanlık bir ormandaki ateş böceği gibidir ve karanlıkta yakılan bir anlık ışık her yerden görülür.
Hedef olacağını bile bile insanların yolunu aydınlatmak için kötülüğe inat, yak bir ışık!
[اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاٖيتَٓائِ۬ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ] “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” [Nahl Suresi 90]