İlk okunduğunda başlık size “garip” gelebilir. Ancak makalenin sonuna gelindiğinde “garip” kelimesine yüklenen mana, daha bir anlam kazanacak üstelik kapitalizm sisteminin garipleri olmanın övüncünü duyacağız.
Birçoğumuzun aşina olduğu, bir şekilde duyduğu ya da okuduğu; “gariplerin müjdelendiği” hadis, şöyledir: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: [بدأ الإسلام غريباً وسيعود غريباً كما بدأ، فطوبى للغرباء] “İslâm garip başladı, başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.” [Muslim]
Bu hadis-i şeriften; genelde, İslâm’ın ilk yıllarında müntesiplerinin azlığı, İslâm uğrunda eziyetler gördükleri, zorluklara katlandıkları; üzerinden geçen uzun yıllar sonrasında İslâm’ın müntesiplerinin yine aynı şeylere maruz kalacakları anlamı çıkartılmaktadır. Kısacası “garip olanlar”dan İslâm’ın müntesipleri ve maruz kalacakları sıkıntılar kastedilmekte ve kahır ekseriyette de o şekilde yorumlanmaktadır.
Hadisi anlamaya çalışalım…
Dikkat edilirse hadis, iki gariplik durumuna işaret etmektedir. Birisi; İslâm’ın geldiği ilk yıllardaki garipliğe diğeri ise sonraki dönemlerde meydana gelecek olan garipliğe…
Hadis, İslâm’ın müntesiplerinin garipliğinden değil bizzat İslâm’ın garipliğinden ve garip olacağından bahsetmektedir.
Peki, İslâm’ın garip kalmasından ne murat edilmiş olabilir ki?
Bunun cevabına geçmeden önce [غريب] “garip” kelimesine yüklenen anlamlara bir bakalım.
[غريب] “Garibun”: “Bir topluluktan olmayan, o topluma yabancı olan” demektir. Onun için de bir yere ait olmayan, bir yerin, bir şeyin yabancısı olan kimseye [رجل غريب] _“Raculun garibun” denmiştir. Lisanul Arap’ta da geçtiği üzere; garip “uzak, beri olmak” anlamına gelmektedir.
Bir yere ait olmayan topluluğa, kimselere ise [غرباء] “Gurabâ” denir. Zira onlar bulundukları yere yabancıdır. Bulundukları yeri, şeyi kanıksamamışlar, bilakis yadırgamışlardır. Kendilerini oraya ait hissetmeyen kimseler, dilsel olarak “garipler” olarak betimlenmiştir.
“Garip” kelimesinin sadece “azınlık” anlamına gelmediğini; yukarıda zikrettiğimiz hadisin farklı bir rivayetiyle de ortaya koymaya çalışalım:
İbn Vehbin’in rivayet ettiği hadiste de şöyle geçer:
[إن الإسلام بدأ غريبا وسيعود غريبا كما بدأ ، فطوبى للغرباء قالوا يا رسول الله كيف يكون غريبا ؟ قال كما يقال للرجل في حي كذا وكذا إنه لغريب] **_“‘Şüphesiz İslâm garip başladı; başladığı gibi tekrar garip olacaktır. Gariplere ne mutlu!’ Dediler ki: ‘Ya Rasulallah! Garip nasıl olunur ki?’ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu soruya şöyle cevap verir: ‘Şöyle şöyle olan bir yerdeki (ait olmadığı yerdeki) adama ‘garip’ denildiği gibi (İslâm da öyle garip olacak).’” [İmam Şatıbi, el-İ’tisam]
Başka bir hadiste; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “garip” kelimesini, “bir yerin yabancısı olmak” anlamında kullanmıştır:
[كُنْ في الدُّنْيَا كَأَنَّكَ غَرِيبٌ أو عَابِرُ سَبِيلٍ] “Dünyada ya bir yolcu ya da bir garip (oraya ait olmayan yabancı birisi) gibi ol.” [Buhari, Muslim]
Yapılan tüm bu etimolojik izahların ardından “garip” kelimesinin en baskın anlamı; “bir yerin ya da bir şeyin yabancısı olmak, söz konusu yere ait olmamaktır”.
O vakit, hadiste geçen “İslâm’ın garipliği” ne anlama gelmektedir? Mademki söz konusu hadiste geçen “garip” kavramı; İslâm’ın müntesiplerinin çokluğu ya da azlığıyla, zorluklara maruz kalmak vb. ile alakalı değildir. Öyleyse “İslâm’ın garip kalması ve garip olarak dönmesi” ne demektir?
-Yukarıda da ifade ettiğim gibi- hadis, İslâm’ın iki garipliğinden bahsetmektedir. Yukarıda “garip” kelimesine yüklenen anlamlardan hareketle İslâm’ın birinci garipliğinin izahı şöyledir:
Bilindiği üzere; İslâm gelmeden önce Mekke toplumu, kendi istekleri ve menfaatleri doğrultusunda yasalar belirliyorlar ve kendilerince belirledikleri kurallar manzumesi doğrultusunda da hayatlarını idame ediyorlardı. Noksan akılları ile belirdikleri yasalarla faiz alıp veriyorlar, ahlaksızlığı yaygınlaştırıyorlar, kız çocuklarını belli bir yaşa geldiklerinde toprağa gömüyorlardı. Kısacası; nesli ve toplumu, kanıksadıkları hayat nizamlarıyla ifsat ediyorlardı. İşte cehaletin, hayatın her alanını sarıp sarmaladığı böylesi bir atmosferde Allah Azze ve Celle, elçisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile İslâm risaletini gönderdi. Risaletin gönderiliş gayesi, Allah’ın hükümlerini, hayata, topluma uygulamaktı. Mevcut nizamlar yerine Allah’ın nizamını, hükümlerini hayata hâkim kılmaktı. Ne var ki risaletin hükümleri, Mekkeli müşriklerin vazettikleri keyfi uygulama ve menfaat merkezli hazırlanmış kurallara aykırıydı ve çok başka şeyler söylüyordu. Uygulanagelen yasalara aykırı şeyler ihtiva ediyordu İslâm nizamı… Öyle olunca da İslâm, mevcut düzenin garibi oluvermişti. Bir hayat nizamı olarak İslâm; kız çocuklarının öldürülmesi geleneğine karşı çıkarak, siyahın beyaza takva dışında üstünlüğünün olmayacağını söyleyerek mevcut işleyişe aykırı, farklı farklı şeyler söylüyor; kısacası işlenegelen düzene kıyasla “garip” hükümler ihtiva ediyordu…
En anlaşılır şekliyle ifade edecek olursak; İslâm, cahiliye hayatının garibiydi. Gönderildiği cahiliye dönemine aykırı ve o düzeni asla tasvip etmeyen bir hayat nizamı olması itibariyle İslâm, garip başlamıştı risalet yolculuğuna… Cahiliyeye, hükümlerine muarızdı İslâm ve o sebeple de garipti... Mevcut cahiliye düzeninin bir parçası değil, bilakis mevcudun yerine egemen kılınması gereken bir hayat nizamı olduğu için, garipti İslâm…
İşte İslâm böylece garip başlamıştı. Sonra İslâm, Medine’de devletin kurulmasıyla iktidar oldu. Ve asırlar boyunca Hilâfet Devleti’nin eliyle Allah’ın hükümleri asırlar boyunca dünyanın doğusundan batısına uygulandı. Sonra gün geldi; İslâm’ın hükümlerini uygulama makamı olan Hilâfet yıkıldı. Yerine, -dün olduğu gibi- yine cahiliye yasalarının tatbik edildiği laik, demokratik cumhuriyet esaslı bir hayat var edildi. Artık topluma, hayata, Batı’dan ithal edilen cahiliye kanunları uygulanmaya başlandı.
Allah’ın helallerinin haram, haramlarının helal sayıldığı, gayrimeşru işlerin “hak ve özgürlükler(!)” safsatasıyla kolayca işlendiği böylesi bir devirde; hükümleri rafa kaldırılan İslâm, içtimai, iktisadi, siyasi ve sair nizamlarıyla “ikinci garipliğini” yaşıyordu.
Yıllarca İslâm’ın hükümlerinin egemen olduğu topraklara küfür hükümleri egemen kılındı. İnsanların hayatlarına kapitalizm nizamı ve uzantıları yasalarla hükmediliyordu artık…
İşte Hilâfet Devleti’nin yıkılıp yerine demokratik laik kanunların hüküm sürdüğü böylesi bir atmosferde İslâm, ikinci garipliğini yaşamaya başladı.
Gerçekten de öyle değil mi: İslâm garip olmadı mı? Kapitalizmin hükümlerinin egemenliğinin gölgesinde bir hayat nizamı olarak İslâm garip kalmadı mı? Mevcut yasalar ve kanunlara aykırı fıtrata muvafakat sağlayan yegâne hayat nizamı olarak İslâm garip karşılanmıyor mu? Kendi topraklarımızda fasit fikirlerin yerine İslâm nizamının hayatımıza olması gerektiğini savunduğumuzda, bu ifsat edici düzenin “garipleri” olmuyor muyuz, bir nevi? Belki de şair, “öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mısralarını dizelerken tam da bu duygularla söylemişti, kim bilir?
İşte hadiste; “İslâm’ın garip olarak döneceği”nden maksat da bugün olduğu gibi kapitalist dünyada bir hayat nizamı olarak garip kalmasıdır.
O sebepten, bugün yaşadığımız kapitalizmin hüküm sürdüğü mevcut atmosferde, İslâm’ın hükümleri garipsenir, İslâm’ın ulvi fikirlerini sahiplenen ve ne pahasına olursa olsun kapitalist dünyaya rağmen İslâm’ı bir hayat nizamı olarak savunanlar da “garip” olmakla itham edilir. Mevcut düzenin bir parçası olmadığı için dışlananlar, garip kalmaktadır. Rasulullah’ın müjdelediği o garipler; bugün uygulanagelen laik sistemin bir parçası olmayanlardır, bu sisteme kendisini ait hissetmeyenlerdir, kapitalizme asla aidiyet göstermeyip kendilerini sadece İslâm’a nispet edenlerdir.
Bizler de mevcut düzenin garipleri olmaya talibiz. Çünkü;
İfsat edici nizamın bir parçası olmayacağız…
Kapitalizmin sapkın düşüncelerini değil sadece İslâm’ın hükümlerini kanıksayacak ve haykıracağız…
Uygulanagelen yasalara aykırı şeyler ihtiva eden yegâne Hak ve tek hayat nizamı olan İslâm nizamını savunacağız…
Kapitalist nizamın ihdas ettiği keyfi uygulama ve çıkar esaslı hazırlanmış kuralları asla alkışlayan olmayacağız…
Tüm bunları, garip kalmak pahasına yapacak, bununla da kalmayıp Râşidî Hilâfet’in yeryüzüne ikamesiyle İslâm’ın garipliğine son verecek; böylelikle de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine de mazhar olacağız.
Müjdeye mazhar olan gariplere selam olsun…