Önümüzdeki hafta 1 Ekim Perşembe günü, Komünist Çin’in Doğu Türkistan’ı işgalinin 71. Yıldönümü.
Bilindiği gibi kâfir Çin devleti, İslâmi bir belde olan Doğu Türkistan’ı 1949 yılından beri işgal altında tutuyor. Doğu Türkistan, H. 95 yılında Kuteybe b. Müslim komutasındaki İslâm ordularının Batı Türkistan’ı fethetmesinden sonra Doğu Türkistan’ın başkenti Kaşgar’ı da fethetmeleriyle birlikte İslâm ile tanışmış güzide bir beldedir.
Tarihî bilgilere göre Doğu Türkistan, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu ilk dönemlerde İslâmiyet’i kabul eden Moğol kökenli hükümdarlar tarafından idare ediliyordu. 18. ve 19. Yüzyıllarda ise “Seyit” olarak kabul edilen hocalar işbaşında idiler. Osmanlı Hilâfet Devleti’nin Doğu Türkistan ile münasebetleri Kaşgar hükümdarı Atalık Gazi Yakup Bey zamanında ilk diplomatik ilişkiyi kurmalarıyla başlar. Yakup Bey 1870 yılında Osmanlı sultanı ve dönemin İslâm halifesi Sultan Abdülaziz’e bir heyet göndererek kendisinin İslâm halifesine tâbi olduğunu bildirmiştir. Bundan çok memnun olan Sultan Abdülaziz Han Yakup Bey’e “Emir’ul Müslimin” unvanını vermiştir. Bunun üzerine Yakup Bey camilerde Halife Sultan Abdülaziz adına hutbe okutmuş ve parayı da Sultan Abdülaziz’in adı ile bastırmıştır.
19. Yüzyıl’da Batı Türkistan Ruslar, Doğu Türkistan da Çinliler tarafından işgal edilinceye kadar Türkistanlı Müslümanlar Osmanlı’nın desteğiyle kendi kendilerini idare ettiler.
Osmanlı’nın zayıflamasından ve Hilâfet’in yıkılmasından sonra işgal ve asimilasyon faaliyetlerini artıran kâfir Çin devleti, 1949 yılında Komünizm’in ilanıyla birlikte saldırılarını ayyuka çıkararak Doğu Türkistan’da eşine az rastlanır zulümler icra etmeye başladı.
Bugün Çin yönetimi, açık hava cezaevine dönüştürdüğü Doğu Türkistan’da Müslümanlara ibadet etmeyi yasaklıyor, camileri yıkıyor. Müslümanların kızlarını Çinli erkeklerle zorla evlendiriyor. Organlarını çaldığı Müslümanları, ailelerine teslim etmemek için cesetlerini yakarak yok ediyor. Müslümanların evlerine yatılı Çinli memurlar gönderiyor. Toplama kamplarında işkenceye tâbi tuttuğu Müslüman ailelerin çocuklarını yetimhanelerde Çinli gibi yetiştirip asimile ediyor. Kanaat önderlerini, ozanları, âlimleri, hafızları ve ileri gelenleri işkenceyle hücrelerde katlediyor.
Katil Çin, tüm dünyanın gözleri bu vahşi zulümleri yaparken İslâm beldelerinin yöneticileri Çin yönetimine ticari ve siyasi çıkarları için susarak destek veriyorlar. Hatta bazen Çin’e açıktan destek veren açıklamalar yaparak Doğu Türkistanlı mazlumları “terörist” olarak lanse eden Çin’in zulümlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin tek umut ve sığınak olarak gördükleri Türkiye ise bırakın Çin’e tepki göstermeyi yürek yaralayıcı bir şeklide katil Çin’in zulümlerini adeta ödüllendiren bir politika izliyor. Hem İslâmi akide bağı ile hem de tarihten gelen tabiiyet bağı bile birbirimize bağlı olduğumuz Uygurlu Müslüman kardeşlerimize karşı unutulmayacak ihanetlere imza atıyor.
Hatırlayacak olursanız geçtiğimiz yıl Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70’inci Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla hazırlanan “Çin Kültür Günü” etkinliği kapsamında Ankara’nın simgelerinden Atakule’ye Çin Halk Cumhuriyeti’nin bayrağı yansıtılarak işgalci katil devletin 70’inci kuruluş yıldönümü kutlandı. Yine aynı tarihlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Çin arasında yapılan “dostluk anlaşması” kapsamında tramvay hattı üzerindeki duraklara Çince yazılmış tabelalar asıldı. Bu olaylar Türkiye kamuoyu tarafından öfkeyle karşılanarak iktidar ve muhalefetin yöneticilerine Çin’in Doğu Türkistan’daki zulümleri hatırlatıldı. İlerleyen günlerde ise Türkiye’nin birçok şehrinde “Sessiz Çığlık” adıyla düzenlenen ve on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen eylemlerde Çin zulmü protesto edildi.
Peki, bir şey değişti mi? Türkiye, bu protestolardan sonra en basitinden Çin ile ilişkilerini kesip Doğu Türkistan’ın yanında olduğunu söyledi mi? Ne yazık ki hayır! Aksine Doğu Türkistan’da her şeyin normal olduğunu, Türkiye’nin “Tek Çin” politikasını desteklediğini ve terörle mücadelesinde Çin’in yanında olduğunu söyledi. Bu utanç verici politikanın Çin’e daha çok cesaret verdiğini herhâlde söylemeye gerek yoktur. Nitekim dün, yani 23 Eylül günü ajanslardan gündeme yeni bir haber düştü. Haberin başlığı şöyleydi: “Çin Dostu Havalimanı!”
İktidarın yap-işlet-devret modeliyle yaptırdığı İstanbul Havalimanı’na, Çinli yolcuların deneyimlerini artırmak için hayata geçirdiği uygulamalar neticesinde “Çin Dostu Havalimanı” belgesi verildi. Çince levhalar, Çince bilen personeller, Çince digital uygulamalar vb.
Havalimanı yetkililerinin açıklamasına göre tüm bu uygulamaların amacı Çinli turistlerin kendilerini evlerinde hissetmelerini sağlamak ve turist sayısında 1 milyon hedefine ulaşmakmış!
Düşünebiliyor musunuz? Hem dinde kardeşlerimiz hem de -iktidar ve muhalefetin övündüğü argüman ile- “soydaşlarımız” olan Türkistanlı Müslümanlara hayatı zindan eden işgalci kafir Çin devleti Türkiye’de kamu hizmeti veren İstanbul gibi uluslararası bir şehirde Müslümanların yüzlerine vura vura onore ediliyor. Diğer yandan dertlerini anlatmak için Ankara’ya yürüyen Doğu Türkistanlı Müslümanlara ise şehre giriş izin verilmiyor. Oysa daha bir kaç gün önce BM Genel Kurulu’nda açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dünya 5’ten büyüktür” sözünü tekrar ederek, küresel barış ve adaletten bahsetmişti. Lakin Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin pratikte hiç bir karşılığının olmadığı ümmetin tüm meselelerinde karşımıza çıkıyor.
Peki, yöneticilerimizin Müslümanları sattığı böyle bir ahvalde bizler Müslümanlar olarak ne yapmalıyız?
Kuşkusuz işgal ve zulüm kıskacında olan diğer İslâmi beldeler gibi Doğu Türkistan toprakları da ancak İslâm’ı tatbik eden, Müslümanların izzetini kendi nefsinden aziz gören raşid bir halifenin liderliğindeki İslâm ordularının eliyle kurtulabilir. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Konumuzla ilgisi olması hasebiyle tarihte yaşanmış bir örneği zikretmek istiyorum:
“İslâm komutanı Ahnef b. Kays İran Sasani imparatorluğunu fethettiğinde Kisra kaçarak kendisini himaye edecek bir devlet arayışına girdi. Elçisini Çin İmparatoruna gönderdi. Elçi Kisra’ya döndüğünde Çin İmparatoru ile arasında geçenleri şöyle anlatır:
Ben talebini aynen imparatora ilettim. Fakat imparator bana Müslümanları sordu ve dedi ki: Sizi ülkenizden çıkaran kimselerin sayılarının çok az, sizin ise kalabalık olduğunuzu söylediğinize göre onların değişik hâllerinin olması gerekir… Zira bu duruma göre onların hayırlı bir toplum oldukları anlaşılmaktadır. Bundan sonra elçi ile imparator arasında şöyle bir konuşma geçer:
İmparator: Bu insanlar (Müslümanlar) ahde vefa gösteriyorlar mı?
Elçi: Evet
İmparator: Sizinle savaşmadan evvel size neyi teklif ediyorlar?
Elçi: Bizi ya Müslüman olmaya ya cizye vermeye ya da savaşmaya davet ediyorlar.
İmparator: Emirlerine (reislerine veya hükümdarlarına) itaatleri nasıldır?
Elçi: Son derece itaatkârdırlar.
İmparator: Neyi helâl ve neyi haram kılıyorlar?
Elçi: Dinleri onlara nasıl bildirdiyse öyle yapıyorlar.
İmparator: Aksini yapıyorlar mı?
Elçi: Hayır.
Bunun üzerine imparator der ki: İşte bunlar kendilerine helal olanı haram ve haram olanı helal kılmadıkça hiçbir şey onların önüne geçemez.
Daha sonra Müslümanların yaşayışıyla ilgili birkaç soru daha soran imparator şu cümleleri ihtiva eden mektubunu Kisra’ya iletmek üzere elçiye verir: Sana, ta Merv’ten Çin’e uzayıp giden ordular gönderebilirim. Bu da eğer bazı bilgiler elde etmemiş olsaydım gerçekleşmiş olurdu. Ancak elçinizin anlattığı bu toplum, şayet bu hâlleriyle dağların üzerine hücum ederlerse devirirler. Hiçbir güç onları durduramaz. Eğer benim üzerime de gelseler beni yok ederler. Onun için sen onlarla barış yap ve ülkende kal. Onlar seni tahrik etmedikçe sen kesinlikle onları kışkırtma.”
Evet, bizler ümmet olarak dinimize sarıldığımızda, ahdimize vefalı olduğumuzda, kâfirleri ve zalimleri tel’in ettiğimiz kadar kınayıcının kınamasından korkmadan yöneticilerimizin ihanetlerini ifşa edip onlara ve birbirimize nasihatçi olduğumuzda, haramları helal, helalleri haram kılan bu fasit demokratik düzeni köklü bir değişim ile değiştirmek için çalıştığımızda Rabbimiz bize mutlaka yardım edecek ve yeniden Hilâfet Devletimize kavuşacağız. İşte o gün Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin kalpleri ferahlayacak, işgalci kâfir Çin devleti işlediği suçların hesabını vererek geçmişte olduğu gibi İslâm’a boyun eğip cizye verecektir. Allah’ın izniyle o günler hiç de uzak değildir!
___
#DoğuTürkistanaSahipÇık