İnsanlık tarihi iman ve küfrün mücadelesine sahne olmuş ve kıyamete kadar da bu böyle olacak. Yani vahiy ile şeytanın mücadelesi. Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar, vahyin, insanları şirkin ve küfrün karanlığından İslâm’ın aydınlığına çıkartmaması için ellerinden geleni yapacaklar. Servetlerini harcayacak, gece-gündüz plan yapacak, her türlü hile ve desiseye başvuracaklardır.
Bu böyledir.
Tabii bu noktada malum bir takım üsluplara başvurmaktan da kaçınmayacaklardır; “Kendilerinden bildikleri insanları iktidara getirmek” gibi!
İslâm ile küfrün savaşında da Rönesans sonrası kâfirler, yerli işbirlikçiler eliyle ümmetin direncini kırmak, batıl fikirleri İslâm toplumunda gündeme getirmek, Müslümanları her açıdan ifsat etmek için, “namusları maaşları kadar” olan birçok insan bulmakta pek zorluk çekmediler. Asya’da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Hilâfet’in başkenti olan İstanbul’da kendileri ile çalışmak için can atan bu insanlar eliyle, ümmetin kalkanı olan Hilâfet/Halife hile ve desiselerle kaldırıldı.
Sonra masa başında İslâm toprakları parçalandı ve bu bölünmüş toprakların başına, kendilerine hizmet eden kişi ve hanedanlar getirildi. İktidarda olmanın getirdiği güç zehirlenmesi ile bu kişiler Müslümanlara karşı şiddetli, kâfirlere karşı ise zilletli bir tavır içerisine girdiler. Ümmetin servetlerini, enerjilerini, emeklerini, kanlarını kâfirlere peşkeş çektiler.
Bu sayede ne elde ettiler?
Üç-beş dünya nimeti. Servet, makam, mevki…
Aslında bunların hiçbirisini de elde etmediler. Çünkü rezil bir şekilde can verenlerden de gördüğümüz üzere, aslında tüm servetleri zaten kâfirlerin bankalarında duruyormuş. Makam ve mevkileri de (Pakistan’ın eski devlet başkanı Pervez Müşerref’in ABD’li Senatörler ile konuşmasında görüldüğü gibi) hiç yokmuş. Bunların hepsi kendilerine, sırf Müslümanları aldatmak için verilmiş sahte şeylermiş.
Bu yerli işbirlikçilerin hepsi de âşık oldukları kâfirler tarafından bile kabul edilmeyen kişilerdir. Öyle ya, para için ümmetini, dinini, namusunu ve şerefini satan birisine kim inanır ki? [مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ] “Arada bocalayıp dururlar!”[1]
11 Eylül saldırılarından sonra İslâm ile savaşlarını açıkça izhar eden terörizmin başı Amerika, topyekûn bir şekilde İslâm’a ve Müslümanlara savaş açtı. Hemen hemen tüm İslâm beldelerinde kan dökmekten çekinmeyen bu açgözlü vahşi canavar, bir süre sonra vekâlet savaşlarına döndü. Servetlerin kendilerine akmasını isteyen diğer kâfir dostları ile anlaşamayan Amerika, kendisine uşak yönetimler eliyle, ümmetin enerjisini boş yere heba etmeleri için ellerinden geleni yapmalarını istediler. İran, Arabistan, Mısır, Türkiye gibi sözde arabulucu, özde itaat ettikleri güçler adına çalışsan vekiller eliyle, kendi savaşlarını yürütmeye devam ediyorlar.
Efendileri kendi çıkarları söz konusu olduğunda bu kuklalara, “tükürdüklerini dilleri ile temizletiyorlar”.
Amerika’nın olası Çin ve Rusya birlikteliğinin önüne geçme ve Çin’i çevreleme politikası gereği, Avrupa Birliği’nin enerji ihtiyacının acilen karşılanması gerektiğinde, dünün düşmanları(!) olan Mısır, “İsrail”, Türkiye, BAE, Suriye yönetimleri hemen bir masa etrafında birleşip dostluk gösterileri yapabiliyor. Dünün “katil” ve “zalimleri”, bugünün “dostları” oluveriyor birden. Tabii bu durumun iç siyasette “çok büyük bir başarı”(!) olarak gösterilmesi işini de “toplumbilimciler/sihirbazlar” üstleniyor. “Kaplan” gibi cesur olması gerekenler “konjonktür gereği barışmak gerekir” diyerek, ümmetin kanı, namusu ve şerefi üzerinde pazarlık yapılmasını ve mevcut hain ve zalimlerle anlaşılması gerektiğini salık veriyorlar. Adına da “Büyük tuzağı bozmak” diyorlar. Vay be!
Ve utanmıyorlar.
Bu planları belki belirli bir süre ve zeminde işliyor olabilir. Ama gerek Rasul Aleyhi’s Selam’ın Şam ile ilgili hadisleri olsun gerekse de devrimcilerin gösterdiği direniş olsun, kâfirlerin bu planlarının inşaAllah bu sefer tutmayacağını göstermektedir. Suriye kıyamı çok yakın bir geleceğin habercisi olacaktır.
Türkiye seçimlerinin akıbetini de bu çerçevede değerlendirmek gerek diye düşünmekteyim. Çünkü Suriye kıyamı diğer beldelerde ki gibi sadece hak-hukuk taleplerini içermemekteydi. O cesur ve devrimci insanlar sloganlarında “İslâm Devleti”, “Hilâfet” istemekteydi. Ve Şam toprakları gibi mukaddes bir beldede doğacak bir nur, çok kısa bir sürede tüm coğrafyayı etkileyecektir. Bunu gören kâfirler, mücahitleri engellemek ve devrimi çalmak adına Türkiye’ye çok büyük görevler biçmiş gibi görünmekte. Zalim ve katil Suriye yönetimi ile diyalog çağrısı yapan Türkiye’nin rolü Müslümanlar tarafından ortaya çıkarıldı. Geri dönüş açıklamaları olsa da artık Türkiye devrimciler için zehirli bir tuzak olarak görülmektedir.
Yaşanan ekonomik sıkıntılar ve yaklaşan seçimler nedeniyle de Türkiye kendi iç işlerine yönelmek zorumda kalacağı için bu diyalog çağrıları seçim sonrasına kalabilir. Ama her halükarda Suriye rejimi ile işbirliği devam ediyor/edecektir. Çünkü küresel efendiler bunun böyle olmasını istemektedirler. Kendi halkını gözünü kırpmadan katleden Esed gibi böylesi bir aşağılık varlığı nereden bulacaklar bir daha?
İşte Erdoğan her açıdan sıkıntılı bir dönem yaşamaktadır. Amerika’nın istekleri hiç bitmemekte ve kendisini oradan oraya koşturmaktadır. Afrika’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Balkanlara Amerika’nın politikalarını ikame etmek için çabalayıp durmaktadır. Erdoğan’ın Bu kadar fedakârlığına(!) rağmen efendi Amerika, Erdoğan’ı iç siyasette yalnız bırakmış gibi görünmektedir. Yeterli maddi desteği göremeyen Erdoğan, enflasyon rakamlarında oynamalar yaparak, resmî verileri istediği gibi göstererek ve haberlerde “Almanya bizi kıskanıyor!” repliğini durmadan tekrarlatarak bu işin içerisinden çıkabileceğini düşünmekte. Yaklaşık 60 milyar dolarlık bir rezerv ile bunu ne kadar sürdürür bilemem. Belki de seçimleri yeniden kazanır ve küresel efendilere hizmete devam eder. Ama ister seçimleri kaybetsin başkası gelsin isterse de kendisi devam etsin bu durumun İslâm’ın ve Müslümanların lehine hiçbir faydası olmayacaktır.
Ey Müslümanlar!
Ey akıl sahipleri!
Ey izzet ve şerefini hâlâ koruyan insanlar!
Kâfirlerin yeryüzünde fitne ve fesat çıkartmasından, ekinleri ve nesilleri helak etmesinden bıkmadınız mı hâlâ? İslâm’ın yönetim sistemi olan Hilâfet için çalışmanın, çalışanlara destek vermenin zamanı gelmedi mi hâlâ? İslâm’dan başka yerde izzet ve şeref olmadığını söylemedi mi Rabbimiz? Kâfirlerin çıkarları için çalışan hain yöneticilerden, saptırıcı âlim kılıklı kişilerden kurtulmanın vakti geldi de geçiyor bile. Gelin, hep birlikte insanlık tarihini değiştirelim. 2. Râşidî Hilâfet’i ilan edelim ve tarih yeniden yazılsın. Yerde ve gökte olanlar sizler için hayır duada bulunsun?
Bunu istemez misiniz?
[1] Nisa Suresi 143