Bilindiği üzere Obama ikinci dönem devlet başkanlığı seçimlerini kazanınca Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığında değişiklikler yaptı. İkinci dönemde Dışişleri bakanlığına atanan John Kerry göreve gelir gelmez seri ziyaretlerine başladı. Yoğunlukla Ortadoğu ülkelerine gerçekleştirdiği ziyaretlerin ana konusu Filistin, Irak ve özellikle Suriye meselesiydi. ABD'nin bu beldelerdeki sorununu -bu beldelerdeki sorun ABD için sorun teşkil etmekte Müslümanlar için değil- kendi sömürgeci çıkarları çerçevesinde çözebilmesi ve şekillendirebilmesi için ise Türkiye'ye ihtiyacı vardı. Nihayetinde John Kerry'nin son 2 ay içerisinde üç kez Türkiye'yi ziyaret etmesi bundan başka bir sebep için değildi.
Düşünebiliyor musunuz Müslümanların Kutsal beldesi olan Filistin topraklarını işgal eden Yahudi varlığı İsrail'in koruyucu kalkanı ABD, Filistin sorununu "çözüme kavuşturmak isterken" bunu Hamas ve el-Fetih arasında sağlanacak uzlaşı için gerekli olan Türkiye'nin arabuluculuğu ile gerçekleştirmek istiyor.
İşgal ettiği Irak topraklarında kendine itaat eden bir yönetimi baki kılmak, bu yönetime itaat etmeyen direniş gruplarını sisteme entegre etmek ve onlarla mücadele etmek konusunda yine Türkiye'nin Müslüman halkı demokratikleştirme noktasındaki tecrübesine başvuruyor.
Uzun yıllar baba Hafız ve oğul Beşşar Esad üzerinden siyasi olarak nüfuz ettiği Suriye'de Müslüman halk güçlü bir kıyam başlatınca bu kıyamı İslami bir netice ile sonuçlandırmak isteyen direniş grupları, ideolojik İslami kitleler ve Müslüman halk ile mücadele etmek için yine Türkiye'nin kilit ülke rolüne ve iki yüzlülüğündeki tecrübesine ihtiyaç duyuyor.
Dikkat ederseniz ABD'nin yeni Dışişleri Bakanı John Kerry tüm ziyaretlerini öncellikle Suriye meselesi üzerinde yoğunlaştırıyor. En son İstanbul'da gerçekleştirilen Suriye Halkının "Dostları" Toplantısına verilen isim (Suriye Çekirdek Grubu Toplantısı) ve alınan kararlar ABD'nin Suriye meselesini dış siyasetinin en kritik ve önemli konusu haline getirdiğini belgeliyor. Toplantı sonrası yayınlanan deklarasyonda alınan kararları Türkiye'de Suriye İslam Devrimini gündemleştirme noktasında duyarlılık gösteren ama Hükümetin Suriye siyasetine de toz kondurmayanlar için hatırlatmak istiyorum.
Gücü ve ivmesi yükselen radikal İslami hareketlerin dışlanması, azınlık gruplarına güvenlik garantisinin verilmesi, demokratik bir Suriye hedefinin vurgulanması, askeri muhalefete yardımların sadece Yüksek Askeri Konsey üzerinden yapılması ve bazı grupların dışlanmış olması bu kararlar arasında en öne çıkanlar olarak gözüküyor.
Nihai olarak ABD bu toplantı ile Türkiye'nin Suriye'ye ait bağımsız bir siyasetinin olmadığını açığa çıkarmış oldu. Önümüzdeki günlerde Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Suriye'deki İslami direniş gruplarının bazılarından artık terörist gruplar olarak bahsettiğini duyarsanız sakın şaşırmayın. Çünkü bu son toplantı bunun işaretlerini veriyor. Zaten Ahmet Davutoğlu bu konuda "cesur" söylemler ve açıklamalar yapmaya başladı bile.
John Kerry'nin ziyaretlerinden sonra Türkiye hükümetinin Suriye meselesine bakışının netliği somut eylemleri ile de ortada gözüküyor. Suriye devrimine destek veren Müslümanlardan bazılarına yapılan operasyonlar ve tutuklamalar artık safların netleşeceğini de gösteriyor.
John Kerry'nin seri ziyaretlerinden arda kalan şey...
Peki, Türkiye kamuoyunda John Kerry'nin bu ziyaretlerinden arda kalan şey ne oldu? Kerry'nin Başbakan Erdoğan'ın gerçekleştirmeyi planladığı Gazze ziyaretini hemen gerçekleştirmemesini ve ertelemesini tavsiye ve talep etmesi gündemin ana konusu oldu. Bu konuşuldu ve bu tartışıldı. Hem hükümet adına resmi makamlar buna karşılık açıklama yapmak zorunda kaldılar. Hem de yazarlar Kerry'nin bu açıklamasına karşı tepkilerini dile getirdiler. Başbakan Erdoğan'ın açıklaması ise sanki daha temkinliydi. Gazze ziyaretinin ertelenmesinin söz konusu olmadığı açıklayan Başbakan, Kerry için **“Keşke söylemeseydi. Zaten Amerika ziyaretimiz olacak, bunlar orada konuşulabilirdi.” diyerek kamuoyundan Kerry'nin açıklamasına gelen tepkilere "kraldan daha çok kralcı olmayın" der gibiydi.
Açıklamalarda öne çıkan ortak mesaj Türkiye'nin devlet ve hükümet olarak bağımsız bir iradeye sahip olduğu ve ABD Dışişleri Bakanı'nın bu iradeye rağmen açıklama yapamayacağıydı.
Sanki John Kerry 2 ay içerisinde Türkiye'ye hiç gelmemiş ve resmi karşılamalar ile tarihi mekanlarda ağırlanmamıştı. Sanki Müslüman beldelerin gelecekleri hakkında Osmanlı Hilafet Devleti'nin son başkenti İstanbul'un Hilafet'in yönetim merkezleri olan saraylarında Filistin topraklarının akibeti için ölümcül kararlar alınmamıştı. Sanki Suriye'de iki yılı aşkın bir zamandır tüm katliamlara rağmen direnen ve direnişini İslam ile taçlandırıp Raşid-i Hilafet Devleti kurmak isteyen gruplar ve Müslümanlar için kirli komplolara imza atılmamıştı.
Bütün bu kirli ilişkiler ve ihanetler apaçık yayınlanan deklarasyonlarla kamuoyuna ibraz edilirken siyasetçilerin, Müslümanların ve genel kamuoyunun kalkıp Başbakan Erdoğan'ın Gazze'ye ne zaman ve kimin iradesi ile gideceğini konuşması çok üzüntü verici. Hiç Başbakan Erdoğan'ın Gazze'ye niçin gideceğini sorgulamıyoruz. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Irak, Filistin ve Suriye için CNN Türk'te yaptığı resmi siyasi açıklama ve beyanatlara rağmen, hala "Siyasi deha Davutoğlu Hoca" kabilinden hareketle aktüel siyaset üreten bir fabrika görevini üstlenmek Türkiye kamuoyunun siyasi çöküntüsü ve bağımlılığının bir göstergesidir.
Ahmet Davutoğlu Filistin sorununa ilişkin Türkiye'nin siyasi rolünü şu sözlerle açıklıyor: "Maalesef hala İsrail'de iki devletli çözümü destekliyoruz deme cesaretini göstermiş bir hükümet yok... Filistin tarafında da parçalanmış bir otorite var. Bu parçalanmış otoriteden Filistin tarafının çıkması lazım. Biz Filistin uzlaşısının muhtemel barış öncesinde gerçekleşmesini istiyoruz. Her iki tarafın (İsrail-Filistin) 1967 sınırları temelinde yaşayabilir devletler olmasını sağlamaya çalışıyoruz"
1967 sınırlarını kabul eden bir Filistin Devletinin kurulmasını istemek ve İsrail ile Filistin devleti olarak iki devletli bir çözümü hayata geçirmek ABD'nin planı değil miydi? Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun bu açıklamalarından farklı anlamlar ve kazanımlar çıkarmak zor olsa gerek.
Sanırım bu açıklamalardan "derin stratejiler" üreterek polyannacılık oynamak yoğun çaba gerektirir.