Malum olduğu üzere ülkenin gündemi, iktidarı zor duruma sokan birçok mesele ile meşgulken bir anda değişiverdi. Başta altın ve dövizdeki önlenemeyen yükseliş, araç ve konutların fiyatlarında meydana gelen %100’e yakın artışlar, her türlü tüketim ürünlerinde meydana gelen zamlar ve yerinde sayan ücretler ile iktisadi kriz her alanda hissedilmektedir. İktisadi krize ek olarak adına “İstanbul Sözleşmesi” denilen; aileyi yıkan, toplumu ve nesli bozan, her tülü sapıklığı meşrulaştırıp yaygınlaşmasını sağlayan ifsat sözleşmesi de güncelliğini korumaktadır. Bunlara ek olarak Doğu Akdeniz meselesi gibi başta Yunanistan olmak üzere birçok ülke ile yaşanan sürtüşmeler ve çözüme dair somut adımların atılamaması da iktidar için ciddi bir sıkıntı oluşturmaktadır.
Covid-19 sürecinde perdelenen ekonomik kriz, normalleşme ile konuşulmaya başlandığında Ayasofya ve akabinde Hilâfet tartışmaları ile kısmen tekrar perdelendi. Ancak görünen o ki iktidar, yeni suni gündemlere ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla siyaset yaptığını zanneden, fakat gerçekte insanların algıları ile oynayan bir sihirbaz ordusu ile karşı karşıyayız. Bu kez ABD eski Başkan Yardımcısı ve Demokrat Parti’nin başkan adayı Joe Biden’in yaptığı açıklama Türkiye gündemini değiştirdi.
Yayınlanan videoda Joe Biden özetle, başkan seçilmesi hâlinde, Türkiye’deki muhalefeti destekleyerek Erdoğan’ı iktidardan düşürmek istediğini ifade etmektedir.
Öncelikle Joe Biden, bu açıklamayı Aralık 2019’da yapmasına rağmen şimdi servis edilmesinden apaçık olarak gündem değiştirme ve algıları yönlendirme hedefi güdüldüğü anlaşılmaktadır. Çünkü iktidar, her seçim öncesi halkta milli duyguları alevlendirmek adına ülkenin daha doğrusu devletin dört bir taraftan düşmanlarca kuşatıldığı, başta iktisadi kriz olmak üzere içerde yaşanan bütün sorunların bu düşmanlarla bağlantılı olduğu ve bu oyunları bozmak adına demokrat, milli ve muhafazakâr iktidarın devam etmesi gerektiği düşüncesini seçmen kitlede oluşturma gayretindedir. Bunu yaparken içerdeki muhalefeti de bu dış mihraklara bağlamayı da ihmal etmemektedir.
Bu konuda söylenecek çok şey var elbette ancak bunlardan bazılarını özetle ifade etmek yeterli olacaktır.
Evvela, şu hususun farkında olmalıyız: Türkiye sadece dört taraftan düşmanlarca kuşatılmış değildir; dâhilî olarak da düşmanlarca kuşatılmış durumdadır. Başta borsa ve bankalar olmak üzere yabancı sermayeli şirketler tarafından ekonomik olarak sömürülmektedir. Yine medya ile ahlaki olarak yozlaştırılmakta ve yine dış bağlantılı bir takım kuruluşlar aracılığı ile medya etkili olamadığı durumlarda da kanunen hayatın her alanını ifsat etmektedirler. Dolayısıyla zaten bütün iktidarlar, düşman olarak ifade edilen devletlerin hayat nizamlarını halka dayatmaktadırlar.
İkincisi; gerek iktisadi ve gerekse siyasi olarak tam bağımsız olmayan Türkiye gibi ülkelerde bugüne kadar iktidarı belirleme noktasında egemen güçlerin yardımı veya müdahalesi hep olmuştur. Velev ki iktidara kimin geleceği hususunda egemen Batı devletlerinin doğrudan bir müdahalesi olmamışsa bile iktidara kim gelmişse mutlak anlamda bu egemen devletlerin güdümünde olmuştur. Çünkü büyük ve bağımsız olmayan her devlet için tarihin her döneminde bu böyle olmuştur. Devletlerarası siyaseti bilen hiç kimse bu durumu inkâr edemez.
Yine devletleri ve devletlerin birbiri ile olan ilişkilerini inceleyen herkes görür ki üç çeşit devlet tipi vardır. Bunlardan birincisi; “ideolojik devlet”lerdir ki bunlar tam bağımsız ve büyük devletler olup bunlardan bir tanesi de birinci devlet konumundadır. İkinci devlet tipi; “uydu devlet” tipidir ki genel anlamda içişlerinde bağımsız olup dış siyasetlerinde egemen devletin veya devletlerin gözetiminde ve onların çıkarlarını zedelemeyecek şekilde hareket edebilen devletlerdir. Ve üçüncü devlet tipi ise “tâbi devlet” tipi olup hem iç işlerinde hem de dış ilişkilerinde tâbi olduğu büyük devletin ekseninde hareket eder. Türkiye’nin durumu zaman zaman tâbi devlet davranışları gösterse de daha çok “uydu devlet” tipine uymaktadır. Dolayısıyla Türkiye üzerinde etkili olan egemen devletler, AKP öncesi İngiltere özelinde Avrupa devletleri iken son zamanlarda ABD olmuştur. Bu devletler Türkiye’nin dış siyasetini yönlendirmekle birlikte zaman zaman içişlerine de müdahale etmişlerdir.
Yani Türkiye’de iktidar olmak veya iktidarda kalabilmek için Avrupa ya da ABD ile “müttefiklik” veya “işbirliği” yapmak kaçınılmaz olmaktadır. Zaten Türkiye’de meydana gelen birçok sorunun arkasında Avrupa ve ABD’nin Türkiye üzerindeki egemenlik kavgası vardır.
Şimdi trollerin, mal bulmuş mağribi gibi üzerine atladığı Biden’in açıklamasına bakalım: Herkes şunu bilir ki Amerika, şu an için dünyanın birinci devleti konumunda ve orda bulunan iki parti de üslup farklığına rağmen her ikisi de Amerika’nın çıkarlarını koruma hususunda aynıdırlar. Dolayısıyla hâlihazırda Amerika ile “stratejik ortak” konumda olan bir Türkiye varken neden bunu değiştirmek istesinler? Değiştirmeleri olası mı? Bir şartla evet. Yani iktidar olmasını istedikleri muhalefet kendilerinin yeni “stratejik ortak”ları olacaksa mümkündür. Ancak mevcut muhalefetin genlerini Avrupa kodladığı için bu olabildiğince zor görünmektedir. Aslında güdümlü kapitalist devletlerde siyaset yapan ilkeli bir parti bulmak zor olduğundan, iktidar karşılığında taraf değiştirmek de mümkündür. Şayet Türkiye’de bu gerçekleştirilirse bütün siyasi partiler ABD anlayışına kayacaktır.
Üçüncü husus; gerek Avrupa ve gerekse ABD, kendileri dışında hiçbir devleti veya halkı sevmeleri veya onları dost görmeleri mümkün değildir. Çünkü devletlerarası ilişkiler tamamen çıkar eksenlidir. Yani esasında gerek Amerika’daki demokratlar veya cumhuriyetçiler olsun ve gerekse Avrupa devletleri olsun hepsinin tek bir isteği vardır ki bu, diğer devletlere egemen olup onları sömürmektir. Bundan dolayı bize karşı “Biden kötü, Trump iyidir” veya “İngiltere kötü, Almanya iyidir” demek mümkün değildir. Rahip Brunson olayında Türkiye için, “bırakmazlarsa ekonomilerini mahvederim” diyen Trump değil miydi?
Son olarak, kendilerini İslâm’a nispet eden AK Parti ve sevenleri için bu meseleye İslâm penceresinden bakmalarını hatırlatırım ki bu, hem imani bir zorunluluk hem de doğruya ulaştıran yegâne bakıştır. Rabbimiz Allah Subhanehu ve Teâlâ, onlarca ayetinde kâfirleri dost ve sırdaş edinmememiz gerektiğini, onların her daim Müslümanların kötülüğünü dilediklerini, Müslümanlara karşı kinli ve düşmanca tavır içinde olduğunu ifade ederek bize haber vermektedir. Örneğin Bakara Suresi 120. ayette Rabbimiz açık ve net olarak şöyle buyurmaktadır:
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪
“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: ‘Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.’ Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.”
Normalde bütün devlet ve halkalara karşı sömürgecilik anlayışı ile yaklaşan emperyalist Batı devletleri, halkı Müslüman olan devletlere daha bir vahşice yaklaşım içindedirler. Buna rağmen iktidar olma veya iktidarda kalma karşılığında Müslümanların yöneticileri, maalesef bu devletlere bağımlı bir şekilde onlara boyun bükmektedirler. Onlara olan bağımlılıklarını “müttefik”, “stratejik ortak” ve benzeri kavramlar ile maskelerler.
Oysa Türkiye, sahip olduğu her türlü imkân ve geçmişindeki liderlik misyonu ile tam bağımsız ve dünyanın birinci devleti olmaktan uzak değildir. Bunun yolu; bütün sömürgeci devletlerden ve onların duygu, fikir ve nizamlarından yüz çevirip İslâmi yönetime geçmektir. O zaman kısa bir zaman içinde bütün kaynakları ile diğer İslâm beldelerine de hâkim olur. Çünkü İslâm beldeleri, böylesi bir sisteme geçme arzusunu taşıyan milyonlarca Müslümanla doludur. İşte bu durum, Batı’nın korktuğu kâbusudur.