Günlerdir Sedat Peker’in videoları konuşuluyor. Sedat Peker’in ifşaatlarından sonra sosyal medya, söylediklerini yorumlayanlarla doldu. Yine bu ifşaatlar ekseninde gündeme gelen “Susurluk Olayı” ve bu olayla ilintili olarak 1990’lı yıllara dair devlet-mafya ilişkilerini anlatan yazılar ve videolar sosyal medyada paylaşıldıkça paylaşılıyor. Sedat Peker birlikte iş yaptığını iddia ettiği bazı kimselere -devletin içinden birileri vasıtasıyla ya da kendi derlediği delillerle- hücum ettikçe konu, mevzubahis kişilerle Sedat Peker’in kapışması şeklinde tartışılıyor. Bu tartışmada iktidar yanlıları ve muhalefet şeklinde bildik bölünme; birbirlerini etiketleme, hakaret etme düzeyinde devam ediyor. Geçmişten beri dillendirilen “derin devlet” vurgusuyla konu yine, görevini kötüye kullanmış, çeşitli kliklerle ilişki içinde bulunan kişilere indirgenerek, kanunları ve işleyişiyle mevcut demokratik kapitalist nizam koruma altına alınmış ve bir dizi demokrasi güzellemesiyle seçimlere işaret edilerek yeni bir iktidarla, bu “kirli” kişilerin ayıklanmasıyla, “her şeyin çok daha güzel olacağı” algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Türkiye’de devlet-mafya ilişkisi, Avrupa’nın Fransız ihtilali sonrasında toparlanıp gözlerini İslâmi beldelere dikerek, kendi fasit fikirlerini yaymak üzere, fikrî zafiyetini keşfettiği Osmanlı Hilâfet Devleti’ni yıkmak ve bu topraklarda hâkimiyet kurmak üzere, “İttihat Terakki” ve “Jön Türkler” gibi Batı aşığı besleme örgütlenmeler kurmasına kadar uzanan bir süreçtir. Fransızların ayartıp İngilizlerin yönettiği, kendilerini “fedai” olarak adlandıran bu tetikçiler; “Bab-ı Âli baskını” gibi askerî darbelere imza atarak, Osmanlı Hilâfeti’ni ortadan kaldırıp Cumhuriyet’i kuracak “Kuvay-ı Milliye”nin öncüsü olmuştur. Bu ekip ise, -sözde- “muasır medeniyetler seviyesine yükselme” teranesiyle yed-i düvele karşı canını ortaya koymuş bu mazlum Müslüman halkın İslâmi değerlerine savaş açarak otoritesini, aşığı oldukları Batı için gasp etmiş laik bir sistem inşa etmiştir. Cumhuriyetin kurucu kadroları devrimlerini yerleştirirken, “İzmir suikastı” ve “Menemen olayı” gibi tertiplemelerde ya da şehit Şeyh Sait ve beraberindekileri tuzağa düşürmede bugünkü gibi tetikçiler kullanmışlardır. Ya da “üç” tetikçi hâkimle rejime karşı çıkanlar astırılmıştır. Kısacası devlet-mafya süreci, laik Cumhuriyet’in kapısını aralayan İttihatçılarla başlamış, Kuvvacılarla devam etmiş, Müslüman Türkiye halkının otoritesinin gasp edilip laik devlet düzeninin ikame edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu dönemle ilgili Mehmet Akif şöyle diyor:
“Cemiyete bir fırka dedik, tefrika çıktı;
Sapasağlam iken milletin erkânını yıktı
‘Turan ili’ namıyla bir efsane edindik;
‘Efsane, fakat gaye!’ deyip az mı didindik?
Kaç yurdu feda etmedik artık bu uğurda?
Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda!”
İkinci Dünya Savaşı’nın son bulup ABD’nin dünya sahnesine çıkması ve birinci devlet olarak Türkiye’nin de aralarında olduğu İngiliz hâkimiyetindeki İslâmi beldelere kendi adamlarını yerleştirme ve gasp edilen Müslüman Türkiye halkının otoritesine ortak olmasıyla İngiliz uzantısı askerî ve siyasi adamlarla kıyasıya çarpışmaya başlamıştır. Ordudan, siyasete, medyaya ve mafyaya kadar kendi oluşumlarını var edebilmiştir. Yönetimde ister darbe yoluyla, ister seçimler yoluyla ABD-İngiliz siyasi üstünlük kurma yarışı bugüne kadar devam edegelmiştir.
Laik rejimin derini de görünenini de aynıdır. Kanunun gerekli olduğu yerde görünen devletin, kanuna ihtiyaç hissedilmediğinde ise -görünenle sanki hiç ilişkisi yokmuş gibi- “suç örgütleri” adını verdikleri oluşumlarla “iş” güden rejimin adıdır, laik rejim. Buradaki mesele Müslüman Türkiye halkına ait otorite üzerinde kimin hâkim olacağı kapışmasıdır. Yani yarın seçim olup da iktidar değişse, bu defa yeni gelen bu işleyişe adapte olup kendi iş dünyasını, kendi istihbaratını, kendi emniyetini, kendi mafyasını, kendi yargısını, kendi medyasını inşa edecektir.
Patlayan kanalizasyon kapitalist laik-demokratik sistemdir. Hangi demokratik parti iktidar olursa olsun işleyiş değişmez. Laik sistem, dinin devletten, toplumdan ve hayattan ayrılması ilkesine dayanır; hiçbir ahlaki, ruhi, insani değer barındırmaz. Bu toplumda var olan ahlaki, ruhi ve insani değerler tamamen bu Müslüman halkın iman ettiği İslâm’dan kaynaklanır. Laik kapitalist rejimin tek değeri maddi kıymettir. Böyle olunca da, bu maddi kıymeti elinde bulundurmak isteyenlerin savaşı başlar ve hiç bitmez. Bu maddi kıymeti elde etmek için her şey mubah olur. İlişkiler de menfaat üzerine kurulur. Sağcısı-solcusu iktidar olmak isteyen partiler, halkın İslâmi duygularını kullanmakta hiçbir sakınca görmezler.
Laik Devletin Ruhu Yoktur
Laik devlette ruh da yoktur, yücelik de yoktur, kutsallık da yoktur. Devlet’e ruh katacak olan unsur, İslâm akidesidir, bu devlet kendini İslâm akidesinden laiklik ile zaten uzaklaştırmıştır. Devlette yücelik ve kutsallık da aranmamalıdır. Devlete yücelik ya da kutsallık atfetmek, Allah yerine insanların devlete tapacağı, insanlarda var olan tedeyyün içgüdüsünün bu yolla tatmin edileceği anlamını taşır ve devlet adına “iş” yapanlar “sorgulanamaz, masum kimseler” pozisyonuna sokulmuş olur. İslâm’a göre devlet, sadece İslâm ideolojisinin tatbik metodudur. Yöneticileri de masum kabul edilmezler. Nizamı ilahidir ancak, uygulayıcıları insan oldukları için muhasebeye muhataptırlar. Bu muhasebe görevi ise halka aittir. Bunu da İslâmi siyasi partiler yoluyla yerine getirir. Muhasebe, “muhalefet” demek değildir. Bu nedenle İslâmi bir devlette “iktidar” ve “muhalefet partileri” gibi bir ayrım ve kutuplaşma olmaz. Çünkü maksat Allah’ın Kitabı ve Rasul’ü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinin tatbik edilip edilmediğinin denetlenmesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yaşananlarla ilgili ifade ettiği “yılanla aynı çuvala giren sonuçlarına katlanır” sözüne gelince; bu sözde geçen asıl yılan, demokratik laik kapitalist sistemin ta kendisidir. Böylesi bir sistemde iktidarı hedeflemek, yılanla aynı çuvala girmeye aday olmaktır. İktidar olunca da bu kokuşmuş sistemin işleyişine adapte olunmak zorunda kalınır. Adapte olunca bu kanalizasyon sisteminin kirliliği her şekilde üzerinize sıçrar. Bu sisteme adapte olmazsanız ve bu kirli ilişkileri rayında götüremezseniz, iktidarda kalamazsınız. Bir yandan da üzerinize sıçrayan pislikler nedeniyle iktidarda kalmak zorunda hissedersiniz. Çünkü üzerinize sıçrayan pisliklere doğrudan müdahalede bulunamazsınız. Maksat iktidarda kalmak olunca, bu kokuşmuş sistemin her türlü gayrimeşru yollarını kullanmayı mubah görmek zorunda kalırsınız. İktidarda kalmak uğruna bu yollara başvurmadığınızda da ya “Eski Türkiye” diye isimlendirdiğiniz İngilizci muhalefet tarafından ya da iktidarda kalmak için denge kurmak adına ilişki kurduğunuz, iktidardan daha fazla pay almak isteyen ortaklarınız tarafından bir şekilde itibarsızlaştırılarak alaşağı edilebilirsiniz. Arkanızda olan ABD desteğini çektiği anda ya da olan bitenle baş edemediğinizi görüp daha önce yerinize hazırladığı birini çarçabuk parlatarak onu size tercih etmiş ve koltuk altınızdan alıvermiş olur. Bu belirttiklerim, yılanla aynı torbaya girilmesinin seyri ve olası sonuçlarıdır.
Bugün herkes 20 yıldır iktidarda olan ve bu sürede karşılaştığı hamlelerden bir şekilde sıyrılmayı başarabilmiş ve kendisi izin vermeden kabinesinden kimsenin açıklama yapamadığı Erdoğan’ın, Sedat Peker’in ifşaatlarına bilinçli olarak göz mü yumduğu yoksa elinden bir şey gelmez durumda mı olduğunu tartışıyor, konuşuyor. Doğal olarak atacağı adımı herkes merak ediyor. Çünkü ortada yönetim krizine dönüşen bir durum var. Bu durum, başta ekonomi olmak üzere hayatın her alanını etkiliyor.
Evet, devlet birliktir, devlet dirliktir ama hangi devlet? O devlet ki; halkının derdini dert edinen, Rabbine karşı muhlis ve samimi, “dağda bir hayvanın başına bir şey gelse, Allah bunun hesabını bana sorar” diye yalnızca Allah'tan korkan raşid halifelerin yönettiği devlettir. Bu cendereden kurtulmanın tek yolu; Arap’a da Acem'e de geçmişte olduğu gibi sadece Kur'an ve Sünnet ile hükmetmek üzere halkın gönül rızasıyla beyat ettiği İslâmi bir Devleti yeniden ikame etmek ve otoritemizi geri almaktır. Ancak bu yolla sömürgeci devletlerin tasallutundan ve onların uzantılarının otoritemize çöreklenmek üzere yaptıkları çekişmelerinden kurtulabiliriz.
Bunun yolu da demokratik seçimlere katılmak asla değildir; -yazının başından beri sözünü ettiğim gibi- bu demokratik laik kokuşmuş sistemden tamamıyla kurtulmak için çalışmaktır. Yoksa bu kanalizasyon sistemini “kim idare etsin?” diye yönetici belirlemek değildir. Elbette darbecilere fırsat vermek veya onlara göz kırpmak da değildir. Bu ülkede asıl güç halktır. Bu nedenle sadece önümüze atılan ve bizi yüzeysel düşüncelerle oyalayan gündemlerle enerjimizi tüketmeyelim. Lübnan’da halk iki yıl önce tek bir sloganla sokağa çıkmıştı: “Küllün yani küllün!” Bu, toplumun tüm yöneticilere haykırdığı bir slogandı: “Hepiniz, Hepiniz demektir!”
Sömürgeci devletleri ve otoritemize çöreklenmiş tüm uzantılarını bu topraklardan def etmenin tam zamanıdır. Otoritemizi sömürgeci kâfir Batı’nın tüm uzantılarından geri alalım. Köklü bir değişim için yola koyulalım; kısmi ya da yamalı çözümlere razı olmayalım.
Bu köklü değişimin yolu; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in fikrî ve siyasi çalışma metodunu benimsemiş gerçek İslâmi siyasi bir parti liderliğinde bir araya gelmek ve ortaya koyduğu sahih İslâmi çözümler nedeniyle onu bağra basıp destek vermekten geçmektedir. İşte o siyasi liderlik, tertemiz saf İslâmi kültürü ile, kurulduğu günden bugüne İslâmi ümmetin maslahatlarını benimseyen, onu hiç aldatmamış, gizli bir ajandası bulunmayan, fikirleriyle metoduyla apaçık, şeffaf bir şekilde ümmet içinde gece gündüz çalışan muhlis liderlik olan Hizb-ut Tahrir’dir.
[يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ] “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin; yoksa bile bile size emânet edilen şeylere de hâinlik etmiş olursunuz.” [Enfal Suresi 27]
[مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ] “Kim izzet ve şeref istiyorsa izzet ve şeref tamamen Allah'ındır. (O’nun yolundadır) Güzel söz O'na yükselir. Salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tuzak olarak kuranlara gelince, onlar için şiddetli bir bir azap vardır. Onların tuzakları mahvolup gider.” [Fatır Suresi 10]
[يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾] “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve resulünün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” [Enfal Suresi 24]
[وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاًۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٥٥﴾] “Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaadetti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır.” [Nur Suresi 55]