Doğru olmak, istikamet üzere olmak, dosdoğru bir yol tutmak, yasadığımız bu zaman diliminde Müslümanlar için ne ifade ediyor? Birey ve toplum olarak çok ihtiyaç duyduğumuz doğruluğun kaynağı kim ve ölçüsü nedir?
İslâmi okumalara başladığım zamanlarda, Kur’an’dan -kısa sureler dışında- ilk ezberlediğim ayetlerden biri de Ahkâf Suresi 13. ayettir. Her hatırladığımda beni ilk günkü gibi etkileyen bu ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
“Doğrusu, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra da dosdoğru gidenlere –istikamet üzere olanlara- korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”
Bu ayetten öncelikle, doğru olanlar, dosdoğru bir yol tutanlar için hiçbir korkunun olmayacağını yani istikamet üzere olanların cehennem azabı ile karşılaşmayacaklarını ve mahzun olmayacaklarını anlıyoruz. Zaten bir sonraki ayette de Rabbimiz;اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık olarak orada ebedî kalacaklardır.” diye buyurmakta, böylece bu korku ve mahzumiyetin Rabbimizin azabı olduğu anlaşılmaktadır.
Ayetin ilk kısmından da bu doğru yolun kaynağının ne olduğunu anlıyoruz. Doğru yolun kaynağı, Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı “rab” olarak kabul etmektir. Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı “rab” olarak kabul etmek; insanın, efendi ve malik olarak, terbiye eden ve yetiştiren, ihtiyaçları karşılayan, kefil, gözetici, koruyup kollayan, ıslahla sorumlu olan, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen, güç ve egemenlik sahibi olarak sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı kabullenmesidir. Dolayısıyla cehennem başta olmak üzere bütün korkulardan beri olmak için, üzülmemek için, cennetin daimi nimetlerine erişmek için, “rab” olarak sadece Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı kabullenmek ve O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir.
Yine Fussilet Suresi 30. ayette de benzer şekilde Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
“Şüphesiz, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!’ derler.”
“Dosdoğru yol” ve “rab” kelimelerinin Kur’an’da birçok yerde birbiri ile ilişikli olduğu görülmektedir. Örneğin her gün namazlarda okuduğumuz Fatiha’da, “âlemlerin Rabbi” olan Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*ya hamd ettikten sonra Kendisinden bizleri “dosdoğru yola” iletmesini dileriz. Yine Rabbimiz, Hud Suresi 112. ayette Rasulü’ne hitaben; فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” derken, bir önceki ayette, وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ “Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” diye buyurmaktadır.
Özetle, kurtuluşun anahtarı “rabbim Allah’tır” deyip, Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın indirdiği yola tâbi olmaktan geçmektedir. Başka bir deyişle; kişi, bu dünya hayatında yaptığı her davranışın ölçüsünü Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın belirlediği kurallardan almalıdır. Dolayısıyla “rabbim Allah’tır” diyen bir Müslüman, nasıl olur da Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın “rabliğini” inkâr eden laikliği, Kemalizm’i, sosyalizmi kabul edebilir? “Rabbim Allah’tır” diyen bir Müslüman, nasıl olur da Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın “rabliği” gereği İslâm ile sınırlarını belirlediği helal ve haramları ölçü almak yerine, kâfir Batı’nın nizamı olan demokrasiyi benimseyebilir?
Şu hususta kesin bir şekilde emin olmak gerekir: Dosdoğru yolu, insanlar, koşullar veya zaman belirleyemez! “Herkesin yaptığı kendisine göre doğrudur”, denilemez. “Onun vardır bir bildiği, o yapıyorsa doğru yapıyordur” diye düşünülemez. “Doğru olana ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışı, doğruluktan en baştan sapmaktır ki kişiyi asla doğruluğa ulaştırmaz. Bu yazdıklarım, İslâm’a inanmayan biri için bir anlam ifade etmez elbette. Sözüm, “ben Müslümanım” diyene hatırlatmadır.
Rabbimiz Yusuf Suresi 108. ayette mealen şöyle buyurmaktadır:
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
“De ki: “Benim yolum budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah’a eş koşanlardan değilim.”
O hâlde ey Müslümanlar, sizi demokrasi, laiklik, sosyalizm, milliyetçilik gibi İslâm dışı fikir, duygu ve nizamlara çağıran, İslâm dışı nizamlar ile yönetenlere meyletmeyin! Biz biliyoruz ki Müslüman için istikamet üzere olmak esas, hata ve günah istisnai bir durumdur. Oysa günümüzdeki yöneticilerde doğruluk, -bozuk saat misali- istinai bir hâl almıştır. Arada bir yaptıkları doğrular ile cürümlerini örtme çabalarına kanmayın. Sizi, size hayat veren nizama, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın “rabliğine” davet edenlere icabet edin!
Batı’dan ithal edilen, demokrasi, milliyetçilik, laiklik ve cumhuriyet gibi gayri İslâmi fikir, duygu ve nizamların Müslümanları ne hâle getirdiklerini görmüyor musunuz? Ekinler ve nesiller ifsat edildi. Aileler darmadağın oldu. Her türlü sapıklık giderek artıyor. Öyle ki mevcut küfri nizamlardan cesaret alarak, hadlerini aşarak İslâm’ın kutsallarına saldırmaya cüret ediyorlar. O hâlde bu münkerata imkân tanıyan nizam ve yöneticilere bir Müslüman nasıl tevessül edebilir?
Gayri İslâmi nizamlar ve bu nizamlarda yönetici olanlar insanları istikametten saptırır. Onlara uymanın mazereti yoktur. Rabbimiz önceden bizi Ahzab Suresi 66. ayetle uyarmıştır:
وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُـبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا
“Derler ki: ‘Rabbimiz! Gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.”