Birkaç gün önce İstanbul’un fethinin 567. seneyi devriyesine şahitlik ettik. İstanbul’un fethi, birkaç cümleyle anlatılacak ya da birkaç kelam ile anılacak bir fetih değil. Bu fethe, sadece bir şehrin el değiştirmesi ya da Müslümanların topraklarının genişletmesi olarak bakmak, fethin asıl ruhunu, asıl amacını ve asıl gayesini yok saymaktır.
O fetih ki; orta çağı kapatıp yeni çağa geçiş yaptıan bir fetih. 395 yılında kavimler göçü ile birlikte kurulan ve bin seneden fazla hüküm süren Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nu tarihe gömen bir fetih. Müslümanların dünya sahnesindeki elini güçlendiren, ticaret yollarını Müslümanların kontrolüne veren, Avrupa’yı ise yeni ticaret yolları aramak zorunda bırakan bir fetih. Feodal (derebeylik) rejimleri sarsan, yükselme dönemini başlatan, Anadolu ve Rumeli topraklarını bir bütün hâline getiren bir fetih. Her şeyden de önemlisi, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in övgüsüne mazhar olup Allah’ın adını bu topraklara ulaştıran kutlu bir fetih. Evet, bu fethin kendisi ne kadar büyük bir olay ama fetihten sonraki yaşananlar da bizlere göstermektedir ki, İstanbul’un fethi aslında bir başlangıç noktası.
Fatih Sultan Mehmet Han, genç yaşında tahta geçmesine rağmen, hedefini kesin ve net olarak belirlemiş, bu amaç uğrunda Allah Subhanehu ve Teâlâ ona zafer nasip edene kadar çalışmıştır. Kişisel yetenekleri ile birlikte, azimli ve kararlı mücadelesi neticesinde Rabbimiz ona bu mübarek fethi nasip etmiştir. Fetihten sonra ise İslâm için tam bir yükselme süreci başlamış. Bir asır gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde İslâm toprakları 14 milyon kilometre kareye kadar genişlemiştir. Bir asır, insan ömrü için uzun ancak devletler için kısa bir zamandır. Anlaşılması için kıyas yapacak olursak bugün Türkiye’nin sahip olduğu toprakların yaklaşık 18 katı büyüklüğünde bir alan demektir. İşte bu fetih İslâm ve Müslümanlar açısından çok farklı bir öneme sahiptir.
Ancak biraz önce de belirttiğim gibi bu sadece bir toprak genişlemesi değil, Allah’ın emri gereği İslâm’ın yayılması, genişlemesi ve dünya insanlarını Allah’ın dinine davet etme işidir. Çünkü İslâm, tüm insanlığın kurtuluşu için gönderilen bir dindir. Bunun taşıma metodu da cihat ve fetihtir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu müjdesine nail olmak için birçok komutan, birçok ordu mücadele vermişlerse de, Rabbimiz bu fethi Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip etmiştir. Allah ondan ve o mübarek ordusundan razı olsun.
Bizler bu kutlu zafere ne kadar seviniyor olsak da, şuan içinde bulunduğumuz duruma da bir o kadar üzülüyoruz. Atalarımızın, Allah’ın dinini güneşin doğduğu her yere ulaştırmak için aylar süren seferlere çıkıp şehit kanlarıyla fethettikleri bu topraklarda şuan İslâm değil küfür hükümleri hâkimdir. Kâfirler, tarihin her sahnesinde İslâm’a ve Müslümanlara olan saldırılarını devam ettirdiler. Kirli oyunlar ve habis üsluplar ve işbirlikçi hainlerin de destekleriyle Müslümanları her geçen gün zayıflattılar. Ve 1920’lere gelindiğinde ise öldürücü darbeyi vurup Osmanlı Hilâfet Devleti’ni yıktılar.
İşte bu süreçten sonra artık hiçbir şey Müslümanlar için iyi olmadı. Önce devletlere bölündü sonra da her devletin başına bir kâfir çöreklendi. Topraklar işgal edildi, servetler yağmalandı ve Müslümanlar katledildi. Her şeyden de önemlisi İslâm’ın hükümleri hayat sahnesinden koparıldı. Günümüze gelindiğinde ise Müslümanlara Batılı fikirler öylesine yerleşti ki, batılılar gibi yaşayan onlar gibi düşünen ve onlar gibi amel eden bir toplum oluştu.
İşte böylesi bir atmosfer ile karşıladık fethin 567. seneidevriyesini. Hükümet bu gün münasebetiyle fethin sembollerinden olan Ayasofya Camii’nde Fetih Suresi’ni okuttu. Tabii bu durum Müslüman halk nezdinde sevinç ve gururla karşılandı.
Biz de isterdik ki, fethin yıldönümünü coşkuyla kutlayalım. Ama gel gör ki, avlusunda Fetih Suresi okunan Ayasofya Camii’nin esir olduğunu bile bile mi sevinelim? Üç kıtayı adaletle yöneten Topkapı Sarayı’nın müze adı altında ayaklar altında alınmasına mı sevinelim? Montrö Antlaşması ile boğazların kontrolünün kâfirlerin eline olmasına mı sevinelim? Lozan Antlaşması ile İslâm’ın bu topraklardan sökülüp yerine küfür sisteminin hâkim olmasına mı sevinelim? İşte bizim canımızı acıtan ve yüreğimizi burkan tam da budur.
Ancak, biz bir gün sevineceğiz. Hem de öyle bir sevineceğiz ki çocuklar gibi sevineceğiz. Biz, tüm ihanet antlaşmalarını çöpe atıp İslâm’a dair tüm değerlerimizi tekrardan kazandığımız gün sevineceğiz. Avlusunda Kur’an okunan Ayasofya Camii’nin yeniden özgürleştiği gün sevineceğiz. Atalarımızın fethettiği bu topraklarda İslâm’ın yeniden hâkim olduğu gün sevineceğiz. Biz, ancak ve ancak Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılıp dağa, taşa, uçan kuşa Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın adını ulaştırdığımız gün sevineceğiz.
Bir şey söyleyeyim mi? Kendinizi hazırlayın!
Çocuklar gibi sevineceğimiz gün, Allah’ın izni ve yardımı ile çok yakın inşallah.