İslâm, Kapsamlı ve Kuşatıcı İdeolojisiyle İnsanlık İçin Yegâne Alternatiftir!
15 Aralık 2018

İslâm, Kapsamlı ve Kuşatıcı İdeolojisiyle İnsanlık İçin Yegâne Alternatiftir!

İdeolojiler, insanlık için hep iyi şeyler vaat ederek var olagelmişlerdir. Bunlara insanların temayülü de bu “iyi" öngörüsü minvalinde artmış ya da eksilmiştir.

Bugün Fransa’da yaşanan ayaklanmalar, dün de Arap Baharı olayları sırasında Ortadoğu’da yaşanmıştı. İdeolojik zemin açısından iki düşman coğrafyayı bu noktada birleştiren unsur nedir acaba?

Dikkatli bakıldığında görülecek olan şudur ki: her ne kadar farklı coğrafyaların, farklı inanışların insanları olsalar da Batı ve Doğu halkları, aynı ideoloji tarafından hayatları tanzim edilen aynı (kapitalist) dünyanın insanlarıdırlar. Bu açıdan inançsal zeminde değil de nizamsal zeminde değerlendirmek gerekir bu yaşananları...

Avrupa yani Batı, 1789’da yaşadığı o kırılmadan sonra dünyaya nizam verme anlamında büyük gelişme kaydetti. Bunun karşısında İslâm coğrafyasının içinde bulunduğu düşkünlük de Batı için bulunmaz bir fırsat, belki de tekrar yakalanması mümkün olmayan çok müsait bir ortam oluşturdu ve Batı, böylesi bir ortamdan kendisine yeni bir ideoloji edinerek sahneye çıktı.

Batılı devletler, sarıldıkları bu yeni ideolojiyle dünyaya nizam verme hâkimiyetini ele geçirmiş ve İslâm coğrafyasını da kapsayan bir alanda dünyada söz sahibi olmuşlardır. O zamanlardan bugüne kendisine gelemeyen İslâmi beldeler de bu durumdan etkilenmiş; Batılı ideolojik hegemonyanın dümen suyuna girmiştir. Osmanlı’nın yıkılmasının ardından önce sinsi İngiliz siyaseti, ardından da küstah Amerikan tahakkümü altında günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış ve bugünlere gelinmiştir.

Osmanlı bakiyesi üzerinde kurulan karton devletler ve bunların kukla yöneticileri eliyle Müslümanlar üzerinde hâkimiyetini iyiden iyiye pekiştiren Kapitalist Batı, Müslümanların inançlarında bir takım tahribatlar yapmış olsa da dünyaya nizam vermede alternatifsiz oluşunun zafer sarhoşluğu içindedir bugün.

İster Doğu ister Batı halkları olsun, dünyanın geneli kapitalist ifsadın kendisini sarmaladığı bir atmosferde yaşam mücadelesi veriyor. Dünya, kapitalist tahakkümden iyice bunalmış ve halklar bundan kurtuluşun arayışı içinde çok çeşitli tepkiler verir bir haldeler.

Avrupa’da, Amerika’da, Ortadoğu’da farklı isimlerle yaşanan ayaklanmaların, protestoların, başkaldırıların temelinde kapitalist ifsattan mütevellit bir çaresizlik, bir alternatif arayışı söz konusudur. İşte bu çaresizlik ve alternatifsizlik, bu başkaldırıların yönünü çoğu zaman yine kapitalist ideolojinin işine yarayacak şekilde evrilmesine sebebiyet veriyor. Neye, nasıl bir tepki vereceğinin bilincinde olmayan toplumlar, maalesef sahih siyasi bir liderliğin yokluğunda heder olan çabalara imza atmaktan öteye geçemiyorlar. Suriye direnişi, bu sözümüze en güzel örnektir. Batı’daki ayaklanmalardan farklı olmak üzere Suriye kıyamı, İslâmi taleplerle başlamış olmasının yanında direnişçi yapıların basiretsiz tutumları sonucunda bitme noktasına gelmiştir maalesef… Batı’daki ayaklanmalar için ise bu yön daha ziyade insanların menfaatleri ve daha rahat bir yaşam talepleriyle alakalı; onda İslâmi yön -doğaldır ki-, yok.

Ayaklanma ve kıyam hareketleri, insanlığın bir takım taleplerini dile getirme biçimi olarak tebarüz etse de bu tepkilerin toplumda yansımaları çok daha farklı olabiliyor. Örneğin, Avrupa’da bu tip toplumsal olayların açığa çıkmasıyla birlikte insanlar adeta çığırından çıkmış bir şekilde kendilerini kaybediyor, sokaklarda terör estirerek yolları kapatıyorlar. Kamu malına zarar veriyorlar ve özel-genel her türlü eşyayı, aracı tahrip edip kullanılamaz hale getiriyorlar. Bu anarşik tutum, bu toplumda neredeyse normal görülmeye ve “olması gereken” olarak kabul edilmeye başlanmış gibi. Fakat İslâm coğrafyasındaki böylesi kalkışmalara baktığımızda, kamu malına zarar verilmesi, özel-genel mülkiyetin tahrip edilmesi hoş karşılanmaz ve böylesi tutum içerisinde olanlar ciddi manada kınanır. Bunlar, halk desteğinden mahrum kalarak marjinal gruplar olarak itibar edilirler.

Fransa’daki son “Sarı Yelekliler” protesto gösterilerinde kameralara yansıyan bir hadise burada zikredilmeye değerdir: Protestoların hararetli ortamında bir grup eylemci, kaldırımlardan kopardıkları demir korkuluklarla bir binanın camlarını kırmaya çalışırken, Fransızca konuşan bir Müslüman onlara yaklaşıyor ve “Hayır, hayır yapmayın! Haram vallahi haram (bu yaptığınız)!” diyerek, onları binanın camını kırmaktan vazgeçiriyordu. Hem de üzerine hiç vazife olmadığı halde, risk alarak bunu yapıyordu... İşte İslâmi bakış açısıyla şekillenmiş hakikatli duruş!

Her ne kadar cari nizama dair bir protesto mahiyetinde olsa da Müslümanların özel eşyaya ya da kamu malına olan zarar vermeme hassasiyeti, İslâm’ın öğretilerinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, inandıkları değerlere ait olan bu tavrı, protestolarında dahi ortaya koymakla mükelleftirler.

Eğer ki böylesi protestolarda İslâm coğrafyasında kimileri, kamu ya da özel mala zarar veriyor, anarşik davranışlarda bulunuyor, toplumu terörize ediyorsa; burada gayri İslâmi bir tutum söz konusudur ki bunun da kaynağı yine beşerî ideolojilerdir. Çünkü İslâm, şer’i hükümler çerçevesinde bir tavrı emrederken, beşerî ideolojiler (kapitalizm, komünizm) heva-heves ve menfaat çerçevesinde bir tavrı salık verirler. Hatta komünist ideoloji, yakıp yıkmayı, anarşi ve terörü yayılma metodu olarak benimsemiştir. Ola ki Müslüman protestocularda görülecek böylesi aykırı davranışlar, -dediğim gibi-, çocuklarımızın zihinlerini ifsat etmiş beşerî ideolojilerden kaynaklanmaktadır. Çünkü bizim coğrafyamızda da İslâm değil, kapitalizm hakimdir.

Dolayısıyla Batılı toplumların protestolarındaki tahripkâr davranışların inandıkları değerlerle paralel olduğunu söyleyebiliriz. Zira onların inançlarına/akidelerine göre aslolan bireyin menfaatidir. Nizamsal zaviyeden bakıldığında da insanlara huzur, mutluluk ve refah getirmeyen, çözümsüzlük üreten kapitalizme bir tepki verildiği de ortadadır. Aynı şekilde İslâm coğrafyasında da kapitalizme hem akidevi, hem de nizami olarak bir tepkinin olduğu da muhakkak. Zira Müslümanlar için de huzur, mutluluk ve refah, üzerlerine tatbik edilen kapitalist nizam tarafından sağlanamamakta, üstelik engellenmektedir.

Tüm bu tepkilere rağmen İnsanları açlığın ve doyumsuzluğun her türlüsüne mecbur kılan kapitalist nizam, hem kendisine iman etmiş Avrupa toplumunu hem de kendisinden nefret eden İslâm ümmetini hâkimiyeti altına almış ve alternatifsiz olduğu vurgusu üzerinde de gözleri boyamıştır.

Fakat tabii ki bu göz boyama, iletişim ağlarının ve haberleşmenin kolaylıkla yapılabildiği bir ortamda çok da uzun sürecek gibi görünmüyor. Çünkü özellikle İslâm coğrafyasındaki köklü ve kapsamlı İslâmi ideolojik atılım yani İslâm’ı ideolojik olarak insanlığın gündemine sunma çalışmaları müthiş bir ivme kazanmış, kapitalizme alternatif olarak İslâm yeniden medyadaki ve meydandaki yerini almıştır. Endonezya’da milyonlarca kişinin (yaklaşık 10 milyon) İslâm’ın şiarı Kelime-i Tevhid sancaklarıyla yaptığı gösteriler, meydandaki bu uyanışın bir tezahürü olarak öne çıkmıştır bugün.

Daha da ötesi; bir fikri ve siyasi kitle olarak Hizb-ut Tahrir, kurulduğu 1953 yılından bu yana İslâm’ın dört başı mamur mükemmel bir ideoloji olarak anlaşılması adına Müslümanlara sürekli bir uyanış ve sahiplenme çağrısında bulunmuş, bu minvalde de Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın metodundan kıl kadar şaşmamıştır.

O halde burada şu veciz sözü hatırlamakta fayda var:

“Bir devlet, baskı, zulüm ve adaletsizliğe rağmen hala yıkılmamışsa karşısında onu yıkacak bir güç/devlet bulunmadığındandır!”

Biz bu sözü, ideolojiler için de genelleyebiliriz sanırım: kapitalist ideoloji, tüm sömürüsüne rağmen hâlâ varlığını sürdürebiliyorsa, karşısında bu sömürüsüne engel olacak ve onu tarihin karanlık sayfalarındaki yerine gönderecek İslâmi ideolojinin tatbik-korunma-yayılma metodu Raşidî Hilâfet Devleti’nin olmamasındandır!