İHANETİN BOYUTU
31 Ekim 2014

İHANETİN BOYUTU

Bir devletin, bir cemaatin ya da bir ferdin ihanet boyutu tesirinin çapı ne kadardır? Bunların toplumlara vermiş olduğu zararlar eşit midir? Yoksa yerel ve küresel anlamda değerlendirdiğimizde ihanetin boyutu nereye kadar uzanır?

Son zamanlarda bir takım yazar-çizer ve bazı çevrelerin kasıtlı bir şekilde toplumda bir algı operasyonu meydan getirmek için, ciddi bir gayret içerisine girdiklerini görmekteyiz. Özellikle de Suriye ve Irak’ta yaşananlar bağlamında.

Buna birde yöneticilerin söylemleri eklendiğinde toplumun kolay bir şekilde manipüle edildiğini ve yönlendirildiğini eklemek mümkündür. Mesela; bu söylediklerimizi bugün Suriye bağlamında değerlendirecek olursak, orada Hilafet için mücadele eden bir takım guruplar hakkında ciddi bir dezenformasyon veya bir algı operasyonun devreye sokulduğunu görmek mümkündür. Oradaki samimi guruplar Allah ve İslam için mücadele ederken, onları terörist bir örgüt olarak nitelemek, arkalarında şu veya bu devlet var demek ihanetin boyutunu göstermektedir. Veya yine Irak bağlamında değerlendirecek olursak, orada da sisteme karşı mücadele eden bir takım samimi guruplar için de, aynı nitelemenin olduğunu görmekteyiz.

Bu söylediklerim okuyucularımız açısından lütfen yanlış anlaşılmasın. Tabi ki siyasi basiretten uzak olan bir takım gurupların hatalarını burada savunacak değilim. Bu tür cemaat veya guruplar ferasetten uzak oldukları için her an hataya düşmeleri, manipüle edilmeleri veya yönlendirilmeleri mümkündür ve İslam adına mücadele verdiklerini söylerlerken tam tersi İslam’a ve Müslümanlara zarar verebilirler. Maksadım onları eleştirmek değil. Bu başka bir yazı konusudur. Buradaki kastım, O tür gurupların İslam’a vermiş olduğu zararla, Müslümanların başlarında bulunan yöneticilerin İslam’a vermiş olduğu zarar veya ihanetin boyutunu göstermektir.

Makalemin girişinde bir takım yazar ve çizerlerin kasıtlı bir şekilde olayları manipüle ederek toplumu yönlendirdiklerini söylemiştim. Bu tür insanlar ya kasıtlı bir şekilde bunu yapmaktalar, ya da cahili oldukları bir takım konular hakkında gerçek bilgiye sahip olmadıklarından dolayı, basit değerlendirmelerde bulunmaktadırlar. Fakat her iki şekilde de sonuçların yıkıcı olduğunu söylemek mümkündür. Mesela; bu şahıslar devletin sömürgeci kâfirlerle yapmış oldukları bir takım ikili stratejik, ekonomik veya güvenlik anlaşmalarının reel bir politika ve toplumun hayrına olduğunu iddia ederlerken, ne yazık ki bu tür anlaşmaların İslam’a ve Müslümanlara karşı ihanet içerdiğini ya görmezler ya da görmemezlikten gelirler. Veya Müslüman devletlerin Amerika tarafından oluşturulan haçlı koalisyonuna tüm imkânlarıyla destek verdiklerini, uçaklarını bu haçlı koalisyonunun emrine amade kıldıklarını görürken, fakat aynı devletlerin Yahudi devletinin Filistin’de ki Müslümanları katlederken tek bir uçakla dahi olsa Filistin’deki Müslümanlara destek vermediklerini görmekteyiz. Ya da Mısır hükümetinin sözde terörizmle mücadele adı altında Mısır-Refah bölgesinde bir tampon bölge oluşturmak maksadıyla, Filistinli Müslümanlara ait yaklaşık 900 evi yıkmasıyla, Yahudi devletinin Kudüs ve Batı Şeria’da Müslümanlara ait evleri yıkması arasında ne fark vardır? Bu durum Allah’a, Resulüne ve Müslümanlara karşı açık bir ihanetten başka neyi ifade eder? Yine aynı şekilde, Müslümanların başındaki yöneticilerin sömürgeci kâfirlerle yapmış oldukları sözde terörizmle mücadele etme-İslam’la mücadele etme- adına yapmış oldukları ihanet anlaşmalarının, toplumun çıkarına uygun olduklarını iddia ederler. Aslında her iki gurupta, gerçekleri örtmek veya perdelemek yoluyla, toplumu manipüle etmektedirler.

Yine aynı şekilde devlet kendi zafiyetini ve ihanetini perdelemek için, toplumda bir takım çevreler eliyle bir algı operasyonu meydana getirir. Emir ve talimatlar aldığı sömürgeci kâfirleri perdeleyerek, kendisinin çok güçlü ve bağımsız bir devlet olduğunu göstermek ister. Yine aynı devlet, İslam ve Hilafet için mücadele eden Hizb-ut Tahrir gibi siyasi ve fikri bir kitleyi, terörist bir organizasyon olarak nitelendirebilir veya arkasında şu veya bu güçler var diyerek iftira edebilir. Bu sahih kitle hakkında toplumda yanlış bir kanaat oluşturmak ve toplumun bu kitleyle kucaklaşmasını engellemek için, sahip olduğu tüm siyasi enstrümanları kullanır. Veya bu gün Amerika’nın Suriye ve Irak politikasında olduğu gibi, bölge devletlerinin Amerika’nın gemisine binerek, O’nun siyasi çıkarlarını gözetip, orada Hilafet için mücadele eden gurupları ötekileştirerek, onları marjinal veya terörist guruplar olarak nitelerler. Hâlbuki sahih anlamda Hilafet’i ikame edip, İslami hükümleri infaz etmek meşru iken, bunun tam tersi küfür hükümleri ile hükmetmek marjinallik ve İslam’a ve Müslümanlara ihanettir. Yoksa bir takım çevrelerin iddia ettikleri gibi, bu tür gurupların İslam’a ve Müslümanlara zarar verdikleri söylemi asla doğru değil ve delilden yoksundur. Aynı çevreler, sahih İslami bir metotla çalışma yapanlara karşı insafsızca saldırırken, ne kadar gariptir ki, iktidarların gayri İslami politikalarına ses çıkarmamaktadırlar. Onları muhasebe etmemektedirler. Gerçeklerin üzerini örtmektedirler. Bir takım yanlış çıkarım ve varsayımlarla iktidarların yapmış olduğu her şeyi haklı görmekteler ve göstermek istemektedirler. İşte asıl bu çevrelerin tutum ve davranışları İslam’a büyük zararlar vermektedir ve toplumda da bu konuda yanlış bir algı oluşturmaktadırlar.

Yine aynı şekilde bölge devletlerinin, NATO ve BM şemsiyesi altında, sömürgeci kâfirlerin çıkarlarını gözeterek, üslerini, hava limanlarını ve topraklarını bu tür kuruluşların emrine veya hizmetine vermek ihanetin bir diğer boyutunu bizlere göstermektedir. Ya da Amerika ve Avrupa, bugün Ortadoğu veya diğer İslami beldelerdeki petrolü sömürmek ve Hilafetin kurulmasını engellemek veya geciktirmek için tüm imkânlarını seferber etmişken, nasıl oluyor da Müslümanların başındaki iktidarların bu hususta sömürgeci kâfirlere yardım etmesini normal karşılamak mümkündür? Bu ihanetin ta kendisi değil midir? Şimdi kalkıp kendi ihanetlerinin boyutunu gizleyip, tüm suçu ve sorumluluğu bazı kitlelere yüklemek pişkinliğin ta kendisidir. Belki hatalı bir metotla hareket eden gurupların İslam’a zarar verdiği doğrudur. Hatta Müslümanlar arasındaki ayrışmayı derinleştirdiği de doğrudur. Fakat bu tür gurupların İslam’a vermiş olduğu zararla, Müslümanların başında bulunan iktidarların zararı ve ihaneti bunlarla nasıl bir tutulur.

Daha farklı bir tabirle o tür guruplar günün birinde yok olup gidecekler, zararları yerel kalacaktır. Fakat iktidarların ihaneti, kâfirler karşısında Müslümanları yalnız bırakmaları ve Hilafeti engellemeleri devam edecek-ta ki Hilafet Devleti kuruluncaya kadar- ve ihanetlerinin boyutu küresel kalmaya devam edecektir.