Türkiye’de özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, iç ve dış siyasette zikzaklı politikaların oluşması, Türkiye üzerinde uzun zamandır emelleri olan Haçlı ittifakının ekmeğine yağ sürmektedir. İç siyasette darbe girişimi sonrasında atılan adımlar, alınan KHK’ler, tasfiye edilen kurumlar, görevden alınan bürokratlar ve benzeri faaliyetler… İç siyasetteki dengeleri değiştirmek durumunda kalmıştır.
AKP’nin Ergenekon sürecindeki askerî vesayet olarak adlandırdığı ve tasfiye ettiği yapılar, bugün tekrar iş başına gelmiş ya da getirilmiştir.[1] Askeriyede ise büyük bir değişim yaşanmış darbeye teşebbüs sıfatı ile toplam 1684 amiral, general, subay ve astsubay, TSK’dan ihraç edilmiştir. Bunların yerine yapılan atamaların ise eski askerî vesayet mi yoksa yeni bir yapılanma mı olduğu ise halen belirsizdir. Aynı şekilde kamu, kurum ve kuruluşlarındaki tasfiyeler de devam etmektedir. Yargı ve emniyette zaten AKP’nin kadrolaşamadığı bilinmektedir.
O zaman asıl soru şudur: AKP, yeni bürokratik oligarşinin neresindedir? 14 senedir devletleşemeyen AKP, bu kadrolarla nasıl baş edecektir? Nitekim bu soruların cevabını önümüzdeki günlerde alacağız ancak şimdiden bile Türkiye siyasetinin iç ve dış siyasetindeki zikzaklı politikalara bakılırsa AKP’nin tam bir denge politikasının üzerinde durduğu anlaşılmaktadır. Ve en kötüsü ortada kirli bir pazarlığın olduğunun da kanıtıdır. En nihayetinde AKP darbeden kurtulmuş ancak bürokratik dokunulmazlığını kaybetmiştir. Darbe soruşturmasının siyasi kanada ulaşmamış olması ise halen iki tarafla da yani eski ERGENOKUNCU askerî statüko ve sonra onun yerine gelen GÜLENCİ yapıların arasında bir uzlaşmaya gidildiğinin göstergesidir.
Nitekim bunun ilk eseri de “Yeni Anayasa” adı altında Meclis’ten çıkan BAŞKANLIK SİSTEMİ değişikliğinin halk oylamasına götürülmesidir. Anlaşılan o ki, darbe girişiminde Gülencileri öne atarak geride duran Ulusalcıların yeni planı, devlet kurumlarındaki eski güçlerine dönebilmek karşılığında, Erdoğan nezdinde bir yapı değişikliğine en azından Meclis içerisinde sessiz kalarak yol vermiş gibi görünmektir. Lakin asıl planları, Erdoğan’ı da AKP’yi de bitirecek referandum süreci ve sonrası yaşanan olaylar neticesinde görülecektir. Nitekim bugün referandum sürecinde Türkiye halkı yeni bir kutuplaşmanın eşiğine çoktan gelmiştir bile. “Evet” ve “Hayır” kampanyaları zaten ülkede mevcut olan etnik ayrışmanın yanına farklı ve yeni bir kutuplaşmayla da, bir türlü gerçekleşmeyen birlik ve beraberliği daha da yıkıcı bir hatta taşıyacaktır. Asıl düşmanlar unutulacak, her fırsatta Müslümanlar aleyhine plan kuranlar görülmeyecek ve Türk halkı kendi içerisinde bu çatışmanın esiri edilecektir.
Referandum kararı verilmeden önce ekonomik olarak halkın tepesine çöken finans sektörü şimdiden kendisini garantiye almıştır. Artan faizler ve dalgalı kurlardan yararlanarak bir kaç ay içerisinde haksız servetlerine kirli kazanç sağlayanlar, istedikleri zaman da müdahale edip Türkiye ekonomisi ile oynayacaklarının sinyallerini vermişlerdir. Kendi halkının kutuplaştırılmasına ve ekonomik sefalete sürüklenmesine ses çıkaramayan Hükümet ise, sadece süreci yürütmek ve tepkileri minimize etmekten başka bir şey yapmamıştır. Nitekim yaşanan bu kadar hadiseden sonra da yapabilecek iradeye zaten sahip değildir.
O zaman Hükümetin yeni statükodaki yerini de belirtmekte fayda var: Denge adı altında kendi siyasi ve şahsi menfaatleri için bütün güçler karşısında raks etmek... Bir yandan efendileri ABD’yi razı edecek faaliyetleri gerçekleştirmek için görünürde yürütmede kalacaklar, bir yandan eski statükonun bir oyuncağı olarak yürütme dışındaki organlarda ulusalcıların yuvalanmasına izin verecekler ve haliyle yürütmeye de müdahale edecek imkânlar ve olanaklar sağlayarak yönetime ortak edecekler. Görünen tam da budur.
Nitekim bunlar, iç siyaset ayağında gerçekleşenlerdir ve yine bunlar, sonu belli olmayan bir yola çıkıldığının da kanıtıdır. Ancak dış siyasetteki değişimleri de buna ilave edecek olursak, gerçekten Türkiye üzerinde kimlerin ne planladığını anlamakta zorlanmayız. Türkiye’yi dış siyasette şu an ayakta tutan ve görünen gelecekte de dizlerinin üzerine çökertecek temel etken, Ortadoğu politikasında üslenmiş olduğu roldür. Nitekim Suriye’ye yapılan operasyonel faaliyetler şimdilik Türkiye’ye bir yük getirmemiş gibi görünse de daha ilerisi, karanlık bir dehlizden başkası değildir.
Moskova’da başlayan Astana’da devam eden Suriye görüşmelerindeki üstlenmiş olduğu misyon ise iç siyasetteki dalgalanmaların bir yansıması olarak devam etmektedir. Türkiye bir yandan Rusya ile süreci devam ettirmek isterken, diğer yandan da hem ABD’nin hem de Rusya’nın desteklediği PYD’nin Suriye’deki varlığından ve rolünden rahatsız olmuştur. Ancak tâbilik ve içinden çıkamadığı politika gereği PYD’nin varlığına bile göz yumacak bir pozisyona gelmiştir. Bununla da yetinmeyip önümüzdeki süreçte eğer “ılımlı” olarak tanımlanan ve Astana’ya katılan guruplar, Esad ile görüşmeleri kabul ederlerse Türkiye’de aynı masaya oturmuş olacaktır. Böyle bir süreçte “İsrail”, Rusya, Mısır ve Irak politikasındaki değişikliklerden sonra Suriye politikasının da değişmesi ile dış politikadaki eksen kaymasının son halkası da tamamlanmış olacaktır.
Nitekim bu değişen politikalardan en çok sevinenler ise Müslüman karşıtı, İslam düşmanı olan kesimlerin, efendilerinin menfaatlerini yerine getirmekteki başarıları olarak yorumlanabilir. Nitekim “Cemaatlerin kökünü kazıyacağı”[2] diyerek İslam’a ve Müslümanlara olan kini ortaya koyan “yerli” ulusalcı kisvesi altındaki ajanlar, aynı zamanda da Türkiye’deki son politika değişikliğini şöyle yorumlamıştır: “Sayın Tayyip Erdoğan, PKK'ya karşı politika konusunda Vatan Partisi'nin bulunduğu yere gelmiştir. FETÖ'ye karşı 50 yıldır mücadelesini verdiğimiz çizgiye gelmiştir. Rusya düşmanlığı yaparken, Vatan Partisi'nin Rusya dostluğu, İran dostluğu çizgisine gelmiştir ve yakında da öyle gözüküyor ki Suriye dostluğu çizgisine de gelecektir. Tayyip Erdoğan'ı tercih edenler en sonunda yine Doğu Perinçek'i tercih etmiş olacaklardır."[3]
Evet, en başta da dediğimiz gibi güçsüz bir Müslüman Türkiye, Haçlı ittifakının son günlerde ağızlarından düşürmedikleri İslam düşmanlığı karşısında en çok ihtiyaç duydukları ülkelerden birisidir. Suriye halkı, İslam’a veya İslami herhangi bir guruba karşı kıyama kalkmadı. Suriye halkı, efendisi ABD olan Esed’e ve onların uygulamış olduğu gayri İslami hükümlere başkaldırdı. Nitekim tüm İslam coğrafyasına örneklik teşkil edecek bu kıyam, bugün maalesef Türkiye gibi halkı Müslüman olan bir ülkenin yardımı ile çökertilmek isteniyor. Türkiye’nin kıyamın başındaki tutumu sözde Esed iken, bugün İŞİD ve PYD ile mücadele haline getirilmiştir.
Ancak şunun iyi bilinmesi gerekir, artık Kapitalizm’in sonu gelmiştir. Ömrünü bitkisel hayatta uzatmaya çalışsalar da varlık âleminde musalla taşındadır. Ne Donald Trump ne de onun milyarder kabinesi onu artık hayata döndüremeyecektir. Ancak musalladan mezara giden yolu uzatabilirler o kadar. Gelecek ise bugün adından dahi korktukları, İslam’ın ve onun nizamının tüm dünyaya adalet dağıtmasına şahitlik edecektir. Bu yüzden gelecek üzerinde şahsi hesaplar yapıp İslam kisvesi altında Kapitalizmin uşaklığını yapanlar, dün olduğu gibi bugün de hüsrana uğrayacaklardır. Efendilerinin sonu ise hiç şüphesiz daha da zelil bir durumdan başkası olmayacaktır.
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
“Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”
[1]http://www.milliyet.com.tr/kumpas-magdurlarina-acil-gorev--gundem-2281883/
[2] http://www.haber3.com/dogu-perincekten-bombalar-3867731h.htm
[3] http://siyasihaber3.org/perincekten-bahceliye-yanit-erdogani-da-tercih-etseler-perinceki-tercih-etmis-olurlar