İBB Operasyonu: “Yine Çimenler Ezildi”
24 Mart 2025

İBB Operasyonu: “Yine Çimenler Ezildi”

Son bir haftadır sadece Türkiye değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünya İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun doğrudan merkezinde olduğu gelişmelere odaklandı.

Ekrem İmamoğlu’nun ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) “cumhurbaşkanı adayı” olarak, 23 yıllık iktidarı süresince Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısına çıkan adayların içerisinde en güçlüsü ve Erdoğan’ı koltuğundan edebilecek tek aday olması, meseleyi daha da anlamlı ve önemli kılmaktadır.

Önce, Ekrem İmamoğlu'nun diplomasındaki durumu görüşmek üzere 18 Mart Salı günü toplanan İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, İmamoğlu'nun diplomasının iptal edildiğini duyurdu. Üniversite yönetimi, İmamoğlu'nun da aralarında bulunduğu 28 kişinin diplomalarının “yokluk” ve “açık hata” gerekçeleriyle geri alınmak suretiyle iptaline karar verdi. Böylelikle İmamoğlu’nun, Türkiye’de cumhurbaşkanı olmanın şartlarından biri olan, “üniversite mezunu olma yeterliliği” sebebiyle aday olma durumu tehlikeye girmiş oldu.

Kamuoyunda diploma tartışmaları henüz etkisini kaybetmeden, muhalefet olayın şokunu üzerinden atamadan hemen bir gün sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne “rüşvet, yolsuzluk ve terörle iltisak” suçlamalarıyla operasyon yapıldı. Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibi “rüşvet, yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırma” suçlarından tutuklanarak cezaevine konuldu. Bu kararla birlikte İmamoğlu, belediye başkanlığı görevinden de alınmış oldu.

Bu gelişmelerde dikkat çeken ve tartışmalara konu olan bir başka nokta ise; diploma iptalinin ve İBB’ye yapılan operasyonun, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklanmasından birkaç gün önceye denk gelmesidir.

Bugün kamuoyunu, “sürecin siyasi mi yoksa hukuki mi olduğu”, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elindeki devlet gücünü kullanarak en önemli rakibini tasfiye mi ettiği” ya da –sıkça konuşulduğu gibi– “İmamoğlu'na yönelik kendi partisi içerisinden bir hamle mi yapıldığı” soruları meşgul ediyor ve uzunca bir süre de meşgul edecekmiş gibi gözüküyor. Ancak meseleyi bu gelişmeler üzerinden okumaya çalışmayı ve dikkatleri bu noktalara çekmeyi, insanları asıl odaklanılması gereken noktalardan uzaklaştırmaya yönelik hamleler olarak değerlendirmek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır.

Bizler biliyoruz ki bu olay; İslâm ümmetinin bu güzide toprakları üzerinde, sömürgeci kâfirlerin arka planda bulunduğu ve yerli işbirlikçilerin sahnede ön planda göründüğü nüfuz mücadelelerinden birisidir. Bu olaylar, kapitalist dünya düzeninin topraklarımız üzerindeki tahakkümünün bir neticesidir. Ne yazık ki Hilâfet’in ilgası, ümmeti sömürgeci kâfirlerin eline düşürmekle kalmadı, aynı zamanda beldelerimizi onların güç gösterilerinin ve nüfuz mücadelelerinin sergilendiği sahneler hâline getirdi.

Bu olay; on yıllardır birinin diğerine hamle yaptığı, öbürünün buna karşılık verdiği, güçlü olanın diğerini sahneden silmeye çalıştığı, ümmet üzerinde siyasî, ekonomik ve toplumsal huzur açısından ağır travmalarla sonuçlanan küresel çekişmelerden sadece bir tanesidir.

Fiilî ya da “post-modern” diye tabir edilen darbeler, devlet hazinesinin boşaltıldığı ekonomik vurgunlar, devletin güç gösterisi uğruna kendi halkının başına indirdiği demir yumruklar, bu süreçlerin en kısa özetidir. Demokrasi, insan hakları, tam bağımsızlık ve hukukun üstünlüğü gibi -güya- “evrensel hak ve hürriyetlerin kazanımı” yalanlarıyla bir asrın topyekûn heba edilmesidir.

Elbette, kendilerini Batı’ya teslim eden ve Batı’nın bu topraklar üzerindeki kültürel uzantısı durumunda olan “mürekkep yalamış şahsiyetler” buna itiraz edeceklerdir. Savunmaya geçecek, çağ dışı olarak gördükleri –ve aslında kendi temellerini de oluşturan– İslâm’a ve onun hayat nizamına her zaman olduğu gibi burun kıvıracaklardır.

Meseleleri alakasız platformlara taşıyıp tartışarak toplumun dikkatini başka noktalara çekmeye çalışan bu basiretsiz güruhun mensupları, şunun farkındalar mı acaba? Meselâ; 100 yılı aşkın Cumhuriyet tarihinde, bu derece stratejik öneme sahip, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alan, verimli topraklara sahip Türkiye'de insanların huzur ve refah içinde yaşadığı –bırakın 100 yılı– sadece 5 yıllık bir zaman dilimi gösterebilirler mi?

İnsanların faiz kıskacından kurtulduğu, parasının döviz karşısında değerini koruyabildiği, sahip olduğu güç ve imkânlar doğrultusunda ekonomisini ayakta tutabildiği ve tarihî bir problem olan “cari açık” meselesini aşabildiği bir dönem olmuş mudur?

Türkiye, askerî açıdan dünyanın en güçlü ülkeleri arasında gösterilmesine rağmen, yaklaşık 50 yıldır “terör” sorununa mahkûm edilmiştir. Terörün siyasî ve ekonomik sonuçları milyonlarca insanı etkilemiş, on binlerce canın kaybına yol açmıştır. Bu durum, bu topraklar üzerindeki küresel mücadelenin bir sonucu değil midir?

Sizler, “Filler tepinirken çimenlerin ezildiğini” görmüyor musunuz?

Günlerdir, sömürgeci kâfirlerin bu kültürel uzantıları, kamuoyu önünde karşılıklı olarak kendi haklılıklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Bir taraf “hukukun üstünlüğü”nden dem vurup sürecin hukukiliğine atıfta bulunurken, diğer taraf “mağduriyet” söylemiyle taraftar toplamaya ve mevcut yapılarını konsolide etmeye uğraşıyor.

Oysa asıl mağdur olan toplum, son bir haftadaki gelişmeler neticesinde zaten çok kısıtlı olan alım gücünün neredeyse %10’unu kaybetmiştir.

Dövizin baskılanarak belli bir seviyede tutulmaya çalışılması ya da diğer ekonomik enstrümanların olumluymuş gibi gösterilmesi, bu gerçeği perdelemeye yetmemektedir. Çünkü ekonominin gerçek yüzü; halkın alım gücüdür, pazarda ve markette her gün karşılaştığı fiyat farklarıdır.

Gerçek mağduriyet; sizler efendilerinizin çıkarlarını korumaya çalışırken, birbirinizle didişip güç savaşı verirken, sizin gözünüzde oy dışında hiçbir anlam ifade etmeyen bu gariban halkın, sahip olduğu hakları ve değerleri birer birer kaybetmesidir.

İşte, son bir haftada yaşananların özeti ve bu yaşananlara bakılması gereken doğru açı budur. Bu topraklar üzerinden sömürgeci kâfirler yok olmadığı sürece, İslâm toprakları küresel güçlerin oyun sahası olmaya; Müslümanlar ise sahip oldukları değerleri ve servetleri kaybetmeye devam edecektir.

Bu meselenin köklü çözümü; İslâm topraklarının aslına dönmesi ve Müslümanların, sömürgeci kâfirlerin tasallutundan kurtularak, kendi hayat nizamını tatbik edecek olan Hilâfet Devleti’ne yeniden sahip olmasıdır.

[يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ] “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne itaat edin.” [Enfâl Suresi 24]