Evet, başlıkta kinaye var. Aklı olan bir insanın, kendisini Allah’ın yarattığını unutarak, yine Allah’ın yarattığı dünyada, O’na meydan okurcasına davranış sergilemesi, O’nun kanunlarını beğenmezcesine kanun yapmaya aday olması gerçekten cesaret ister, hem de aptal cesareti, cahil cesareti. Yanacağını bile bile ateşe doğru yürüyen birine ne dersiniz? “Vay be, ne cesaretli adam” diyeceğinizi hiç sanmıyorum.
Peki, aslında cesaret nedir? Cesaret; Allah’ın hadlerini bütünüyle ve kusursuzca korumada Allah’tan gayri kimseden korkmadan ve çekinmeden azimkâr olmak, hiçbir şart ve ortamda Allah’ın emir ve yasaklarından ödün vermemektir. Cesaret, yalnızca ve yalnızca Allah’tan korkan, O’na yakinen iman etmiş insanların, imanlarından kaynaklanan doğal bir tavırdır.
Cesaret sahibi insanlar, gayelerin gayesi Allah rızası için, Allah’ın emrettiği dini yaşamak ve diğer insanların da bu mükemmel dini yaşamasını sağlamak için çabalar, etraflarında işlenen münkere karşı dilsiz şeytan gibi sessiz kalmaz, gereken İslâmi tavrı gösterirler. Haramlara ve zulümlere karşı mücadele etmeyi, hakkı, hakikati, dini anlatmayı görev edinmişlerdir. Müminlerin cesaretinin temelinde tamamen Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik samimi bir gayret bulunmaktadır. Bu yüzden, Allah’ın dinini kâmil manada yaşama konusundaki cesaretleri belirli şartlara bağlı değildir. Her ortam ve her durumda Mü’min, ruh ile (Allah ile olan bağın idraki ile) Rabbimize güvenmenin getirdiği cesaretini korur.
Kâfirlerin, münafıkların, zalimlerin ya da fasıkların sergiledikleri cesaret örneklerinde ise ruhun yerini yalnızca menfaat ve dünyevi zevkler almaktadır. Bu yüzden tevhidî anlayıştan uzak insanlar, cesaret kavramını batıl alanlarda uygulamaya geçirirler. Asıl cesaret göstermeleri gereken konularda ise sınıfta kalırlar. Bu nedenle bu kişilerin gösterdikleri cesaret gereksiz, anlamsız ve ahiretleri açısından da hüsrana yol açacak bir cesaret olmaktadır.
Allah korkusu taşıyan insanlar, diğer insanların kendisini kınayacağını bilse dahi cesaret göstermeleri gereken bir olayda, o olayı görmezden gelerek geri durmayı, kaçmayı ya da sessiz kalmayı beceremezler. Örneğin, bir kişi suçsuz olduğu halde suçlanıyorsa ve bir Mü’min de onun suçsuzluğuna şahitse, kendi çıkarlarına ters de düşse, kendini riske de atsa bu kişinin hakkını Allah rızası için savunur. Bu gerçekten güzel bir cesaret örneğidir.
Mü’min, Allah’ın emir ve yasakları konusunda gevşeklik göstermek ve çekingen davranmaktan korktuğu için Allah’ın hadlerini gözetmede en güzel cesaret örneklerini sergiler.
Kur’an’a uygun bir cesaret, Allah’tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmamayı, Allah rızasına en uygun davranışı yapmakta hiç tereddüt göstermemeyi ve kararsızlıkta bulunmamayı da gerektirir. İman edenlerin en büyük özelliklerinden biri, herhangi bir zorluk karşısında yılmayan, Allah’tan başka hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmayan tavırlarıdır. Onlar, Allah’tan başka bir güç olmadığını bilirler. Bu da, onlara her türlü korkuyu yenecek cesareti verir. Onlar, bir tek Allah’tan korkarlar.
Maide Suresi 54. ayet-i kerimede Allahu Teâlâ’nın buyurduğu gibi:
يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ
“…Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar…”
İman eden bir insanın görevi Allah’ın emrettiği İslâmi hayatı yaşamak, yaşamayı ve yaşatmayı başlatmak, bunun için çalışmak, salih amellere devam ederek insanlara hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. Mü’minin ana vazifesi budur. Ancak şu da bilinmelidir ki, insan bu görevi yerine getirirken çeşitli zorluklarla daha doğrusu sınavlarla karşılaşabilir. Engellenmeye çalışılacak, baskı altına alınmak istenecek, türlü iftiralara ve eziyetlere maruz kalacaktır. Bir insanın öyle bir durumda herhangi bir mazeret öne sürerek dininden, kutsal değerlerinden, dolayısıyla Allah’ın rızasından taviz vermesi ise son derece çirkin, samimiyetsiz ve şahsiyetsiz bir davranış olur. Eğer kişi samimiyse, çekineceği hiçbir şey yoktur. Allah onu koruyacak, Allah onun yardımcısı olacak, işlerini kolaylaştıracaktır.
‘Allah rızası için cesur olabilmek’ kavramından aciz olan münafıkların ise korkak olmaları en belirgin özelliklerinden biridir. Munafikun Suresi 4. ayet-i kerimede Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
“Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar.”
Peygamber Efendimiz (sav)’e kendilerine saldıranlara karşı savaşma emri gelmeden önce kendilerinin Müslüman olduğunu iddia eden, dahası bir savaş olsa mutlaka bu savaşa katılacaklarına dair söz veren münafıklar, savaş emri geldiğinde daha önce savaşa çıkacaklarını söyleyenler kendileri değilmiş gibi davranmışlardı. Oysa güzel olan, vaatlerini yerine getirmeleriydi. Allah bununla ilgili Muhammed Suresi 20. Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“…Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.”
Allah’a ve ahirete yakinen iman etmedikleri için savaşa çıkmaktan korkmuşlar, Mü’minlerin gösterdikleri cesareti gösterememişlerdir. Oysa kâmil manada iman eden Müslümanlar bu ayetleri duyduklarında şevkleri kat kat artmıştır. Allahu Teâlâ, Ahzab Suresi 23. ayet-i kerimede Mü’minlerin kararlılığını vurgularken, وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا “…onlar hiçbir değiştirmeyle (sözlerini) değiştirmediler” buyurmaktadır. Hakkıyla iman etmeyenler ise genellikle böyle zorlu imtihanlarda kendilerini ele vermişlerdir. Çünkü cesaret çoğu zaman taklit edilemeyen bir Mü’min özelliğidir. Allah insanlar için pek çok imtihan ortamı yaratmış, bu imtihanlarda kimin doğrulardan, kiminse yalan söyleyenlerden olduğunu ortaya çıkarmıştır.
İşte, içinde bulunduğumuz zaman dilimi de böylesi bir zaman dilimi değil mi? Müslümanların bulunduğu her beldede, zulüm arşa ulaştı. Böyle bir zamanda, Allah’ın hükümlerinin yeryüzünde tatbik edilmesinin farziyeti tüm Müslümanların omuzlarında iken; bu hükümlerin tatbik edilmesiyle insanlığa daha önce adalet, izzet ve huzur ikame ettiği aşikâr bir hale gelmişken, hala Allah’ın hükümleri dışında hükümler ile yönetmek ve yönetmek için aday olmak gerçekten aptal cesaretine sahip olmayı gerektirir. Müslümanların başında bulunan bu yöneticiler yoksa Allahu Teâlâ’nın Maide Suresi 50. ayet-i kerimesindeki şu hükmünü bilmiyorlar mı?
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?”
Demokrasiyi araç olarak kullandıklarını söyleyenlerin, ileri demokrasiye ulaşma çabalarında olduğunu duymak ne kadar hazin! Onlardaki bu cesarete açıkçası bizler şaşırıyoruz. Allah’ın hükümlerine alternatif olarak insan aklından çıkan hükümler ile yönetmek ve yönetmeye devam etmek için Müslümanlardan oy istemek de nedir? Haşa, bu Allah’ın arzında Allah’a kafa tutmak değil de nedir?
Müslümanların başındaki yöneticilere sesleniyorum: Kâfirlerden korkup, Allah’a meydan okuma cesaretini göstereceğinize; Allah’tan korkun da kâfirlere meydan okuma cesaretini gösterin. Haydi, cesaretiniz varsa bunu yapın, bunu yapın ki ümmet cesaretinize bir kerecik de olsa şahitlik etsin.