Tüm dünyanın iki yıl kadar etkisinde kaldığı Covid-19 pandemisinin, ülke ekonomilerini derinden sarstığı malumunuzdur. Hemen akabinde yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı ise başta gıda ve enerji olmak üzere birçok üründe tedarik sıkıntısı yaşanmasına neden oldu.
Böylesi bir süreçte, özellikle Rusya-Ukrayna savaşının etkileriyle birlikte birçok devlet, tarihî enflasyon rakamları açıkladılar. Ekonomisi krizlere ve enflasyona gebe olan Türkiye ise bu süreci en ağır şekilde hisseden devletlerin başında gelmektedir.
Bildiğiniz gibi “kriz” kelimesi Türkiye için çok sıradan ve olağan bir kelimedir. Cumhuriyet tarihi boyunca irili-ufaklı onlarca ekonomik kriz yaşamış, -tabiri caizse- kriz artık vatandaşlar için oldukça sıradan bir hâl almıştır. Trajikomik olan bu durum ne yazık ki gerçektir. Örneğin Avrupa devletlerinde %6, %8 gibi rakamlara ulaşan enflasyon için, “50 yılın en yükseği” gibi değerlendirmeler yapılıp ilgili devletler bir panik atmosferine girmişken, Türkiye’de -TÜİK verilerine göre- enflasyon 3 haneli rakamların sınırına gelmesine rağmen, ne devlet yetkililerinde ne de halkta herhangi bir panik söz konusu değildir.
“Panik hâli yok” dedik ama bu, her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına da gelmiyor tabii ki…
Söz konusu olan bu süreç, Türkiye ekonomisi için rekor düzeye sıkıntılar oluşturmuştur. Özellikle gıda ve akaryakıtta fiyatlar çok kısa sürede 3-4 katına çıkmıştır. Ev ve araç fiyatlarından tutun, tekstil ürünleri kadar istisnasız her şey için fahiş fiyatlandırma yapılmıştır. Ve ne yazık ki hâlen daha bu ürünlerin fiyatları stabil bir duruma gelebilmiş değildir. Gelmesi de çok muhtemel görünmemektedir. Çünkü Türkiye’de ekonomi, çok uzun yıllardan beri doğru temeller üzerinde değildir.
Fakat böylesi bir süreçte bile birileri var ki onlar her zaman kazanıyor. “Kazanmak” kelimesi esasında zayıf kalır, resmen kâr üstüne kâr yapıyorlar. Bunların kim olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil! Tabii ki bankalar!
Kapitalist sistemin ana sütunlarından olan bankalar, vakası ve işleyişi itibariyle her dönemin en kazançlı kurumları olmuşlardır. Bu kazanç gerçekte bir ticaretin sonucu olan kazanç değildir; fertlerin ve toplumların serveti üzerinden elde edilen haksız ve faizli bir kazançtır. Son 20 yılın en çok kâr eden kurumları arasında bulunan bankalar, kriz ortamlarını ise çok severler. Krizler, bankalara daha çok kazanç ve daha çok imtiyazlar sunar. İşin aslı ekonomik krizlerin ana kaynağı da yine bankalardır. Çünkü yatırım, üretim ve istihdama dayalı olması gereken ekonomi, faiz temelleri üzerine bina edildiği için tüm ipler bankaların ve finans kuruluşlarının kontrolüne geçmektedir.
Türkiye’de, 2018 yılında “Rahip Brunson krizi” olarak patlak veren bir süreç yaşandı. TL’nin değer kaybetmesi ve dövizin yükselmesi ile bir anda ciddi bir ekonomik sarsıntı yaşandı. Hâlen etkileri devam eden bu krizi sırasıyla; Covid-19 ve Ukrayna-Rusya savaşı izlemiştir. Bu süreç üretim ve istihdamı yetersiz olan, tarım ve hayvancılığın yok edildiği, enerjide dışa bağımlı olan Türkiye ekonomisini iyice çıkmaza sokmuştur. Türkiye Hükümetinin kriz çözümü için döviz ve altın olarak faizli iç ve dış borçlanmaya gitmesi, bu krizi iyice derinleştirmiştir. Bu konunun sebep-sonuç ve çözümü ayrı bir makale konusu olup buradaki ana mesele bu süreçte bankaların ne durumda olduğudur.
Kurumlar Vergisi rekortmeni olan ilk 10 şirkete baktığımızda bunların;
•2018 yılında 6 tanesi
•2019 yılında 7 tanesi
•2020 yılında 6 tanesi
•2021 yılında 7 tanesi bankalardır.
•2022 yılının ilk 6 ayın da ise geçen yıla göre bankaların kârı %400’ü aşmış durumdadır.
Bankacılık sektörü 2022'nin ilk 6 ayında 169 milyar 145 milyon lira net kâr elde etmiş, sektörün toplam kârı ise geçen yılın ilk 6 ayına göre %400.5 artmıştır. Bankaların mevduatı, haziran da 2021 sonuna göre %28.1 artışla 6 trilyon 796 milyar 195 milyon liraya yükseldi. Görüldüğü gibi piyasada dolanması gereken, yatırıma ve üretime aktarılıp kriz ortamından çıkılmasına vesile olacak olan trilyonlar bankalarda bekletilmektedir.
Hükümet bir taraftan şer’î nassa dayanıp “faize savaş açtığını” söylerken, diğer taraftan ise faiz kurumlarını hayal ettiklerinden bile fazla bir kâra kavuşturmuştur. Bu nasıl bir savaş ki; bir taraftan düşman ilan edeceksiniz ama diğer taraftan kriz çözümü için banka finansmanlarını güçlendirme politikaları yapacaksınız? Bu, resmen halkı kandırmak ve aldatmaktan başka bir şey değildir.
Meseleye ekonomik açıdan baktığımızda; hükümetin, “faiz haramdır” lafzı ile karar alıp düşürdüğü faiz, “politika faizidir”. Bu esasında halkı, yatırımcıları hiç alakadar etmeyen bir faizdir. Merkez Bankası’nın diğer bankalara para verirken uyguladığı bir faizdir. Dolayısıyla Müslüman halka İslâmi söylemler ile indirdiği faiz esasında budur. Fakat diğer taraftan halkı, yatırımcıları ve devleti ilgilendiren faiz türlerinde ise aşırı yükselme söz konusudur. Aşağıda sunulan tabloda tüm değerler yer almaktadır.
**FAİZ TÜRLERİ**
EYLÜL 2021
AĞUSTOS 2022
Politika Faizi
% 19
% 14
Bireysel Kredi Faizi
% 18-20
% 26-28
Ticari Kredisi Faizi
% 20
% 35-40
Devletin TL Borçlanma Faizi
% 17
% 23
Devletin USD Borçlanma Faizi
% 6
% 11
Bu tablodan da anlaşılmaktadır ki esasında yapılan faiz düşürme hamleleri, ne İslâm’a ne de ekonomiye dayanmaktadır. Aksine bu politikalar ile faiz kurumları eskisinden çok daha fazla kâr etmişlerdir. Gelinen bu nokta bilinçli bir şekilde yapılmış politikaların bir sonucudur. Yani hükümet her ne kadar yaşanan tüm sıkıntıları farklı yerlere mâl etmenin bir yolunu bulduysa da sürecin buraya geleceğini, halkın böylesi bir sıkıntıyla baş başa kalacağını, enflasyonun aşırı derecede yükseleceğini çok iyi biliyordu.
-Altın ve altına dayalı kira sertifikası politikası.
-Yastık altı altınlarını ekonomiye kazandırma politikası.
-Mevduatta para tutana vergi istisnaları.
-Kur korumalı mevduat.
Bunlar ve daha onlarcası ile oluşan açık, bütçeye yani halka yansıdı.
Bugün daha iyi görüyoruz ki, Türkiye’nin doğru temeller üzerine bina edilen bir ekonomi politikası yoktur. Günü kurtarma hamleleri ile yapılan şey süre kazanmaktır. Fakat her sürecin kazanını zenginler, bankalar ve yöneticilerdir; kaybedeni ise halk… Yöneticilere bakıyorsunuz bir gün ekonomist oluyorlar, bir gün realist, bir gün ise İslam iktisat uzmanı… O gün şartlar neyi gerektiriyorsa öyle konuşuyorlar. Dolayısıyla ellerinde bu sorunları kalıcı olarak çözebilecekleri ne bir sistem var ne de öyle bir niyetleri!
Bizler her daim dile getirdik ki krizler, İslâm’ın hayat sahasında olmamasından çıkmaktadır. İslâm’ın iktisat sistemi, insanın ihtiyaçlarının doğru şekilde karşılamak esası üzerine, helal-haram kavramlarını gözeten, Allah’ın emirlerine dayanan bir sistemdir. Bu sistemde korunması gereken kapitalizmde olduğu gibi para (sermaye) değil bilakis insan ve toplumdur. Yanlış sorunun doğru cevabı olmadığı gibi, yanlış sistemin içinde uygulanacak hiçbir politika da doğru ve kalıcı bir çözüm olmayacaktır.
Yapılması gereken tek şey; beşer aklına dayalı kapitalist demokratik nizamın terk edilmesi, Allah’ın emri olan İslâm nizamının ve onun iktisat sisteminin uygulanmasıdır.
[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْۚ] “Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Rasulü’ne icabet edin.”[1]
[1] Enfal Suresi 24