(Yönetimde Bölünme ve İslam’ın Bakışı)
Öncelikle okuyucularımıza bir hatırlatmada bulunmak isterim: Bu makale Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın 19-29 Nisan tarihlerinde Yeni şafak Gazetesinde “Bölünmeye Giden Yol Kapatılmalıdır.” ve “Tefrika Savunulamaz” başlıklı iki makalesine binaen yazılmıştır.
Dolayısıyla bu makaleyi okumadan Hayrettin Karaman hocanın yazdığı önceki iki makaleyi okumanız konuya vakıf olmanız açısından faydalı olacaktır.
Makale linkleri:
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32013&y=HayrettinKaraman
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32157&y=HayrettinKaraman
Hayrettin Karaman hoca son dönemde Türkiye de Doğu sorununun çözümüne ilişkin konuşulan federalizm konusuna İslami bir bakışla değerlendirme yapmış ve konunun İslam daki hükmünün ne olduğunu ortaya koymaya çalışmış. Bunu yaparken konuya ilişkin kendi değerlendirmesini kuvvetlendirici delil olsun diye Iraklı Fıkıh Âlimi Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan’ın 2010 yılında yayınlanmış ve 2011 de teyit edilmiş bir fetvasını da yazısına almış.
Abdulkerim Zeydan’ın verdiği fetva Kerkük'ün Irak'tan ayrılarak Kürdistan’a bağlanmasıyla ilgili. Zeydan fetvasında şöyle diyor:
"Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur."
Fetvanın Arapça metni: http://www.alabaserah.com/news.php?newsid=700
Hayrettin Hocanın makalesini okuduysanız yazısına bir hikâye ile başlıyor. Kundakçı hikâyesini anlatarak yazısına başlayan hoca, aslında konuyu ele alış biçiminde dahi birleştirici değil ayrıştırıcı bir üslup kullandığının farkında değil. Türkiye de genel iç siyasi çekişmelerin siyasetçiler üzerinde oluşturduğu tartışmacı ve tarafsallaştırıcı (taraf veya bertaraf olmak) yaklaşım Hayrettin hocaya da sirayet etmiş durumda maalesef.
Hayrettin hocanın bu konuyu siyasi bir değerlendirme ve toplumsal yönlendirme maksadı ile ele almış olduğunu düşünürsek - ki ben böyle düşünüyorum- örneklendirme için kullandığı kundakçı hikâyesi ile bölgede feredalizmi dillendiren Kürt halkına yönelik çok ağıt ötekileştirmeci bir üslup kullanmıştır. Türkiye de iktidar kanadı dahi bu soruna ilişkin açıklamalar yaptıklarında ağızlarından çıkan sözlerde çok dikkatli ve titiz davranırken, Âlim vasfı, fetvaları ve yazıları ile belirli büyük bir okuyucu kesimin itibar ettiği Hayrettin Hoca bu yazısında çok talihsiz bir dil kullanmıştır.
Hayrettin hocanın yazdığı bu makaleler bir haftaya yakındır yoğun bir tartışma ortamı oluşturdu. “Kundakçı fetvası” ile gündemde konuşulmaya başlayan bu mesele hakkında hocanın yaklaşımını eleştirenler ve karşı yazı yazıp soru soranlar da oldu. Genelde konuyu değerlendirme yaklaşımı iki farklı bakış ortaya çıkardı. Birinci bakış doğudaki federe” talebini savunan ve dillendiren kesimden gelen itirazcı bir yaklaşımla hocanın üslubunu ve değerlendirme zaviyesini eleştiren bakıştı. İkinci bakış ise hocaya ilmi ve Âlimliği noktasında itirazı olmayan ama bu konuların konuşulmasının özgürlüklerin önünü açacak olmasından dolayı hocayı eleştiren yaklaşımdı.
Ancak Hayrettin Karaman hoca bu konuyu hükmü açıklanması gereken bir fetva konusu olarak kaleme aldığı halde, bu konu devlet yönetimi ile ilgili bir konu olduğu halde hiç kimse devlet yönetiminde İslam’ın ortaya koyduğu hükmün ne olduğunu ve Müslümanların topraklarının İslam da ki hükmünün ne olduğunu sorgulama gereği duymadı.
Meseleyi İslami açıdan ele alacak olursak, Hayrettin hoca bu meseleyi İslam fıkıh usulünde "Seddü'z-zerâi" diye bir hüküm yöntemi - mubah olan bir fiil adım adım yasak ve haram olan bir duruma doğru gidiyor, buna yol açıyor, bu sonucu doğuruyorsa, o "mubah serbest, helal" olan fiil... caiz olmaktan çıkar, yasaklanır.- üzerinden değerlendiriyor.
“Seddü'z-zerâi” Fıkıh usulünde “Mesalihi Mürsele” konusunu fazlaca işleyen Maliki mezhebinin kullandığı bir usul yöntemidir. Sedd kapatma Zerai ise vesile anlamına gelmektedir. Dolayısıyla buradan hareketle kapatılması gereken Sedd nedir? Ve kapatılmayı gerektiren Zerai vesileler nelerdir? Bunlar üzerinde duracağız. Ancak bunlara geçmeden üzerinde fetvayı gerekli kılan konuyu tekrardan değerlendirmemiz gerekmektedir.
Konu, 1= Müslümanlara ait olan üzerinde Müslümanların yönetiminin (Allah’ın hükmünün) uygulandığı bir toprak parçasının bölünmesi veya parçalanması konusu mudur?
Yoksa 2= Müslümanlara ait olan ancak yönetimin Müslümanlara ait olmadığı(Allah’ın hükmünün) uygulanmadığı ve kâfir batının türlü desise ve fitne ile parçalama siyasetini güttüğü bir toprak parçasının bölünmesi veya parçalanması konusu mudur?
1: Müslümanlara ait olan üzerinde Müslümanların yönetiminin (Allah’ın hükmünün) uygulandığı bir toprak parçasının bölünmesi veya parçalanmasını İslam yasaklamıştır. Ancak bugün bu hükmün vakıasına yönelik bir İslami toprak yoktur. Türkiye toprakları, Irak toprakları, hatta şu anda yeryüzünde ki tüm İslami belde topraklarının durumu yukarıda belitmiş olduğumuz durumlardan ikinci durumu ihtiva etmektedir. Yani İslami beldeler Müslümanların yaşadığı topraklar olmakla beraber Yönetimin (emanın)İslami olmadığı otoritenin Müslümanlarda olmadığı toprak durumundadırlar.
Dolayısıyla böyle bir durumda esas ve öncelikli olması gereken şey parçalara ayrılmış bu İslam toprakları hakkında ki hükmün açıklanmasıdır. İslami toprakların içinde bulunduğu bu durum İslam’ın haram kıldığı durumdur. Şu anda yeryüzünde hiçbir İslami toprak yoktur ki orada İslam’ın hükümlerini kâmilen uygulayan bir yönetim bulunsun.
Bu durum Müslüman âlimler üzerine, özellikle son İslami yönetim olan Osmanlı Hilafet Devletinin kaldırıldığı Türkiye topraklarında yaşayan Hayrettin Karaman gibi âlim ve kanaat önderleri üzerine bir sorumluluk yüklemektedir. O sorumluluk ise 80 küsur yıldır hayattan uzaklaştırılmış Müslümanların vahdetini sağlayacak İslami yönetim olan Hilafet yönetiminin ikamesinin farziyetini açıklamak ve Müslümanları bu vahdeti sağlayacak devleti kurmaları için çalışmaya davet etme sorumluluğudur.
Müslümanlara düşen sorumluluk ise Allah’ın razı olmadığı bu durumu değiştirmek ve İslami toprakları ve Müslümanların kaynaklarını kâfirlerin tasallutundan kurtararak izzet ve şerefi ümmete iade edecek İslami Hilafeti ikame etmek için fikri ve siyasi bir çalışma yapmalarıdır.
Allah’ın hükümleri ile hükmetmenin ve yönetmenin gerekliliğine ve Müslümanların bu yönetimlere itaat etmelerinin gerekliliğine delalet eden fazlaca nass vardır.
Allah Subhanehu ve Taala şöyle buyurmuştur: “Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından dahi seni saptırmalarından sakın.” (el-Maide 49)
“Ey iman edenler Allah’a itaat edin. Rasül’e ve sizden olan Ulu’l Emr’e itaat edin…” (en-Nisa 59)
Dolayısıyla Prof. Dr. Hayrettin Karaman hocanın ve diğer âlimlerin öncelikli olarak İslam topraklarının içinde bulunduğu bu durum hakkında ki hükmü açıklamaları gerekmektedir.
2: Müslümanlara ait olan ancak yönetimin Müslümanlara ait olmadığı(Allah’ın hükmünün) uygulanmadığı ve kâfir batının türlü desise ve fitne ile parçalama siyasetini güttüğü bir toprak parçasının bölünmesi veya parçalanması konusuna gelince Hayrettin hocanın da Abdulkerim Zeydan’ın da fetvasını verdikleri toprakların vakıası böyledir.
Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı bir toprak ta olsa eğer o belde İslami bir belde ise yani Müslümanların beldesi ise o beldenin topraklarının parçalanması caiz değildir. İslam Müslümanların ayrılığa düşmelerini ve bölünmelerini yasaklamıştır.
“Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmran 103)
Dolayısıyla Hayrettin Karaman hocanın burada bölünmenin getireceği mefsedetten (zarar) hareketle değil, Allah’ın bu konuda ki hükmünün bu olduğundan hareketle bölünmenin ve parçalanmanın yasak olduğunu açıklaması gerekirdi. Hal bu ki, hem Hayrettin Karaman hoca hem de Abdulkerim Zeydan hoca bu bakıştan hareketle değil, “Seddü'z-zerâi” yönteminden hareketle bölünmenin haramlığına fetva veriyorlar.
Peki, “Seddü'z-zerâi” yöntemi Türkiye toprakları veya Irak toprakları açısından ne ihtiva ediyor?
Türkiye’nin doğusunda yaşayan Kürt halkı veya Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürt halkının istediği bölünme yani federalizm talebine itibar edilirse – ki Hocaya göre onların bu talepleri normalde mubah olan taleplerdir – süreç içerisinde bu daha büyük sorunlara haramlara vesile olabilir. Onun için bu vesilenin önü kesilmeli yani bölünme yasaklanmalı haram kabul edilmelidir.
Hayrettin hoca hangi İslami maslahat esası üzere Kürt halkının bölünme talebinin daha büyük sorunlar getireceğine ve dolayısıyla yönetimde Türk halkının birliği olursa sorun olmayacağına hükmediyor. Biri çıkıp derse ki: hayır aksine eğer bölünme gerçekleşirse ve federalizm olursa yakın tarihte yaşanan tüm sorunlar biter. Dolayısıyla maslahat bölünmededir. O zaman Hayrettin Karaman hocanın bu fetvası değişmesi mi gerekecek. Hayrettin hocada Abdulkerim Zeydan hocada bu konu hakkında İslam’ın hükmünü açıklamaktan geri durmuşlardır. Hatta hoca bu fetvayı verirken bu mesele ile ilgili muhataplar (yöneticiler) için değil biz sıradan Müslümanlar ve akil adamlar için fetvayı verdiğini beyan eden açıklamada bulunuyor. Ve şöyle diyor:
"Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berber... Bütün Müslümanların âkil adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.
Hangi düzenin meşru hangi düzenin gayri meşru olduğu hükmünü açıklamaktan geri duran bir anlayış, Laiklik kavramının devlet için esas teşkil ettiğini birey için esas teşkil etmediğini dillendiren ve ikisini birbirinden ayrı gören bir anlayış, ulus devlet algısından kurtulamamış ve bu sebeple halkına ırkından dolayı ötekileştirici yaftasını yapıştırmaktan çekinmeyen bir anlayış, ümmetin asli sorun ve problemlerine uzak her türlü lüks imkânlar dâhilinde kitaplar ve müfredatlar arasına sıkışmış bir anlayış nasıl olacakta diğerleri ile bir araya gelip halkın maslahatı için bu sorunların ve problemlerin çözümüne yönelik ceht ve gayret ortaya koyacak?
Bu anlayış ve düşünce biçimi ile, şu an hayatta olan gayri İslami şer düzen için bu sorunların konuşularak halledilmesine engel bir düzen değildir ifadesini kullanılıyor. Yoksa son yüzyılda İslam ümmetine sefalet, ayrılık, parçalanma, sömürülme, aşağılanma vb. tüm felaketleri reva gören düzen bu düzen değilmi? Hayrettin Karaman hoca hangi düzenden bahsediyor bilemiyoruz?
Hal bu ki bu ümmet Hayrettin Karaman hocadan, Abdulkerim Zeydan hocadan ve diğer tüm alanında uzman âlimler den sadece Türkiye ve Irak toprakları için değil Filistin, Mısır, Libya, Sudan, Yemen, Keşmir, Afganistan ve tüm İslam toprakları ve beldelerinin yönetim sistemi için şu fetvayı bekliyor:
İslam da yönetim nizamı, vahdet nizamıdır. Oda bir Halifenin önderliğinde Hilafet yönetimidir. İslam da yönetim nizamı federasyon nizamı değildir. Cumhuriyet nizamı da değildir. İslam, İslami beldelerin arasında vahdeti farz kılar. Federe, Federasyon, Federal kavramlarını tanımaz ve haram kılar. Yönetim için doğru sistem vahdet sistemi (Hilafet)tir, başkası değildir. Çünkü şeriat buna delalet eder ve başkalarını haram kılar. Zira Rasulüllah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Kim bir imama bey’at edip elinin avucunu ve kalbinin meyvesini ona verirse gücü yettikçe ona itaat etsin. Eğer biri çıkıp Onunla çekişirse onun boynunu vurun.” (Müslim)
Son bir nokta!
Aynı zamanda bu ümmet zamanımızın tüm âlimlerinden özellikle Suriye de Müslümanlara yönelik hala devam eden zulüm ve katliam’a karşı öncelikle İslam beldelerindeki yöneticilerin sorumluluğunun ve sonra Müslümanların sorumluluğunun ne olduğunu açıklayan fetvayı vermelerini bekliyor.