Hayat Tarzı Tartışması
09 Ocak 2017

Hayat Tarzı Tartışması

Hemen hemen her gün televizyonların karşısına çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gece kulübü Reina saldırısı sonrası ilk defa Muhtarlar Toplantısı vesilesiyle ekranların karşısına çıktı. Erdoğan, "Türkiye'de kimsenin hayat biçimi, sistematik bir tehdit altında değildir. Buna asla müsaade etmeyiz. Buna 14 yıllık iktidarımız döneminde fırsat vermedik. Aksini iddia eden varsa, somut örnekleriyle bunu ortaya koymak mecburiyetindedir" açıklamasını yaptı.

Peki, bir gece kulübüne yönelik saldırıdan “hayat biçimi” tartışmalarına nasıl gelindi?

İstanbul Ortaköy'de yılbaşı gecesi saat 01:15 sularında “Reina” isimli gece kulübüne yönelik saldırıda 39 kişi yaşamını yitirdi, 65 kişi ise yaralandı. Saldırgan sırra kadem bastı. Hala yakalanamadı. Saldırıyı ise IŞİD üstlendi.

Böylece Türkiye’de sadece bir buçuk yılda toplam, 35 bombalı saldırıda 513 kişi hayatını kaybetti. 2000’in üzerinde kişi ise yaralandı.

2017 yılının ilk dakikalarında yaşanan bu saldırı bir anda tüm dünyanın gündemine girdi. Filistin, Irak, Afganistan, Suriye, Çeçenistan ve daha birçok ülkede yüzbinlerce Müslümanı katleden ülkeler, Reina saldırısı için kınama yarışına girdiler. Amerika, konu hakkında 4 ayrı açıklama yaparak “destek” teklif etti. Hakeza “İsrail”, Rusya, İran ve NATO’dan kınama açıklamaları geldi. Hatta PKK’nın başındaki Murat Karayılan bile, böyle bir saldırı ile alakaları olmadığını, kendilerinin sivillere yönelik bir saldırı yapmadıklarını söyledi. İzmir saldırısı hakkında ise henüz bir şey demedi!

Bu makalenin konusu, “saldırının arkasın da kim var?” sorusu değildir. Zira yaklaşık iki haftadır konuyla ilgili birçok şey yazılıp çizildi. Reina saldırısı sonrası Türkiye, kendisini nasıl “hayat tarzı” tartışmalarında buldu, bunu değerlendirmeye çalışacağım.

Gece kulübüne yönelik saldırının faili ve kim olduğu daha belli olmadan sosyal medyada, eylemin tipi’nin IŞİD’i işaret ettiği türünden haberler yapılmaya başladı. Ardından yine “Noel Baba” kıyafetli birisinin eylemi yaptığı iddia edildi. Sonra yaklaşık iki haftadır Türkiye’de yılbaşı kutlamalarıyla alakalı bir takım faaliyetler, açıklamalar ve özellikle de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın okuttuğu hutbeye yönelik saldırı paylaşımları ve açıklamaları gelmeye başladı.

Sonrasında “ünlü bir modacının” patlama öncesi attığı bir tweet üzerinden, “alevî-sünnî” çatışmasının çıkartılmak istendiği iddia edildi. Yine aynı “ünlü modacının” Türkiye’ye hakaret içeren bir videosu paylaşıma girdi.

Olay sonrası bir kahvehanede, “laikliğe sahip çıkmaya davet eden” kişilerin konuşması, İçişleri Bakanlığı’na ihbar edildi. İçişleri Bakanlığı sosyal medya hesabından o kişileri paylaşarak, bu tür eylemleri ihbar etmeleri istendi. O konuşmayı yapanlar tutuklandı.

Yine sosyal medya hesaplarından; saldırının bir gece kulübüne yönelik olması dolayısıyla “iyi oldu”, “ne işleri vardı orada” gibi paylaşımlar yapıldı. Bu tür paylaşımlar da fazlasıyla tartışıldı. En sonunda yaklaşık 20 kişi hakkında soruşturma başladığı belirtildi. İlk kınama açıklamasını Diyanet İşleri Başkanlığı yapsa da bir hafta önce okunan yılbaşı hutbesiyle alakalı hakkında yine de suç duyurusunda bulunuldu. Bir hafta sonraki okunan hutbe de ise “hayat tarzına” saygı konusu, “terör” üzerinden işlenerek cemaate ince ince mesajlar verildi.

Elbette Türkiye’deki “hayat tarzı” tartışmaları Reina saldırısıyla ortaya çıkmış bir şey değildir; Hilafet’in kaldırıldığı günden bugüne devam eden bir meseledir. Bugün ‘hayat tarzımıza saldırı var’ diyerek yaygara koparanlar aslında; Batılı hayat tarzını Müslümanlara en çok dayatanlardır. Kaldı ki bugün, Laik Türkiye Cumhuriyeti hala Batılı hayat tarzını Müslümanlara dayatmıyor mu?

Devlet, İslam ile yönetiyor da bizim mi haberimiz yok? Anayasa, kanunlar İslam da bizim mi haberimiz yok? Peki, öyleyse neyi tartışıyoruz?

Şunu Tartışıyoruz:

Türkiye’de sistem değişikliği yaşandıktan sonra Müslümanları sisteme entegre etmek için halkın meyillerine göre partiler kuruldu. Türkiye’nin atmosferine göre bu partilere iktidarlar verildi. Böylece halk kendisini temsil ettiğine inandığı partilere oy vermeye başladı. Ancak “Sağ” bir parti de iktidara gelse “Sol” bir parti de iktidara gelse devletin yine de “laik” olduğu gerçeği unutturuldu. Müslümanlar, “laik hayat tarzı” baskısından o kadar çekti ki; neredeyse bir patlama yaşayacaktı. İşte o sırada “nur topu” gibi Ak Parti doğdu. Tabii Ak Parti’nin iktidara taşınması öyle kolay değildi. Gömleğin değiştirilmesi lazımdı ve öyle de oldu.

Müslümanlar , “hayat tarzını” dayatan bu laik devletten ve partilerden o kadar çekti ki “denize düşen yılana sarılır” misali, Ak Parti’ye sarıldı. Ak Parti de kazandığı tüm seçimlerde Müslümanların, laiklere karşı olan bu duygusunu istismar etti. O kadar istismar etti ki; laikler artık iktidarın hayal olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden Erdoğan’ın silahını kendisine doğrultuyorlar. Olan budur.

Ak Parti, 14 yıldır birçok kriz ile boğuştuğu için kriz yönetiminde artık uzmanlaştı. Ak Parti, yılbaşı gecesi “laiklerin” kopardığı yaygarayı, her şeyi denediler şimdi de laik-anti laik çatışması çıkarmak istiyorlar” diyerek savuşturdu. Bu tartışmalar yaşanırken yaşanan güvenlik zaafı unutturuldu. Terörü destekleyen ülkelere karşı halkta toplumsal bir tepki oluşmadı. Hükümet ise bu saldırılara cevap vermek yerine “güvenlik zafiyetini” kapatmak için farklı tartışmalar yürüttü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da 4 günlük suskunluğunun ardından çıktı, Türkiye'de kimsenin hayat biçimi, sistematik bir tehdit altında değildir dedi.

Hayır Kardeşim!

1924’te Hilafet kaldırıldığı günden beri Müslümanların hayat tarzı tehdit altındadır. Çünkü İslam, devlet, toplum ve hayata hâkim değil!

@OYildiz99