İslam ümmeti olarak içerisine düştüğümüz buhranların her gün bir yenisine şahit olmaktayız. Gün geçmiyor ki vahşi hayvanların bir leşe saldırdığı gibi üzerimize saldırılmasın. Roller ciddi manada karışmış, çözümsüzlük sarmalı herkesi bireysel olarak hareket etmeye sevk etmiş durumda…
Kitlelerin işini bireyler, bireylerin işlerini kitleler, devletin işlerini de yapamadıkları halde kitleler yüklenmiş durumda…
Son günlerde sosyal medyaya sıkça konu olan münazara hırsının kibirle harmanlandığı bazı zevat, popülarite uğruna İslam’ı hedef alma çabasına girmekte. “Diamond Tema” adlı bir Youtuber’ın “Agnostisizm” adı altında İslam’a saldırması, çeşitli iftira ve hakaretleri yapması, bunun yanında Atatürk övmeleri ile Kemalistlerin desteğini arkasına alması, tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Zaten Kemalistlerin sığ akıllarında; “Düşmanımın düşmanı, dostumdur. Yani İslam’ın düşmanı, dostumdur” felsefesi yatmaktadır.
Şimdi bu tartışmalara ve takınılması gereken doğru tavra temas edelim…
İslam kültür geleneğinde gayri İslami fikir ve anlayışlar her zaman tenkit edilmiş ve bu uğurda sayısızca reddiye eser kaleme alınmıştır. İmam Ahmed’in “Er-Redd’ül Ala Zenadika vel Cehmiyye” adlı eseri Mutezile’ye, İmam Gazali’nin “Tehafütül Felasife” adlı eseri felsefecilere, Üstad Ahmet ed-Daur’un “Medeni Kanunun Çürütülmesi” adlı eseri, İslam beldelerinde şer’i kanunlar yerine Fransa ve Almanya gibi Batılı devletlerden alınan medeni kanunların çürütülmesine dair eseri, konu hakkında sadece birkaç örnektir.
İdrak ettiğimiz devirlerde, İslam’ı her yönü ile maddi ve manevi olarak savunmak bizlerin de görevlerindendir. Bu fikrin yansıması olarak ilim öğrenmek, fikrî ve siyasi olarak kendimizi geliştirmek, bu mücadelenin ayrılmaz rükünlerindendir. Yine batılı zail etme adına bir usul çerçevesinde meseleleri tetkik etmek oldukça önemlidir.
Mesela; “bilimsellik” üzerine bina edildiği iddia edilen ateizm, haklılığını nerede aramaktadır? Dikkat edilirse ateistler, bilimsellik ilkesini bırakmış İslam’a saldırı ile haklı olmaya çalışıyorlar. Güya İslam çürütülürse ateizmin haklılığı(!) ortaya çıkacak. Yine Agnostikler, doğru bilgi üzerinde epistemik bir kurama sahip olma iddiası ile alakasız bir şekilde gizli ateizmi oynamaktadırlar. Onlar da haklı olmanın yolunun İslam’ın çürütülmesinden geçtiği garabetine düşmüşlerdir. Saçma bir metodoloji olsa da günün geçer akçesi bu! Zira İslam sahipsiz…
Felsefi kavramlar ve mantıki mugalatalar ile psikolojik bilgin rolüne soyunan bu güruh, işin hakikatini aramak yerine sadece demagojik ataklar yapmaktadır. Ne ateist, “bilimsel” ne de agnostik, “şüpheci”! Tek dertleri, küçük dünyalarında buldukları müşkilatları önü sürüp bilgisi az Müslümanlar üzerinden prim kasmak.
Vusule varmanın yolu, her konuda olduğu gibi bu konuda da usul ile yol almaktır.
Gerek ateizmin çürütülmesinde bilimsellik gerekse agnostisizmin çürütülmesi için epistemolojik altyapının; Hz. Ayşe annemizin evlilik yaşıyla, bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir olan sinekle, Mekkeli müşriklerin uğursuzluğu hamlettiği üç durumla, bedevilerin içtiği deve idrarı ile hiçbir alakası yoktur. Yine Sünnet münkirlerinin vahiy ile olan kavgalarının; Hz. Osman’ın şehadeti, Cemel ve Sıffın savaşları, Hakem ve Kerbela olayları ile hiçbir alakası yoktur. Hiç kimse batıl davasını güya İslam eleştirisi ile yapma hakkına sahip değildir. Konu sınırlandırması, meselenin temel esasları ve deliller hiyerarşisinden asla taviz vermemeliyiz. Aksi taktirde muhatabın istediği alana girmiş olur ve detaylar ile uğraşmak durumunda kalırız.
Bu kısa usul esaslarını tasvirle yetinelim. Bir makale sınırlarında usule dair sair hususları detaylıca izah etmenin güçlüğünü de göz önüne alarak daha önem arz eden tavır konusu ile makalemizi neticelendirelim.
İçerisinde yaşadığımız toplumda, içki tüketimi ne yazık ki tonlarla ifade edilir olmuş, uyuşturucu kullanımı orta okul seviyelerine düşmüş durumda… Kumar, devlet eli ile oynatılmakta, cinayet ve şiddet hayatın artık rutini haline gelmiş maalesef… Evet, saymakla bitmeyecek bir toplumsal çöküş listesi…
Hal böyleyken, her yönü ile içerisine düştüğümüz çöküntüye karşı tavrımız tam olarak nedir, nasıl olmalı? Uyuşturucuya karşı bilinçlendirme seminerleri, içkinin “kötülüklerin anası” olduğuna dair broşürlerin dağıtımı, kumarın kötülüğüne dair cuma hutbeleri, cinayet ve tecavüzün münkerattan olduğu, faizin kebâir günahlar listesinde yer aldığı gibi şeyler mi? Evet, ne yazık ki, şu an için yapabildiğimiz şeyler sadece bunlar.
Birde ateist ve agnostiklerin batıl fikirlerine karşı “savunmacı üslubu” ekleyelim bunlara.
Evet, güncel konumumuzun özeti budur. Tüm bunlar, salih birer amel olarak hanemize yazılsa da bu mücadelelerin hatalı bir usul ve metot ile yapıldığını ifade edelim. Şöyle ki:
İslam ümmeti olarak sonuçlar ile o kadar meşgul olduk ki, bu sonuçları ortaya çıkartan sebepleri göremez olduk. İçki, kumar, zulüm, cinayet, faiz, zina, uyuşturucu, tecavüz, ateizm, deizm, agnostisizm… münkir fikirlerin hepsi ama hepsi birer sonuçtur. İslam’ın hâkim olmaması, Hilâfet’in ilgasının neticesinde ümmetin içerisinde cirit atan sonuçlar… Harcanan tüm cehtler neticesinde değişim, söz konusu bile olmuyor. Zira kötü bir sebebin kötü sonuçları asla bitmez. Bir sonuçta bile başarı elde edemiyorken ortaya yüzlerce sonuç peyda olmaktadır.
O zaman yapılması gereken; tüm bu sonuçların sebebine yönelmek! Sebebin ortadan kalkması ile sonuçlar da ortadan kalkacaktır. O sebep ise Hilâfet’in yokluğu neticesinde kurulan laik, demokratik, kapitalist nizamın kendisidir.
Ortada, kaldırılacak tek bir sebep vardır. Hiç şüphesiz onun kaldırılması ve yerine İslam şeriat ile yönetecek ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması ile artık tüm sonuçlar İslam’ın olacaktır.