Harf Devrimi Hangi Medeniyete Götürdü?
31 Ekim 2022

Harf Devrimi Hangi Medeniyete Götürdü?

Bizde bir atasözü vardır: “Minareyi çalan kılıfını hazırlar.” Bu söz, bir milletin kültürünü, değerlerini, inancını yok ederek veya değiştirerek, o milletin üzerinde fiilî-fikrî egemenlik kurmaya çalışan emperyalist Batı’yı tasvir etmek için birebir uyuyor. Onlar, bin bir entrikalarla değerlerimize saldırırken, önce kılıfını hazırladılar.

“Milliyetçilik, ulusçuluk…” dediler. Ümmeti parçalayıp din kardeşliğini bozdular. Suni sınırlar içerisine hapsederek birbirleriyle olan bağını kopardılar.

“Laiklik” dediler. İslam’ın yönetimle olan bağını kopardılar. İslam’ın tüm insanlığa ilişkin hükümleri yokmuş gibi; “Devlet laik olsun efendim! Her dine, her insana eşit mesafede olsun ki, farklı din ve etnik kökenden olan tebaasına adil davransın.” dediler. Bir güruhu kendilerine hayran; dinine, ümmetine düşman ettiler. Tam devşiremediklerini, kokuşmuş fikirlerine karşı ılımlı, hoşgörülü hale getirdiler. “Demokrasi” dediler, “özgürlük, hürriyet” dediler, dediler de dediler…

Aynı merciler bizi değerlerimizden koparmak için asırlarca her yolu denedi. Bizim ihmalkârlığımız da buna eklenince maalesef bunda başarılı oldular. Bunların en önemlilerinden biri de dil konusudur. 6. Asırdan itibaren Arapçaya gereken önemi göstermeyen dolayısıyla içtihat kapıları kapanan Osmanlı yeni meselelere çözümler getiremez oldu. Bu durum batıl fikir akımlarının etkisiyle tamamen zayıflayan Osmanlı Hilâfet Devleti’ni hayat sahnesinden silinmeye kadar götürdü. Osmanlı’ya, onun dayandığı ideolojisine düşman olanlar özellikle son zamanlarında, “Türkçe’nin güzel dil ancak Arap alfabesinin yetersiz olduğu”, “mevcut alfabenin öğrenmenin önüne engel olduğu”, “Türkçe ile uyumsuz olduğu” gibi safsataları dillendirdiler. Alfabenin, Latin harfleriyle değiştirilmesi gerekliliği yönünde propaganda yürüttüler. Hilâfet’ten önce alfabeyi kaldırmaya muktedir olamadılar ancak sonrasında bunu başardılar.

Biz, bize dayatılanların gerçek sebebini anlayıp çözüm için İslam ideolojisine dönmeden, siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, ahlak gibi konularda sağlıklı bir ilerleme, doğru bir kalkınma kaydetmemiz mümkün değildir. İşte bu nedenle Batı, hep farklı gerekçelerle değerlerimize saldırdı, yok etti, etmeye de devam ediyor. Alfabe değişikliğine gidilmesindeki gerekçe de burada gizli.

Malum olduğu üzere, 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanunun kabulü ile Arap harflerini esas alan Osmanlı alfabesinin resmiyeti son bulmuş ve Latin harflerini esas alan alfabe yürürlüğe konulmuş oldu.

Arap alfabesinin öğrenme zorluğu veya Türkçeye uygun olmadığı iddiası kayda değer bir iddia değildir. Zira Arap alfabesi isteyip imkân bulduktan sonra herkesin rahatlıkla öğreneceği alfabedir. Kaldı ki bizler, öğrenilmesi çok daha zor alfabeler kullanan Çin, Tayland veya Japonya gibi ülkelerin vatandaşlarına göre daha zor öğrenen bir ümmet değiliz. İslam’ın tam manasıyla anlaşılacağı alfabeyi öğrenmeyi sorun haline getirecek bir ümmet ise hiç değiliz. Biz İslam ümmetiyiz.

Türkçeye uyumlu olmaması konusuna gelince; hemen hemen bütün alfabelerin dillerle sorunları vardır. Dillere göre alfabeler çok daha sınırlıdır. Dilin seslerini karşılamıyor diye alfabe değiştirilmez, ıslahat edilir. Ayrıca Latin harfleri Türkçedeki birçok sesin karşılığını vermez. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin de belirttiği gibi Osmanlı Türkçesindeki “sağır nun” (ڭ) diye bilinen “nğ” harfini vermez; “kaf” (ﻕ) ve “kef” (ﻙ) ile “ha” (ﺡ), “hı” (ﺥ), “he” (ﻫ) harfleri, yalnızca birer harf ile yazılır. Yani iddia edilenin aksine dil zenginliğini yitirmiş, dilde gerileme olmuştur.

Asıl önemli olan, onların tabiriyle “medeniyet” (hadarat) inşa etmek için, alfabe değiştirme konusudur ki, irdelenmesi gereken de budur. Onların medeniyetten kastı, bir toplumun tüm unsurlarını yani maddi-manevi varlıklarını, düşüncelerini, bilimini, sanatını, teknolojisini, canlı türlerini ve ürünlerini kapsayan çok geniş bir ifadedir. Dolayısıyla değiştirmek istedikleri toplumu var eden tüm unsurları yani hadaratıdır.

İşte bu değişimi sağlamak için onlar, İslam’ı ve onu temsil eden her şeyi önlerinde engel görüyorlardı. “Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak, çağdaş uygarlık düzeyine erişmek” diye nitelendirdikleri bu kavramlar, Batı’nın kokuşmuş fikirlerinden oluşuyordu. Onların derdi gerçekten hayatın tüm alanlarında doğru bir kalkınma gerçekleştirmekse en başından ıslahat yoluna gitmeleri, Hilâfet’in ilgası yerine İslam’a ve onun ideolojisine daha sıkı sarılmaları, ümmete bulaşmış olan ve bulaştırmaya devam ettikleri Batılı/batıl fikirlerden arındırmaları gerekirdi. Zira mesele bunu gerektiriyordu.

Öyle ki, bir zamanlar 3 kıtaya adaletle hükmeden Osmanlı, siyaset, eğitim, ekonomi, hukuk, vb. hayatın tüm alanlarında kalkınmanın zirvelerinde dolaşırken, Latin alfabesi kullanan Batı karanlıklar içerisinde debeleniyordu. Zamanda geriye doğru gidersek, Britanya’nın soylu çocuklarının, üniversitelerinde eğitim görmek için dilendiği Endülüs dönemini, zekât verilecek fakirin bulunamadığı Emevi Hilâfeti dönemini, karanlıkların içerisinde kaybolmuş bir nesli aydınlığa çıkaran Allah Rasulü ve sahabeleri dönemini görürüz. Mesele, onların ifadesiyle doğru bir “medeniyet” inşa etmekse; 14 asırlık bu zaman diliminin her dönemi muazzam örneklerle doludur. Doğru bir medeniyet inşa etmek için alfabe değişmesi gerektiğine inanmak ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Alfabe değişikliğinden asıl gaye, İslam’ı ve onun varlığını temsil eden her şeyi yok etmekti. Ümmetin birikimlerini yok edip cahil bırakmak, gelecek nesillerin geçmişle bağını koparmak, Batı hadaratını Müslümanlara enjekte etmekti. Nitekim dönemin başbakanı İsmet İnönü şöyle diyordu: “...Harf inkılâbı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. (...) Harf inkılâbının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler.” (İnönü, Hatıralar C.II s 223)

Öyle ki mukaddesatımız, tarihimiz, binlerce cilt kitap… hepsi Arap alfabesi ile yazılmıştı. Harf devrimi ile ilgili teklife Kazım Karabekir Paşa şöyle diyordu: “Bu kabul edildiği gün memleket hercümerce (kargaşa ve kaos) girer. Her şey bir yana kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihimiz, yazılarımız ve binlerce cilt eserimiz bu lisanla yazılmış iken büsbütün başka bir şekilde olan hurûfu kabul ettiğimiz gün en büyük bir felakete maruz kalacağız.”

İngiliz Tarihçi Arnold J. Toynbee “A Study of History (Tarih Bilinci)” isimli kitabında Harf İnkılâbını değerlendirerek “Türkler harf inkılâbıyla kendi kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular.” der sonra şöyle devam eder: “Bundan sonra Türk kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzumunu hissedecektir.”

Nitekim “Harf Devrimi” akabinde Müslümanlar arasında okur-yazar oranı sıfıra düştü. Birkaç Batı hayranı dışında okuma-yazma bilen kimse kalmadı. Bu durum basında etkili olan Batı hayranı güruhun etkisini daha da artırmasını sağladı. Osmanlı kimliğinin etkisi basından tamamen kalkmış oldu. Böylelikle basının, halkı İslam’dan uzaklaştırma çabası hız kazanmış oldu. Arşivler, “Arap alfabesiyle yazılmış” denilerek yabancılara kâğıt diye satıldı. Osmanlı’nın paha biçilmez belgeleri Avrupalıların eline geçti.

İslami eğitim, gizli, kaçak bir şekilde verilmeye başlandı ve zamanla sona erdi. Müslüman halk, İslami ilimlerden yoksun kaldı. Anadolu’da cehalet arttı. Böylece komünizm, ateizm, faşizm, milliyetçilik gibi düşünce ve akımların önü tamamen açılmış oldu.

Bu nedenlerden dolayı, Harf Devrimi Batı yanlılarınca laikliğin zihinlere yerleştirilmesi konusunda atılmış büyük adımlardan biri olarak kabul edilir. Bu zevat, Osmanlı’nın son dönemlerinde ihanet gömleği giymiş, hürriyet naraları atarak, bin bir desiselerle Osmanlı’yı yıkmaya çalışan ırkçı gruplarla aynı merkeze hizmet edenlerdi. Aynı güruhun eliyle Hilâfet ilga edilerek İslam yönetimden tamamen koparılmış, Harf Devrimi ile de zihinlerden tamamen silinmek, öze dönüşün önüne geçilmek istenmişti.

İslam’ın alfabesi, Arap alfabesi ve dili de Arapçadır. Kıymetli âlim Takiyyuddîn en-Nebhânî “İslam Devleti” isimli eserinde şöyle demektedir: “Arapça, İslam’ın özgün bir parçası, onda içtihad yapma şartlarından bir şartıdır. İslam kaynaklarını anlamak ve ondan hüküm çıkarmak ancak Arap dilini anlamakla mümkündür. Fakat Arap diline karşı gösterilen ehemmiyet, Arap dilinin değerini bilmeyen yöneticilerin, Hicri altıncı asrından sonra yönetimin başına geçmesiyle yavaş yavaş değerini kaybetmeye başladı. Arap dili İslam’dan ayrıldı, içtihad durdu, devlet İslami hükümleri anlamakta sıkıntı çekmeye başladı. Bunun neticesinde İslam’ın tatbikatı da güçleşti. Bunun, devletin zayıf düşmesinde büyük etkisi oldu. Devletin yeni olaylara karşı anlayışı da zayıfladı. Devlet, ortaya çıkan sorunlara ya çare bulamadı veya bulduğu çareler sağlam ve sıhhatli değildi. Böylece devletin zayıf düşüp yıkılmasına sebep olan birçok sorun, devletin önüne yığıldı. Bütün bunlar, İslami nass ve nassın bilinmesine yardımcı olan Arapça ile ilgili hususlardır.” “İlmi mevkiler ve eğitim merkezlerinin dışında Arapça diline gerekli önem verilmedi. Onun devlet çapında yaygınlaşmasına ehemmiyet verilmedi. Verilen bazı imtiyazların Arapçanın devlet çapında güçlenmesinde herhangi bir tesiri olmadığı gibi fikir sahasında gerekli uyanmalara da katkısı olmamıştır. Çünkü devlet, bu dilin ihyasına çalışmamış, o dili devletin tek resmi dili olarak kabul etmemiştir. Hâlbuki İslâm Devleti’nde böyle olması lazımdır.”

Ayrıca Allah Subhanehu ve Teâlâ da Kur’an’ın Arapça oluşu hakkında şöyle buyurmuştur:

[قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ] “O, doğrunun ve güzelin kıymetini bilen bir toplum için ayetleri Arapça okunup rahatlıkla anlaşılan bir metin olarak iyice açıklanmış ve belli bir sistem dâhilinde dizilmiş bir kitaptır.” [Zümer Suresi 28] ve şöyle buyurmuştur:

[وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟] “Böylece biz Kur’an’ı Arapça dilinde nihai bir hüküm ve hikmet kaynağı olarak indirdik. Şayet, sana ilimden gelen bu kadar gerçekten sonra onların arzu ve isteklerine uyarsan, seni Allah’ın azabından kurtaracak ne bir dost bulabilirsin ne de bir koruyucu.” [Rad Suresi 37]

Sonuç olarak Müslümanların hadaratları yani hayat hakkındaki fikirlerinin tamamını inşa edecekleri kaynak İslam, dolayısıyla alfabesi ve dili Arapça olmalıdır.