Hükümet-Cemaat çatışmasında Erdoğan’ın “Paralel Devlet” çıkışı Türkiye kamuoyunda Cemaat’inde katkısıyla çok kötü bir algı meydana getirdi.
Bu algıya göre:
Cemaatlerin bulundukları bir misyon vardır. Bu misyonun dışına asla çıkmamalıdır!
Hele öyle devleti ele geçirmek, yönetmek falan bunlar asla niyet dahi etmemeleri gereken işlerdendir gibi.
Geçtiğimiz yıllarda Ak Parti ile Cemaat arasında bir çatışmanın olduğu dillendirildiğinde iki tarafta böyle bir iddiayı reddediyor birbirine övgüler diziyordu. Dershanelerin kapanmasının gündeme gelmesi ve ardından 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile birlikte mesele çatışmadan çıkıp savaşa dönüştü. Ak Parti açısından Cemaatin tasfiyesinin aslında 2006’da başladığını, Cemaatin ise bunu 2007 yılında fark ettiğini yine bu çatışma ile öğrenmiş bulunuyoruz.
Cemaat, kendisini önce “Cemaat” sonra “Gülen Hareketi” ve en sonunda “Hizmet Hareketi” olarak isimlendirmişti. Ama şuanda, ortaya çıkan kasetlerinde etkisi ile kamuoyunda ki algı Cemaat’in sadece muhafazakar sivil bir yapıdan ziyade iktidarla mücadele edebilecek yapıda yarı-parti, siyaset, yargı ve iş dünyasıyla ilişkileri olan bir kuruluş olduğudur. Hatta öyle ki Türkiye’de ki Kürt meselesi, İsrail, Suriye politikalarına varana kadar Hükümetten farklı düşünüyor ve özellikle KCK soruşturmalarıyla konunun güvenlik meselesi olarak kalmasının doğruluğuna inanıyordu.
Cemaat şimdiye kadar hiçbir iktidarla böylesine bir mücadeleye girmedi. Peki, iktidarla çatışmaya girdiğinde bunun kendisi için bir maliyeti olacağını hesap etmemiş miydi?
Elbette etmişti…
Cemaat, daha öncede ifade ettiğim gibi Hükümetin kendisini tasfiye edeceğini biliyordu. Çeşitli ses kayıtlarından da anlaşılacağı üzere bir takım ilişkilerde dikkatli davranıyor ve sanki 17 Aralık sonrasına hazırlanıyor gibiydi.
Açıkça Cemaat, mevcut sistem içerisinde Türkiye’de siyasi bir güç haline dönüşmek istiyor. Bu isteğinden vazgeçmiş gibi de görünmüyor. Siyasi güce dönüşebilmek için ise bir bedelin ödenmesi gerekiyor. Nitekim şuanda bu bedeli ödemeye başladı. Devlet içerisindeki ulaşılabilen tüm kadroları tasfiye edilmeye başlamış durumdadır. Ayrıca Cemaat, Hükümet tarafından şeytanlaştırılarak “haşhaşi” benzetmesi yapılıyor ve daha önce Cemaate destek veren iş adamlarına açıkça destek vermeyin çağrısında bulunuluyor. Hakeza Avrupa’ya Cemaati anlatmak için yakın zamanda Milletvekilleri bile gönderilmiştir.
4 Şubat 2014 tarihinde Türk medyasında yayınlanan haberlere göre Almanya'nın iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Teşkilâtı'nın Fethullah Gülen Hareketi ve bağlı okullara ilişkin uyarıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Baden-Württemberg Eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilâtı'nın hazırladığı raporda, "Gülen hareketinin düşünce yapısının birçok demokratik değere aykırı düştüğü, Gülen'in kendisini de din devleti kurmaya eğilimli olduğu" belirtilmiştir.
Gelinen noktada 17 Aralık yolsuzluk soruşturması Ak Parti’nin yandaş medyası ve Hükümetin yeniden yargılama, demokratikleşme paketi gibi attığı adımlar neticesinde kamuoyundaki yolsuzluk algısını kısmen frenlediği görülüyor.
Cemaatin, devlet kadrolarına yönelik bir takım tasfiyeler olsa da Cemaat, henüz sert bir müdahale ile karşı karşıya kalmadı. Hükümet bir takım kanun değişiklikleri ve atamalarla ipleri şuanda eline almış görünüyor. Bu mesele kısa vadede çözülecek gibi de görünmüyor. Başbakan Erdoğan yurtiçi-yurtdışı gittiği her yerde bu paralel yapılanmayı anlatıyor. Özelliklede bu seçim dönemi boyunca bu konuyu sıcak tutacak, çünkü muhalefette kendisine buradan saldıracak.
Peki, Hükümeti MİT soruşturması ve özellikle 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında İç İşleri Bakanı’nı uykuda yakalayacak kadar kuvvetli bir yapı, ardından başına gelecekleri bile bile neden “gemileri yaktı” ve böyle bir girişimde bulundu?
Birincisi: Cemaat mevcut yapısı, ortaya koyduğu düşünce ve ameller itibariyle durduğu yer noktasında hiç kimsede şüphe yoktur. Özellikle dinler arası diyalog ve Abant Konsili’nin yaptığı çalışmalara bile bakmak yeterlidir. Ayrıca Mavi Marmara ve Hükümet’in İsrail politikalarına yönelik yaklaşımlarından dolayı ABD'deki neo conlar ve İsrail istihbaratı tarafından kullanıldıklarına yönelik iddialar vardır.
İkincisi: 17 Aralık yolsuzluk operasyonu, ardından Başbakan’a yakın işadamlarına yönelik planlanan fakat yapılamayan 25 Aralık girişimi, İHH ve Van Ak Parti Belediye Başkan Adayı’nı da içerisine alan El-Kaide operasyonu, Suriye’ye giden Tır’ların durularak aranması gibi peş peşe gelen operasyonlar ile Başbakan Erdoğan’a altından kalkamayacağı ciddi bir zarar vererek onun devre dışı kalacağına yönelik inancı Cemaat’i “gemileri yakmaya” sevk etmiş olabilir.
Ak Parti ve Cemaat arasındaki 10 yıllık bir ilişki ve neticesinde gelinen nokta, İslami Hareketler açısından büyük derslerin çıkartılacağı bir vakıadır. Eğer toplumu değiştirmek istiyorsak bir takım demokratik siyasi partilerin arka bahçesi olmaktan kurtulmalıyız. Rasulullah (SAV)’in minhacı üzerine hareket ederek, kendisi ile izzet ve şeref bulacağımız dinimiz İslam’ın bize emrettiği siyasi otoriteyi Hilafet Devleti’ni tesis etmeliyiz.