Gezi Parkına Nasıl Bakmalıyız?
07 Haziran 2013

Gezi Parkına Nasıl Bakmalıyız?

Öncelikle ağaçları kestirmeyiz diyen bir grup çevrecinin eylemleri haber konusu oldu. Sonra onların kendilerini çevreleyen polislere yönelik insani bir takım ikramları gözüme çarptı. Eylemin uzaması üzerine polis son uyarısını yaptı ve kasksız bir polis ilk biber gazını sıktı. Yaşanan bu hadise böylece eylemlerin gayet insani bir zemine oturmasını sağladı. Biber gazı sıkılan bayan herkeste bir hayranlık uyandıracak şekilde bir etki meydana getirdi, bir fenomen’e dönüştü. Yaşananlar merkez medya’da ise istenilen ilgiyi görmedi. Bunun üzerine alternatif medya diyebileceğimiz, sosyal medya devreye girdi ve bir anda patlama yaşandı. Sonra bir grup çevreci ile başlayan olaylar Ak Parti karşıtı birçok bileşeni bir araya getirdi. İşte bu saatten sonra her grup kendi içerisinde eylemcilere yön verme onları yönlendirme noktasında hareket etti. Mesela CHP Kadıköy mitingini iptal ederek soluğu Beşiktaş ve Taksimde aldı.

Hükümet kanadından ise olaylara yönelik açıklamalar daha çok Erdoğan’dan geldi. Erdoğan önce ekonomik ve sosyal alanlarla alakalı şimdiye kadar yaptıklarını anlattı ve Türkiye için en iyi Hükümet, en iyi parti kendisi olduğu ve kimsenin onun icraatlarını eleştirme noktasında yetkisinin olmadığı, dolayısıyla sorunun çözümü olarak da sandığı gösterdi.

Yaptığı her icraata karşı olarak gösterdiği tarafları, “çapulcuya” benzetip, Tiwetter’ı ise “baş belası olarak” niteledi. “Çevrecilere bir şey demiyoruz ama olayların arkasında illegal örgütler var” dedi. Ama ne yaptı ise bu defa mazlum rolünü iyi oynayamadı. Çünkü sosyal medyada paylaşılanlar, polisin uyguladığı şiddet tüm çabalarının önüne geçti. Ardından Erdoğan daha önceden planlanan Afrika gezisi için yurt dışına çıktı. Daha sonra hükümet tekrar düşündü, ölçtü biçti ve çevrecilere özür yağmacılara ise tehdit mesajları gönderdi. Aslında farklı bir şey demedi Arınç ama üslup farkı ve de özür dileyerek Erdoğan’ın ifadelerini yeniledi. Bu kez “medya’da görevini yaptı” ve her yerde bu açıklamayı olumlu bir hava içerisinde sundu.

Yaşanan bu hadise on günden fazla bir zaman diliminde ve hala gündemi meşgul etmektedir. Gezi parkı Suriye’de yaşanan katliamları bile unutturdu. Zaten ne ayaklananların ne de hükümetin çok Suriye’yi düşündükleri de yoktu. Herkes kendi derdine düşmüştü. Yine bu hadise ümmetin kalkansız kaldığı Hilafet’in hicri yıl dönümünü de unutturmuştu. Biri yeryüzünde Hilafet’i mi kaldırmıştı? Yine iki tarafında hiç ilgilenmediği alandı. O halde ne istiyorlardı. Konu ağaçlar mıydı? Elbette ki değildi.

Gösteri yapan gruplara, taleplerine, onları destekleyenlere ve tüm bileşenlere bakıldığı zaman olayın rengi ağaçlardan çıkıp eski ile yeninin çatışmasına (aslında birbirinden farkı yok) dönüşmüştür. Her taraftan siyasi bir takım rant elde etmek isteyen grupların eylemine, birbirine ufak ufak dokundurmalarına (cemaat-AKP) dönüşmüştür. Yine özellikle işinden olan liberal gazetecilerin içki içmekten tutun da, Ak parti’nin tabanı tutmaya yönelik tüm politikalarına varana kadar eleştiri getirerek hükümete ayar verme girişimine dönüşmüştür. Bu bileşenler diğer taraftan ise Abdullah Gül’ün “mesaj alınmıştır” ifadesinden yola çıkarak Erdoğan’a karşı Gül’ü destekleyerek çatışmayı daha da körükleyerek puan kazanmaya çalıştıkları da görülmüştür. Şiddet kullanarak toplum içerisinde bir çatışma çıkarıp toplumu böylece değiştirmek isteyen birçok grubun eylemlerde en önde oldukları ve de gösterilere puan kaybettirdiklerini de ifade etmeliyiz.

Diğer taraf ise bir halk değil, bir kitle değil, bir parti olarak değil aksine devletin tüm kolluk kuvvetleri, kurumları ve de tüm iletişim araçları ile bir mücadele verilmiş ve vermeye devam edilmektedir. İşte tam da burada Batı’nın bize sunduğu ve Erdoğan’nın Afrika ziyaretinde överek teşvik ettiği demokrasi yalanı, kandırmacası ortaya çıkmaktadır.

Erdoğan ABD’de ki “Wall Street'i İşgal Et” protestolarından örnekler vererek adeta “ne yapalım asmayalım da besleyelim mi” der gibi seleflerinin izinden gitmiştir. Polisin uyguladığı şiddet ise bir kez daha göstermiştir ki, tüm dünyada -ki her yerde Kapitalizm hâkimdir- sistemlerin, hükümetlerin işine gelmediği zaman başvurulan en sık yöntemdir.

Erdoğan çevrecilere siz çekilin diğer illegal örgütleri ben “halledecem” derken, kendi cebir ve şiddet kullanan kolluk kuvvetlerine ise toz kondurmuyor. Diğer taraftan ise aynen Batı’nın İslam’a fikri saldırı başlattıkları dönemde ne yapacağını bilemeyen sonra’da İslam’ı kendince savunan Müslümanlar gibi Ak Parti bileşenleri içerisinde bir takım destek açıklamaları gelmeye başladı.

Yaşanan bu toplumsal hadiseyi tam anlamı ile okuyacak ve tarafını belirleyecek bir pozisyon almaktan dahi aciz kaldılar. Aynen Suriye hadisesinde olduğu gibi “ya İran’ın bölgesel çıkarları, ya da Batı ve Türkiye’nin desteklediği Koalisyonun” yanında yer almak gerekiyormuş gibi bir psikoloji ile hareket edildi. Sanki üçüncü ve daha güçlü bir yol yokmuş gibi.

Gezi parkı hadisesinde de Müslümanların ortak tepkisi çıkmadı. O yüzden Erdoğan “%50’yi zor tutuyorum” diyen bir söylem içerisine girdi ve kimsede hadi oradan diyemedi.

Sonra nerede kaldı bu Ak Parti bileşenleri içerisinde ki grupların “zalime karşı hak sözü söyleme”, “dilsiz şeytan olmama”, “emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker” gibi şiarları? Bu devlet, bu hükümet sonra Erdoğan size göre zalim değil mi? Bu olaylar hiç yaşanmamış olsa bile sırf Allah’ın indirdikleri ile hükmedilmediği için gösteri ve ayaklanma asıl, tüm Müslümanlara yakışmaz mı? Bu hükümete dayanarak Allah’ın hükümlerinin tatbik edileceğini mi düşünüyorsunuz? Yoksa hükümetin içki düzenlemesini Allah’ın (Subhanehu Ve Teala) böyle emrettiğini mi düşünüyorsunuz? Haşa! Erdoğan’ın namaz kılıyor olması, inşaAllah, Maaşallah demesi, 3. Köprüye Sultan Selim’in ismini vermesi sizlere kazanım olarak mı geliyor? Aslında söylenecek çok şey var ancak asıl konunun önüne geçmemesi için bu bileşenlere çağrım, İslam akidesini mihenk taşı yapmaları ve tüm fikir, olay ve düşüncelere bu çerçeveden bakarak Ak Parti’nin oyununa ya da onu savunma gibi bir yanlışlığa düşmemeleridir.

Hülasa olayların başlamasını derin devlet, ajan ve bir takım provakatörler olarak okumak çok yanlış olacaktır. Ancak sonrasında hükümet dahil her bir taraf, kendi lehine kazanım olarak döndürmek için yön verme girişimlerinde bulunmuşlardır. Aynı zamanda olayların kontrol altına alındığını da söyleyebiliriz. Çünkü ilk başladığı gibi haberler sadece sosyal medya’nın elinde değil, tüm medya konuya eğilmiş durumda ve yönlendirmeler yapılmaktadır. Erdoğan ise Afrika’dan döndü ve burnundan hiç kıl aldırmamaktadır. Gerekli her türlü maddi ve siyasi yolları kullanarak bu olaylardan kazançlı çıkacaktır fakat yara almış bir vaziyette.

Bir takım hürriyetler ve batıl nizamlar için bu kadar bedel ödeyen, her türlü jop, gaz ve tazyikli suya karşı direnen bu insanların, Müslümanlara ilham vermesi, güçlerinin farkına varması ve korku duvarlarını yıkması dileği ve temennisi ile…