11 yıllık Ak Parti iktidarının yaşadığı en zor yılın 2013 yılı olduğunu söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan, daha önce en sıkıntılı dönem olarak; “parti kapatma davası ve 367 krizi” olduğunu bu iki olayın kendilerini çok sıkıntıya soktuğunu söylemişti. Sanırım aynı soru kendisine tekrar sorulsa şimdi bu soruya 2013 yılında yaşanan “gezi olayları” ve son “yolsuzluk operasyonu” çerçevesinde yaşadıkları cevabını verir.
Yolsuzluk operasyonu Ak Parti’yi öyle bir yerde yakaladı ki, Ak Parti ne yaparsa yapsın “17 Aralık” onun artık düşüşe geçtiği tarih olarak kayıtlara geçecektir. Ak Parti Bakanlarının uykuda habersizce yakalandığı bu operasyonu "yerli işbirlikçilerin de kullanıldığı uluslararası komplo" olarak ifade etmesi halkta oluşacak algının önüne geçmek için sığınacakları tek limandı.
Operasyonun ilk vurduğu anda Ak Parti’nin yandaş medyası ne yapacağını şaşırdı.
Siyasiler uzatılan mikrofonları geri çevirdiler.
En sonunda Erdoğan’ın Giresun’da çıkıp diklenerek Büyükelçileri işaret etmesi, ek savcılar ataması ve Emniyet müdürlerini “hallaç pamuğu” gibi dağıtması ile biraz nefes alabildi.
Cemaat ve ulusal medya, operasyonu “yolsuzluk ve rüşvet” temeline oturturken, Ak Parti hükümeti ise “hükümete darbe” temeli üzerine oturtarak bir algı oluşturmaya çalıştılar.
Hükümet yaşanan bu krizden çıkması için sadece hücrelerini atağa geçirmesi ona itibar sağlamayacağının farkındadır. Bu nedenle daha başka stratejiler üzerinde durduğuna dair işaretlerde gelmeye başladı.
Birincisi: Kürt meselesi ile ilgilidir. Hükümet bundan sonra çözüm süreci ile alakalı daha cesur adımlar atarak halkı yanına çekecektir. Nitekim ilk işarette tutuklu vekillerin tahliye edilmesi ile birlikte geldi. Burada operasyonu bir fırsata dönüştüren BDP sessiz kalmasının karşılığı demek ki buydu. Bu adım birçok kesim tarafından ayrıca desteklendi ancak buda imajını düzeltmeye yetmemiş olacak ki daha büyük bir adım attı.
İkincisi: 12 Haziran 2007 tarihinden bugüne devam eden Ergenekon, Balyoz gibi davaların tekrardan görülebileceği şeklinde bizzat Başbakan Erdoğan’ın ifadeleridir. Her ne kadar Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın ağzından “milli orduya kumpas kuruldu” şeklinde bir açıklama çıksa da Akdoğan, bu sözü kendi iradesi ile söyleyemez. Nitekim öyle olmadığı da çok geçmeden ortaya çıkmıştır. Genel Kurmay Başkanlığı; “Balyoz ve Ergenekon gibi, TSK mensuplarının yargılandığı davalarda suç delillerinin manipüle edildiği, muvazzaf ve emekli personelinin yargılandığı Balyoz ve Ergenekon davaları” hakkında suç duyurusunda bulunarak tekrar yargılama talep etti. Bu konu öncesinde pişirilmiş olacak ki önce baş danışman Akdoğan, ardından Genel Kurmay Başkanlığı, ardından da Başbakan Erdoğan’dan açıklama gelmiştir.
Bu şu anlama gelmektedir. Ak Parti hükümeti, yıllardır “vesayet rejimini kaldırıyoruz”, “darbecileri yargılıyoruz” diyerek Cemaat ile beraber birçok kirli oyun ve desiselerle yaptığı tüm bu yargılamalara kibrit suyu dökerek, suçlu olarak da Cemaati göstermiş oldu.
Özellikle Laik-ulusal çizgideki kesim hiçbir zaman bu davalardan ümidini kesmeyerek sürekli takip etti. Sanırım yolsuzluk soruşturmasıyla birlikte onlarda istediklerini aldılar. Böylece Başbakan Erdoğan’da muhalif medya ve partilerin az da olsa sesini kısmış oldu.
17 Aralık soruşturması değişmeyen bir Türkiye gerçeğini bir kez daha bizlere gösterdi. Geçmişte sağ-sol, Alevi-Sünni diye bölünmeler yaşarken şimdilerde ise yakın zamanda Ergenekoncu ve karşıtı, Esed karşıtı ve yandaşı, Mısır’da ki darbe karşıtı ve destekçisi, gezi karşıtı ve destekçisi, Ak Parti-Cemaat destekçisi ve karşıtı olarak karşımıza çıktı. 97 STK bu süreçte “Ak Partiye ve demokrasiye” destek verdiklerini açıkladılar.
Peki, bizler yaşanan bu son çatışmada hangi tarafta olacağız. Çatışan iki tarafın da istediği bu Laik (Allah Subhanehu Ve Teâlâ’yı hayata karıştırmayan) iktidardan daha fazla söz sahibi olmak. O yüzden birisi "milli iradeyi savunmak" safsatasını savunurken diğeri sözde "yolsuzlukla mücadele etmek" şeklinde bizi ikna etmek istiyor.
İşte tamda burada bizim tarafımız bu eski âşıklardan birisini desteklemek değil, Allah Subhanehu Ve Teala’nın bize emrettiği, bizim için seçip gönderdiği dini İslam’ı ve onun hayatta tatbik metodu olan Hilafet için gece gündüz çalışanları desteklemektir.
28 Şubat post modern darbe ile İslami emareleri üzerinde taşıyan her kesime yönelik cadı avı başlatanların şuan hiçbirisi içeride tutuklu kalmadı. Ancak bu Kemalist zihniyetin mağdur ettiği Müslümanlar, kimisi hala cezaevinde, kimileri ise yatmak için gününün gelmesini bekliyor. Ve en son Ergenekon ve Balyoz tutuklularının yeniden yargılanmasının önünü açan bu son hamleler Ak Parti’ye destek verenleri acaba tekrardan düşündürecek mi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; “hepimiz aynı geminin içerisindeyiz, batarsak hepimiz batarız” ifadesi boş bir söz değildir.
Elbet bir gün bu gemi batacak ancak içerisinde sadece “gemiyi delenler ve onlara ses çıkarmayanlar” olacak ve boğulup gidecekler.
Allah’ın Rasulü (SAV) kötülerin yaptığı zarar karşısında iyilerin seyirci kalması yüzünden iyilerde dahil bütün toplumun zarar göreceğini şu benzetme ile ifade etmiştir.
“Allah’ın sınırlarını aşan kimseler, bir gemideki topluluğa benzerler: Onlar, gemideki yerlerini kura ile paylaştılar; bir kısmı geminin üst katına bir kısmı ise alt katına yerleştiler. Geminin alt katında bulunanlar, su almak için üst kattakilerin yanından geçerlerdi. Bunun üzerine ‘hissemize düşen yerden delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek’ dediler. Şimdi üst kattakiler bunları, istediklerini yapmakta serbest bırakırlarsa hepsi helâk olur. Eğer onları bu tehlikeli işten men ederlerse hem kendilerini hem de öbürlerini kurtarmış olurlar” (Sahih-i Buhârî)
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!