Filistin hakkında son 10 aydır ve onun öncesi 76 yıldır binlerce makale ve haber yazıldı. İnsan olmanın gereği olarak tüm dünyada halklar ayaklandı, yürüyüşler gerçekleşti, çağrılar yapıldı ve ortaya birçok çözüm önerisi atıldı.
Bu çözüm önerileri içinde dikkate değer olanlar elbette vardır ama birçoğunun çözümden çok, göstermelik ya da egemen güçlerin siyasi planlarını hayata geçirmek için ortaya atılmış çözüm önerileri olduğunu da görmemiz gerekir. Bir de tabii ki çözüm önerilerinin kimden geldiği de gözlerden kaçmamalı. Mesela; ABD'nin Filistin için ortaya attığı bir çözüm önerisini, içeriğine bakmadan, detaylarını gözden geçirmeden direk reddetmemiz gerekir. Zira ABD, Müslümanların apaçık düşmanıdır! Onun Müslümanları düşünerek insancıl bir çözüm ürettiğine kargalar bile güler. Öyleyse ABD gibi sömürgeci kafir devletlerin çözüm önerilerinin esastan reddedilmesi gerekir.
Peki, ortaya atılan önerilerden hangisinin gerçek ve kalıcı çözüm getirdiğini nasıl anlayacağız? Hangisi, "doğru" çözüm? "Doğru" olanı neye göre belirleyeceğiz ve destekleyeceğiz? Bunu belirlemek için çözüm önerilerini derinlemesine incelemeli ve aklımızı, kolay olanı değil de "doğru"yu bulmak için zorlamalıyız.
Bu yazımda, bu çözüm önerilerinden bazılarını kısaca inceleyip bu önerilerin, bizleri karanlıklardan aydınlığa ulaştırabilecek çözümler olup olmadıklarını değerlendireceğim.
Birleşmiş Milletler’in Müdahalesi
Dünyadaki ülkelerin birçoğunun yöneticilerinin ortak çağrısı olan bu çözümün doğru olup olmadığını anlamak için öncelikle Birleşmiş Milletler’in kim olduğunu iyi bilmemiz gerekli.
Bileşmiş Milletler ismi ilk olarak, yaşadığımız asırda dünya üzerindeki neredeyse tüm zulümlerin zalimi ya da destekçisi olan ABD’nin 32. başkanı Roosevelt tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında müttefik devletler için kullanıldı. Yani bu fikir büyük şeytan tarafından oluşturuldu. Başlarda isminin "Birleşmiş Milletler Savaş Gücü" olmasından, amacının ne olduğunu kolayca anlayabiliriz.
Tamamen kafir ve kapitalist devletlerin kendi çıkarları için oluşturduğu, sonrasında yine kendi çıkarlarını korumak amacıyla Türkiye dahil diğer devletleri dahil ettiği veya dahil olmaya zorladığı bir birlikten bahsediyoruz.
Dahası "İsrail" varlığı, bu birliğin 181 sayılı kararı ile kurulmuştur. Yani Birleşmiş Milletlerin "İsrail" sorununu çözmesini beklemek, bu sorunu var edenden çözüm beklemektir.
Böylesine bir birliğin çözüm bulamayacağı aşikar. Hatta çektiğimiz zulümlerin birçoğunun arkasında bu birliğin olduğunu söylemek malumun ilanı olur.
ABD ve Batı Ülkelerinin Müdahalesi
Birleşmiş Milletlerden bir çözüm beklemenin akıl tutulması olması gibi, mezalimi sonlandırması için ABD gibi şer yuvalarına çağrıda bulunmak, katilinden medet ummaktır. Lanetli "İsrail" varlığının oluşmasından, kardeşlerimiz üzerine ölüm yağdırmasına kadar bütün zulümlerin baş destekçisi ve azmettiricisi ABD’nin kendisi olmuştur. Bebeklerimizin başlarını gövdesinden ayıran bombalar ABD imzalıdır. Bacılarımızın uzuvlarını koparan mermiler batılı devletlerin ürünleridir. Hem aklî olarak hem de şerî olarak Müslümanları kurtarması için kafirlere sığınmak hiç bir zaman seçenek değildir.
İki Devletli Çözüm
Bu çözüm, ilk bakışta her ne kadar savaşın sonlanması gibi görünse de aslında bir ihanet planıdır. Bu çözüm, ABD’nin kazanması ve Müslümanların kaybetmesidir. Neden? Çünkü "İsrail" denilen gasıp varlık, ABD ve İngiltere tarafından, lanetli Yahudilerden kurtulmak ve onları Müslümanların derdi haline getirmek için topraklarımızı gasp ederek oluşturulmuştur. Bu çözüm, bu gasp edilen topraklardan vazgeçmektir. Rabbimizin ayetiyle mübarek kıldığı toprakları, kafirlerin necis postallarına terk etmektir. Yani ihanettir. Kime ihanettir? Müslümanlara ihanettir! Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ihanettir! Allah’a ihanettir!
Bir Müslümanın bu çözümü savunması, hatta çözüm seçeneği olarak görmesi bile -en hafif ifadeyle- zillettir.
Boykot
Boykot hareketi, yöneticileri hareket etmeyen nezih Müslümanların, "en azından elimizden geleni yapalım" düşüncesiyle ortaya çıkmış bir harekettir. Aslında Müslümanların "ellerinden geleni" küçümsemesinin bir sonucudur. O kadar zayıf ve o kadar sonuçsuz bir yöntemdir ki, hain yöneticiler bile bunu halklarına önermek için mitingler düzenler hale geldiler. Eğer ciddi sonuçları olan, kafirlere ve zalimlere zarar vereceği düşünülen bir hareket olsaydı, tasmaları kafirlerin ve zalimlerin elinde olan yöneticiler, bu hareketin devam etmesi için halklarına destek verirler miydi?
1400 yıl boyunca dünyaya boyun eğdirmiş bir ümmetin, "Onların mallarını almayalım, elimizden gelen bu!" demesi, ne kadar da acı! Etkisini ve gücünü bu kadar küçümsemesi ne kadar acı!
"Bu malların, bu ülkelere girmesine izin veren yöneticilerimizi zorlayalım!" diyemiyoruz.
"Gazze’de kardeşlerimizin hiçbir şeyi yok, bizim de ekonomimiz batıversin!" diyemiyoruz.
"Bebekler ateş çukurlarında yanarak can veriyor, bizim de azcık rahatımız bozulsun!" diyemiyoruz.
"Ticaret tamamen kesilirse ne yaparız, kendi imkanlarımla kola içmeyim!" diyoruz. Devamına da "elimden gelen bu!" lafını ekliyoruz.
Biz, bu dünyada çıkarılmış en hayırlı ümmet değil miyiz? Biz, “yenilmez” denilen orduları yenmiş, “yıkılmaz” denilen kaleleri yıkmış ümmet değil miyiz?
Ajan yöneticilere rağmen sokaklara dökülmemiz, kafirlerin bacaklarını titretiyor, farkında mıyız? “Tekrar birleşirler” diye akılları çıkıyor, farkında mıyız?
Boykotun çözüm olmasını bırakalım, çözüm olmaya yaklaşması için bile yapılması gereken; halkı Müslüman olan tüm ülkelerin, gasıp varlıkla olan bütün ilişkilerini boykot etmesidir, kesmesidir.
Ayrıca boykotun sonucu, bu sömürgeci düzende kendimizi boykot etmeye götürür. Nasıl mı? Biz "İsrail" mallarını boykot ederiz, "İsrail" ihtiyacı olan parayı ABD’den alır. Daha sonra biz ABD mallarını boykot ederiz, ABD ihtiyacı olan parayı kaynaklarını sömürdüğü Türkiye gibi ülkelerden alır. Daha sonrasında biz kendi kendimizi boykot ederiz. Milyar dolarlık firmaların ticaretlerini devam ettirdiği bir dünyada zaten boykotun bu noktalara gelmesi mantığa da uygun değildir.
Orduların müdahalesi
Güç, güç ile izale edilir. Ordu, sapanla değil, el yapımı füzelerle değil, ordu ile yok edilir. Şehit ve mücahit kardeşlerimiz bize bunun mümkün olduğunu kanıtladı. Onlar direndi ve el yapımı savaş araçlarıyla “kartondan kaplanı” devirdi. Ancak “direniş” ile “savaş” aynı şey değildir. O topraklardaki mücahitler, kanlarının son damlalarına kadar direnecekler. Allah’ın izniyle şehit olmaya devam edecekler ve tek bir geri adım bile atmayacaklar. Onların şehadete açlığı, bu direnişi, akacak kan kalmayana kadar devam ettirecek. Peki, akacak kan kalmayınca?
Akan kanı durdurmanın tek akli ve şer’i yolu; orduya ordu ile cevap vermektir. Bu direnişi, kazanılabilir bir savaşa dönüştürecek tek yöntem budur. Zira bu, Allahu Teâlâ’nın tüm Müslümanlara emridir:
"Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu beldeden kurtar, bize tarafından bir sahip (bir lider) gönder ve bize katından bir nusret ver!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!" [Nisa Suresi 75]
Evet, Müslüman orduların harekete geçerek bu varlığa karşı savaşmaları gerçekten de bir çözümdür. Bu, gerçekten de akan kanı durdurabilecek çözümlerdendir. Ancak bu harekatın birden fazla bayrak, birden fazla sınır, birden fazla yönetici ile olması ancak geçici ve kırılgan bir çözüm getirir.
Hilâfet
"İsrail"i haritadan silmek için tek mantıklı çözüm; ümmetin vahdetini sağlayacak bir siyasi irade inşa etmektir. Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ve dünyanın her tarafında bu zulümlerin işlenebilmesinin tek sebebi, ümmeti ayıran sınırlardır. Bu sınırlar ile ümmetin -sözde- "ülke"lere ayrılmasıdır. Oysaki bizler tek ümmetiz. Bizlerin tek bayrağı var. Bizlerin tek nizamı var. Gücümüz nizamımızdan gelir ve bu nizamı hayat sahasında var etmenin tek yolu birlik olmaktır. Bizi birlik kılacak sistemin adıdır, Hilâfet. Müslümanlar arasındaki sınırları yok edecek, ordularını tek bir ordu, halklarını tek bir halk edecek devletin adıdır.
İşte bu siyasi irade liderliğindeki bir askerî harekât, sadece "İsrail"in zulmünü değil, onu yok ettikten sonra dünya üzerindeki tüm zulmü sonlandıracaktır. Onun varlığı, zalimin zulmüne engel olur. Zira tarih, bunun gerçek oluşunun en büyük kanıtıdır. Zira Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi, bunun tekrar gerçekleşeceğinin en büyük kanıtıdır.
"Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra nübüvvet minhacı üzere (Râşidî) Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) nübüvvet minhacı üzere (Râşidî) Hilâfet olacaktır!’ Sonra sükût etti." [Müsned]
Fıtratımızdan gelen kardeşlerimizi kurtarma isteğini karşılayabilmemizin tek yolu; bu köklü çözüm için, bu köklü değişim için tüm enerjimizi harcamak ve bu yolda sebat etmektir.