Hizb-ut Tahrir neşriyatlarından biri olan “Hizb-ut Tahrir Mefhumları” kitabının bir bölümünde, İslâm ümmeti içinde bir cemaatin taşıdığı dâvet ile İslâm Devleti’nin taşıdığı dâvetin arasını ayırt etmenin, dâveti taşıyanların yaptığı amelin türünü bilebilmek için gerekli olduğunun altı çizilir.
Bu ikisi arasındaki fark şudur: İslâm Devleti’nin taşıdığı dâvette amelî/pratik yön ön planda olur. Devlet, tam ve kapsamlı bir şekilde yönetimi altındakilere İslâm’ı tatbik eder ki Müslümanları hayatta saadete kavuştursun. Gayrimüslimler de İslâm nurunu görüp razı olmaktan ve huzurdan doğan bir istek ve arzu ile İslâm’a girsinler. Yine İslâm Devleti, en yakın ülkelerden başlamak üzere, İslâm ile yönetmek için Allah yolunda cihad etmek gayesi ile kuvvet hazırlamakla da İslâm dâvetini dışarıya taşır. Sadece propaganda ve İslâmi hükümlerin açıklanmasıyla yetinmez. İşte hem Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, hem de İslâm Devleti’nin sonuna kadar halifelerinin, kullandığı metot budur. Bundan dolayı dâvetin, devlet tarafından taşınması, içeride ve dışarıda dâvetin amelî yönü olur.
Bir cemaatin veya bir kitlenin taşıdığı dâvete gelince; bu dâvet diğer amellerin yapılmasına değil, fikirle ilgili amellere hastır. Bundan dolayı o kitle, amelî yönü değil fikrî yönü alır. Dolayısıyla Şeriatın, kendisine böylesi hallerde farz kıldıklarını yapar. Ta ki İslâm Devleti kurulsun, sonra da devlet içinde amelî yön başlasın. Bu gaye ile dâveti taşıyan kitle, Müslümanları İslâm’ı anlamaya dâvet eder ki İslâmî hayatı yeniden başlatabilsinler. Aynı zamanda bu kitle, dâvetin karşısında duranlarla, mücadelesinin gerektirdiği üsluplar ile mücadele eder.
Özet olarak; İslâm Devleti, İslâm’ın fikri liderliğini pratik olarak tatbik eder. İslâm Devleti kuruluna kadar ise bu devletin kurulması için çalışan kitle(ler) ancak fikrî yön ile hareket ederler.
Peki, bu daveti taşıyan dava taşıyıcıları devlet kurulana kadar İslâm’ın fikrî liderliğini pratik hayatlarına nasıl indirirler?
Ben bu makalemde, İslâm’ın fikrî liderliğini kabul etmiş ve insanları da buna davet eden dava taşıyıcılarının ailesinde eşine-çocuklarına karşı, ticaretinde, alışverişlerinde, insanlarla münasebetlerinde, akrabaları arasında, anne–babasına, yakınlarına karşı, komşularına karşı, toplumda hiç tanımadığı insanlara karşı ne şekilde İslâm’ın fikrî liderliğini ön plana çıkaracağını, nasıl hareket etmesi gerektiğini vurgulamak istedim.
Evet, hepimizin bildiği gibi İslâm’ın tanımını yaparken; kişinin kendisi ile, kişinin Rabbi ile ve kişinin diğer insanlarla olan münasebetlerini/ilişkilerini düzenleyen bir din olduğunu söylüyoruz. Kişinin kendisi ile ilgili olan kısımda, kişinin ahlaklı olması ya da olmaması, neyi giyebileceğimiz, neyi yiyip içebileceğimiz konuları mevzu bahis iken, Rabbimiz ile olan münasebetimizde önce Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya iman, sonra da ibadetler konu oluyor.
Bu makalemde, daha çok kişinin diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemek üzere kendisine referans kabul ettiği İslâm fikrî liderliğinin bu konudaki amelî/pratik yönlerinden bahsetmeyi amaçlıyorum.
Muhakkak ki insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin doğru bir düzenleme ile düzenlenmesi, İslâm’ın emir ve yasaklarının uygulanması ile olur. Ancak, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarını tatbik edecek ve toplumu toplum olarak saadet atmosferine sokacak olan bu devlet kurulana kadar, Müslümanlar ve özelde dava taşıyıcılarının İslâm’ın fikrî liderliğinin amelî yönünü yaşamaya ve örnek teşkil etmeye devam etmesi gerekir.
Dava taşıyıcısının ailesi vardır, eşi vardır, işi vardır, çevresi vardır, akrabaları vardır, iş arkadaşları vardır, çoluğu çocuğu vardır, annesi-babası vardır. Tüm bunların, kendisi üzerindeki haklarını bilir ve bu hakları gözetir. Dengeli olmayı hiçbir zaman bırakmaz.
Hedefleri vardır, hedeflere ulaşmak için oluşturduğu bir rotası, planları vardır. Bunları takip eder, aksatmaz.
Dava taşıyıcısı, yakın çevresinden başlayarak, hiç tanımadığı insanları da kapsayarak davetini yapar. Toplumu İslâmi hayata davet ederken, ailesini; eşini, çocuğunu, annesini, babasını, akrabasını unutmaz. Dışarıdaki yangını söndürmeye gayret ederken, kendi evine ateş düşmemesinden emin olur. Var gücü ile İslâm’ın fikrî liderliğini topluma aşılamaya çalışırken, evinde ailesi ile cemaat halinde namaz kılmayı, açıp kitap okumayı, bilgi alışverişlerinde, istişarelerde bulunmayı ihmal etmez. Mevcut bozuk eğitim siyasetinin çocukları üzerinden evine yansımasına müsaade etmez; çocuklarını da, öğrendiklerini de takip eder; yangın çıkmadan önlem alır. İlgilenilmeyen eş, ilgilenilmeyen çocuklar bazen biz duymasak dahi sessiz çığlıklar atmaya başlarlar. Sessiz çığlıklara kulaklarımızı tıkamamalıyız. Onların da bu davetten payı var, onların da hakkı var. Biz onlara zaman ayırırsak, muhakkak ki onlardan da destekten başkasını görmeyeceğiz. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam buyurdular ki:
خَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ لِأَهْلِهِ وَأَنَا خَيْرُكُمْ لِأَهْلِي
“Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en iyi olanınızım.” (Kütüb-i Sitte, 6572)
Dava taşıyıcısı, işinde, alışverişinde, iş arkadaşları arasında da İslâm’ın fikrî liderliğinin amelî yönünü ön plana çıkarır. Ticarette, İslâm’ın hassasiyetlerini gözetir. Konuşmalar, İslâm üzerinedir, gündemi oluşturan, gündeme yön veren dava taşıyıcısı olmalıdır. Çevresindeki insanlar üzerinde fikrî-siyasi sorularını ona yönlendirebilecekleri bir atmosfer oluşturmalıdır.
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur 37)
Dava taşıyıcısının, yakın akrabalarına karşı tutumu da çok önemlidir. Annesinin babasının, yakın akrabalarının duasını, desteğini alan dava taşıyıcısının sırtı yere gelmez inşaAllah. Allah Subhanehu ve Teâlâ Lokman Suresi 14. ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
“Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da anne-babana şükret, diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.”
Dava taşıyıcısı, komşularının haklarını da bilir, onlara rahatsızlık vermez, onlara da yaptığı ziyaretlerde daveti onlara taşır, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” kavlince, komşusu İslâm’a aç iken, yatmanın zamanı olmadığını bilir.
مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi o kadar tavsiye etti ki neredeyse (Allahu Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhârî Edeb 28; Müslim Birr 140, 141)
Dava taşıyıcısı, hiç tanımadığı insanlara dahi davetini ulaştırır. Hiç tanımadığı insanın dahi kendisi üzerindeki hakkını bilir, ona göre merhamet eder.
İslâm Devleti olmasa dahi, İslâm Devleti kurulana kadar var gücü ile daveti taşıyan dava taşıyıcısı, İslâm’ın fikrî liderliğini pratik olarak insanlara göstermelidir. Göstermelidir ki, kapitalist nizam altında yaşamaya mecbur bırakılmış Müslümanlar, İslâm’ın güzelliklerini görsünler, İslâm’ın nizamsal boyutta da yaşandığında ne güzel ilişkiler ortaya çıkacağını idrak etsinler.
Biraz ipucu vermekten geri mi duracağız? Vallahi İslâm’ın tüm güzelliklerini Müslümanlara anlatmak yetmez, pratik uygulamalar ile hayatlarına indirmeliyiz, kalplerine sokmalıyız. Ki, yeşeren bu tomurcuklar kabuğunu kırma cesaretini gösterip güneşe uzanmaya aday olsunlar. Yani, İslâm’ın nizamını ister hale gelsinler!