FİKİRLERE ‘DARBE’ VURULABİLİR Mİ?
03 Ağustos 2016

FİKİRLERE ‘DARBE’ VURULABİLİR Mİ?

Malum olduğunuz üzere 15 Temmuz’da bir grup maceraperest tarafından gerçekleştirilmek istenen askerî darbe girişimi halkın karşı darbesiyle püskürtüldü. 240 vatandaş tankların ve kobra helikopterlerin karşısında canı pahasına direndi ve cuntacılar tarafından katledildi. Aynı cuntacılar ölümü göze alan binlerce vatandaşı da ağır şekilde yaraladı. Arkasından maskeler düştü, oyuncular sahneye çıktı. Kalkışmanın başarısız olduğu anlaşılınca darbe seviciler bir anda darbe karşıtlığına soyundular. Herkes kendi savunduğu tezler üzerinden komplo senaryoları çizdi ve oynadı. Kimin yaptığı, niçin yaptığı, zamanlaması, hataları, eksikleri konuşuldu. Hatta gerçek bir darbenin nasıl yapılması gerektiği bile tartışıldı. TV ekranlarından cuntacıların içine düştüğü içler acısı durum servis edildi. Kimileri görüntüler üzerinden hükümeti eleştirdi, kimileri askerleri tutuklayan halkı. Hatta yeniden işkence konusu gündeme geldi. İdam talepleri, hakaretler, yalanlar ve gerçekler bir şekliyle gündemin tek konusu haline geldi. Suriye politikası, devletlerarası yeniden iyi ilişkiler, Suriyelilere vatandaşlık verilmesi, canlı bomba eylemleri, iktisadi bunalımlar, yollar-köprüler vs. hepsi bir anda gündemden düştü, silindi gitti. Fakat üstüne basa basa vurgulanması gereken şey cuntacıların ağır silahlarıyla başaramadığı ‘darbe’ değil, cesur Türkiye halkının silahsız ve savunmasız bir şekilde başardığı ‘karşı darbe’dir. Zira Batılı toplum bilimcilerin yahut oryantalist sosyologların İslam coğrafyasında oluşturmak istediği ‘yeni nesil’ ve ‘z kuşağı’ gibi teoriler yerle bir oldu. Sadece sosyal medya, teknoloji ve kariyer planlaması gibi bir bağlama hapsedilmeyen gençliği gördüler. Sadece klavye kahramanı olmayan pratik hayattan örnek kişilere şahit oldular. Ahkâm kesenlere fiilen darbelerin nasıl kesileceğini gösteren gençleri izlediler. Ve böylece toplum olarak özgüven tazeleyip, korku duvarlarını yıkan bir nesil ile karşı karşıya kaldılar. İşte bu kâfir Batılıları yeniden harekete geçirmek üzere ateşledi ve yeni kirli planların, fikri saldırıların zeminini hazırlamaya sevk etti.

Bu süreç bana ‘Arap Baharı’nı hatırlattı. Ortadoğu’da yıkılan korku duvarlarının yerine ‘demokrasi duvarı’ inşa etmeye çalışan Batı’nın bu ülkede de aynı inşa çalışmasına başladığını görüyoruz. Daha kaygı verici olanı onların bu inşa faaliyetinde yerli bir takım unsurları da kullanıyor olmalarıdır. Hepimiz gördük ki; bu toplum karşı darbeye ‘Ya Allah Bismillah’ diyerek başladı. Tankların ve ağır silahların karşısına ‘Allah-u Ekber’ nidalarıyla çıktı. Kime sorsanız namusunu, iffetini, hürriyetini ve en önemlisi de dinini korumak için meydanlara döküldü. Çünkü bu sebepler ölümü göze almak için yeterli müsebbiplerdir. Birçokları bu ‘kalkışmanın’ İslam’a ve Müslümanlara yapılan bir kalkışma olduğunu hemen anlamıştı. Ve bu toplum kendisine ‘bu toplumdan bir şey olmaz’ diyenlere dinini müdafaa ederek gereken cevabı verdi. Libya’da, Mısır’da, Tunus’ta ve Suriye’de halklar nasıl krallıklarını alaşağı ettilerse bu ülkenin evlatları da akidesine düşman olanları böylece alt edebilir. Fakat böylesi cesur toplumlara her zamankinden daha fazla fikri ve siyasi basiret gerekmektedir. Yoksunluğundan dolayı değil ama ideolojik çatışmaların odağı haline gelmekten dolayı bu basirete daha fazla ihtiyacımız olacaktır. Zira bu basiret bizde bazı hususları netleştirecek ve dik duruşumuzu anlamlı hale getirecektir. Bu yüzden Rabbinin rızası için can havliyle kendini siper eden bu halka ‘demokrasiye sahip çıktınız’ demeye kimsenin hakkı yoktur. Bu iman eden kitle içerisinde demokrasi için canını verecek tek bir kişi gösteremezsiniz. Hatta öyle ki, hayatını kaybedenlerin ailelerine onların ‘demokrasi şehidi’ olduğunu bile anlatamazsınız. İşinden çıkıp evine gitmeden meydanları dolduran ve bunu dini bir vecibe addeden bu topluma; sizler ‘demokrasi nöbeti’ tutuyorsunuz diyemezsiniz. Arap Baharı’ndaki devrim hırsızlarının yaptığı gibi yaptıkları karşı devrimi bayraklarla kutlayan halkın elinden ‘demokrasi şöleni’ gibi yakıştırmalarla bu devrimi çalamazsınız.

Peki, otoriteyi bir türlü eline alamayan bu halka egemenlik adı altında verilen şey de nedir? Egemenliğe kayıtsız şartsız sahip olan halk neden uğruna canlarını verdiği dininden bu şekilde uzaklaştırılıyor. ‘Cihad ruhuyla’ meydanları inletirken ‘demokrasi ruhsuzluğunun’ aşılandığı bir topuma ‘egemen’ olduğunu söylemek ne kadar gerçekçi?

Artık şunun anlaşılması gerekiyor: Müslümanlar söz konusu dinleri olduğunda dünyanın birçok yerinde kıyama kalktılar. Ve bu kıyam asla kendiliğinden gerçekleşmedi. Batı’nın ve yerli işbirlikçilerinin bütün ihanetlerine rağmen bu ümmet köklerinden söküp atamadığı İslam’ın güçlü fikri ile güç ve kuvvet kazandı. Bu fikri hangi toprak parçasında hayata indirdiyse orayı vatanı bildi. Ve böylece vatanını müdafaa ederek dinini ve izzetini korudu. Onu tetikleyen en önemli unsurun İslam ideolojisi olduğunu anladı. Dolayısıyla böylesi bir ideolojiye asla darbe yapılamaz. Kısa süreli sarsıntılar, sıcak-soğuk havalar ve sert-yumuşak rüzgârlar estirilebilir. Ama asla köklerinden sökülüp atılamaz.

Bu fikirler ümmeti asırlarca zirvelere tırmandırmış ve yüceltmiştir. Kökleri sağlam, ilkeleri ve hükümleri İlahi olan bu fikirlere darbe vurmaya çalışanlar, hiç beklenmeyen yerde, umulmadık bir zamanda ve aşağıladıkları kişilerce darbeyi yerler. Böyle bir ümmetin devrimlerini çalmaya çalışanlar, aynı zamanda hayallerini, umutlarını ve hedeflerini de çalmaya çalışıyorlar. Bu yüzden hangi kanalı açarsanız açın, hangi gazeteyi okursanız okuyun, hangi programı izlerseniz izleyin hep aynı manzara ile karışılacaksınız: ‘Demokrasi’, ‘Milli İrade’, ‘Egemenlik Milletindir’ vs. Bütün bu olup bitenlerin tek bir ağızdan hareketle ve tek bir noktadan emirle gerçekleştiğini anlamak hiç de zor değil. Ama Allah emrinde galiptir. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın darbecilere hitaben söylediği ayeti bir kez de buradan biz hatırlatalım:

وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ

“Hani kâfirler seni tutuklamak, öldürmek veya sürgüne yollamak için tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. Şüphesiz ki, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal Suresi 30)

Emrah AKAY