Sahabenin İslâm’ı anlama, yaşama ve taşıma hususundaki ortaya koyduğu çaba ve fedakârlığı göz önüne aldığınızda elde ettikleri muvaffakiyetleri anlamakta güçlük çekmezsiniz. Onların ortaya koyduğu fedakârlıklar Rabbimizin inayet ve keremiyle akıllara durgunluk veren başarılara imza atmalarına vesile oluyordu. Bugün ümmeti kalkındırma çaba ve gayreti içerisinde olan davetçilerin rol modeli sahabe ve onların kayıtsız şartsız risalet ve riyasetini kabul ettikleri muhbir-i sadık efendimiz Muhammed Mustafa *SallAllahu Aleyhi ve Sellem’*dir. Onların hayatına kısaca göz atan kimsenin gözüne çarpan ilk şey İslâm akidesine olan bağlılıkları ve bu akidenin yeryüzüne egemen olması için gösterdikleri fedakârlıklar olacaktır.
Bugün oturdukça oturan, konuştukça konuşan, yedikçe yiyen, içtikçe içen, tozdukça tozan, seyrettikçe seyreden Müslümanlığımız ile hangi dünyayı imar ve hangi ahiretimizi ma’mur edeceğiz Allah aşkına? Dünyevileşme bataklığına battığımız şu vasatta düşmanlarımıza nasıl galebe çalacağız? İslâm akidesine ve onun tüm problemleri sahih bir şekilde çözen nizamına imanımız ve güvenimiz tam değilken nasıl necis kapitalizmin tasallutundan kurtulacağız? Koşulsuz, pazarlıksız, minnetsiz taşımadıkça İslâm davasını nasıl gerçekten kendimize “dava adamları” diyeceğiz? Davet bizden canlar ve mallar isterken her ikisinden de gösterdiğimiz pintilik ile davanın selametinden nasıl bahsedeceğiz? Âlemlerin Rabbinin bize mecbur olmadığını anlamadıkça nasıl sadece O’nun önünde kemali hürmet ile eğileceğiz?
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” [Maide 54]
Fedakâr insan “fedakârlığını” fedakâr olmayan insanlara göre ölçen kimse değildir. Fedakâr insan feda edeceği zaman, kendisinin kalkış noktası, hayatını dizayn etmede temel referans olarak kabul ettiği akidesidir/fikrî kaidesidir. O, insanlara bakarak “falan kimselere göre çok iyiyim” şeklinde düşünmez. O, akidesinin kendisinden talep ettiği şeyleri en üst perdeden yerine getirmenin gayreti içinde olur. Âlemlerin Rabbini razı etme onun için gayelerin gayesidir/varılması gereken en son noktadır. Amellerini bu gayeye/ideale göre dizayn eder. Fedakârlığı buradan fışkırır. Dolayısıyla onu her hususta ince eleyip sık dokuyan/derin-aydın düşünen, ancak fedakârlık hususunda gayeyi gerçekleştirmek için matematiksel hesaplara girmeyen kimse olarak görürüz. “Falan bu kadar yaptı ben de ondan biraz fazla yaptım mı tamamdır”, “falan şu kadar verdi ben de ondan biraz fazla verdim mi oldu bu iş” demek, fedakârlıktan değil bakış açısı darlığından ileri gelir.
Ve fedakârlığın âlâsına sahip olması gerekenlerin başında da davet adamları gelir. İdeolojinin anlaşılması, yaşanması ve taşınması dava adamlarının fedakârlığına bağlıdır. Akideden/ideolojiden kaynaklanmayan bir fedakârlık, fedakârlık olmayacağı gibi kişiyi gösteriş handikabında yok edip bitirir. Fedakârlık davet adamının en basit özelliklerinden biri olmalıdır.
Fedakâr davetçi halis ihlasa/katıksız ihlasa sahip olan kimsedir. Bir şey yapması için sürekli talimatlara, telkinlere ihtiyaç duymaz. Bunlar olmadan da daveti en güzel şekilde taşımanın çaba ve gayreti içinde olur. Talimat ve telkinler söz konusu olduğunda da en güzel şekilde icabet eder verilen görevlere ve edilen nasihatlere. Hayatı bir nabız gibi davasının etrafında atar. Her şeyin bir merkezinin olmasına karşılık onun etrafında deveran edip durduğu merkezi davasıdır. Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkmaya çalışır. Allah’a giden yolları arar ve bulduklarını insanlara da gösterir/davet eder.
Fedakârlık beklenerek yapılan bir şey değildir. Bin bir türlü hesap yapıp asgari düzeyde çaba sarfetmek değildir. İnsanlar gözetilerek yapılmaz. Âlemlerin Rabbini razı etmek en temel kalkış noktası olmalıdır fedakârlığın. Değilse yapacağımız şeyler bir şecaat ve hamaset çığırtkanlığından öteye gitmez. Bizleri fedakârlığa iten husus arzu ve heveslerimiz değil, akidemizden kaynaklanan iman harareti olmalıdır. Değilse -Allah muhafaza- halimiz nice olur. Fedakârlık imandan kaynaklandığı zaman dağ gibi sorunlar bir anda küçülüverir; düşmanlarımızın gözümüzdeki heybeti kaybolur. Hatta sorun büyüdükçe o sorunun üstesinden gelebileceğimiz inancı da artar. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
“Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine; ‘İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!’, dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ dediler.” [Âl-i İmran 173]
Rabbimizden, kendi yolunda nasıl fedakâr olunması gerekiyorsa öylece fedakâr olmayı size ve bize nasip etmesini niyaz ediyorum.