Yaklaşık yüzyıldır İslam ümmeti, halifesiz ve Hilafet’siz bir dünyada hayat tüketiyor. Kendisi ile İslam’ın uygulandığı ve yine kendisi ile ümmetin canı, malı, iffeti ve diğer değerlerinin korunduğu, İslami yönetim şekli olan Hilafet’in yokluğu ile karşı karşıya kaldığımız tablo herkese ayandır. Rasulullah (sav)’in, kalkana benzettiği bu İslami kurumun yıkılması ile ümmetçe görmediğimiz zulüm, tatmadığımız acı kalmadı. Allah Sübhanehu ve Teâlâ’nın, kitabında vasıflarını belirttiği “ümmet” kavramından da ne kadar uzaklaştığımızı görüyoruz. Üstün, adil ve şahit ümmet olmanın ancak İslam’ı, hayatın her alanında yaşamaktan geçtiğini birazcık bir tefekkürden sonra anlayabiliyoruz.
İslam’ı ve Müslümanları ezeli ve ebedi düşman belleyen, batılda ısrar eden Batı dünyası, yüzyıllarca mücadeleden sonra Müslümanlara galip geldi ve birliklerini dağıttı. Akabinde Müslümanların beldelerini suni sınırlarla bölerek parçaladı. Her beldede, kendi çıkarlarını sağlayıp koruyacak sadık adamlar ile iktidarlar tesis ettiler. Batılı kâfirler, Müslümanların kanlarını akıtmakla, kaynaklarını sömürmekle ve zihinlerini kirletmekle kalmayıp, birliklerini sağlayan Hilafet’in, tekrar dirilmemesi için yıkılmasından daha fazla çaba harcadı ve harcamaya devam etmektedirler. Özellikle ümmetin birliği önündeki en büyük engel olan vatancılık ve milliyetçilik duyguları ile Müslümanların zihinlerini bulandırdılar. Müslümanlar arasındaki her farklılığı ayrılık ve parçalanma unsuru haline getirmeye devam ediyorlar.
Bir yandan, ümmetin vahdete olan özlemini bastırmak için Hilafet’e alternatif, içi boş veya içeriğini herkesin istediği gibi doldurduğu, İslam’da dayanağı olmayan “İslam Birliği” kavramı icat edildi. Diğer taraftan şekil ve içerik olarak İslam ile örtüşmeyen ve Müslümanların lehine tek bir eylemi vukuu bulmayan, aksine Müslümanların aleyhine çalışan “İslam Konferansı Örgütü” tesis edildi. Benzer şekilde, Hilafet’in şer’i bir yönetim şekli olduğunu bildiren İslami nasları görmezlikten gelip, Hilafet’in tarihi bir kurum olduğunu ve tarihte boğma uğraşları da devam etmektedir.
Bütün bu olumsuz saldırılara rağmen Hilafet, küresel bir parti olan Hizb-ut Tahrir ile gün geçtikçe Müslümanların zihinlerinde daha somut ve berrak bir proje haline gelmektedir. Öyle ki Hilafet denilince Hizb-ut Tahrir, Hizb-ut Tahrir denilince Hilafet akla gelir olmuştur. Daha da önemlisi İslam ümmeti, Batının kendilerine dayattığı kokuşmuş nizamlarından usanmış ve kurtuluşun yegâne reçetesi olarak Hilafet’i daha yüksek bir ses ile ister duruma gelmektedir. Ancak, bazı Müslüman aydın ve yazarlar Hilafet ve Hizb-ut Tahrir’i daha dakik bir şekilde incelemeleri gerekirken, bir şekilde kulaktan duyma bilgilerle ümmetin hissiyatını etkileme uğraşı içindedirler.
Bu konuda bilinçli olarak uğraş verenler geçmişte çok oldu. Gelecekte de olacağından kuşku yok. Bilinçli olarak Hilafet hakkında karalama ve sulandırma yapanlar Müslümanları ve bizi üzmüyor. Zira onlar işlerini yapıyorlar. Ancak bilinçli olarak yapılmadığını düşündüğümüz örneklerde az değil. Örneğin www.haberdiyarbakir.com sitesinde yayınlanan Halifelik, İmamet veya İslam Birliği nasıl olmalıdır?” başlıklı makalede Sıtkı Zilan, Müslümanların birlik isteklerini vurgulamış ancak çözüm adına ileri sürdüğü hususları, ne şer’i anlamda ele almış nede vakıaya mutabık kılmış. Makalenin her paragrafına uzunca reddiye mahiyetinde yazı yazılabilir ancak, bunun biz Müslümanlara bir faydasının olmadığını düşünüyorum. Fakat gerek yazarın ve gerekse okuyucuların sağlıklı bir fikir edinmeleri açısından, makalede konu edinen iki hususa değinmek kaçınılmazdır. Çünkü bu konudaki yanlış bir bilgi ve yorum, büyük bir kitleyi zan altında bırakmakta ve Hilafet düşüncesine konjonktür gereği yaklaşılmayı doğurmaktadır.
Sıtkı Zilan, yazısında*, “Bir Hizbuttahrir gibi işi gücü hilafet olan, fakat bunun altyapısıyla uğraşmayan bir uluslar arası örgüt bulunmaktadır ki, şiddete bulaştığı yok, lakin yerel renkleri, anlayışları reddetmeleri sebebiyle, bir de ilişkileri ve görüşleri şeffaf olmadığından faydadan ziyade zarar vermektedirler.”* demektedir.
Bu bir cümlelik paragrafta yedi adet yargıdan ikisi doğru iken beşi yanlıştır. (Yanlışlara nazaran doğru tespitler çoğunlukta olsaydı belki yazıma konu etmeye bile gerek duymazdım). Önce doğru olanları hatırlatmak gerekirse evet, Hizb-ut Tahrir uluslar arası (küresel) bir örgüt (parti) olup ve silahlı mücadeleyi çalışma metodu olarak kabul etmemiştir.
Yanlış tespitlerine gelince, Hizb-ut Tahrir’in işi gücü sadece Hilafet midir? Evet, Hilafet Hizb-ut Tahrir için bir ölüm kalım meselesidir. Bunu tüm ümmet için de ölüm kalım meselesi yapmak için çalışır. Hilafet; İslami hayatın kendisi ile yeniden başladığı şer’i bir farziyet olması münasebeti ile Hizb-ut Tahrir’in çalışma hedefidir. Ancak, Hizb-ut Tahrir ümmet içinde çalışan ve ümmetin maslahatını gözeten, ümmete kurulan komploları, yapılan ihanetleri deşifre eden, ümmetin karşılaştığı her musibette ümmetin sesi olup acısını paylaşan, ümmet içinde meydana gelen her olaya karşı duyarlılığı da ortaya koymaktadır. Bunu gerek kitlesel eylemleri ile ve gerekse basın yolu ile yaptığı açıklamalardan görebiliyoruz. Evet, işimiz gücümüz Hilafet… Çünkü onun yokluğunda hiçbir işimiz doğru gitmedi gitmiyor.
Hilafet’in alt yapısı ile uğraşmama iddiası gerçekten gülünç olmuştur. Hizb-ut Tahrir, teorik olarak Hilafet sistemine ve bütün kurumlarına dair her bileşeni en detaylı şekli ile belirlemiştir. Bunu yaparken kesinlikle dayatılmış şartlardan etkilenerek değil, tamamı ile İslami naslardan çıkarımda bulunmuştur. Neşriyatlarına birazcık göz atıldığında bunun böyle olduğu görülecektir. Fiili anlamda, Hizb-ut Tahrir ümmet içinde çalışmakta ve ümmeti buna hazırlamaktadır.
Yerel renkleri ve anlayışları reddetme iddiasına gelince, işte bunu sormak gerekir. Hizb-ut Tahrir hangi yerel rengi ve anlayışı reddetmiş? Eğer bununla kastedilen milletler ve dilleri ise hangi milleti veya dili reddetmiştir? Yok, eğer renklerden ve anlayışlardan kasıt, ulusçuluk veya ulus devlet anlayışı ise bunlar İslami midir ki kabul etsin? Hizb-ut Tahrir, fikir ve metodu ile tamamen İslam’a dayanmaktadır. İslam’a zıt hiçbir anlayışa prim vermez velev ki bu anlayış yerel ya da uluslar arası olsun fark etmez.
İlişki ve görüşlerinin şeffaf olmaması iddiası, eğer art bir niyetin eseri değilse (ki öyle olmadığını düşünüyorum), Hizb-ut Tahrir hakkında tam bir bilgisizlik eseridir. Çünkü Hizb-ut Tahrir gibi her meselede görüş bildiren ve bütün görüşlerini neşriyatlarında kayıt altına alıp insanlara sunan ikinci bir parti bulunmamaktadır. Kurulmasının üzerinden altmış yıl geçmesine rağmen fikir ve metodunda değişiklik ve sapma bulunmayan, her ülkede aynı istikamet üzere çalışan böylesi bir parti için şeffaflığın olmadığını söylemek insafsızlık olur. Kaldı ki Hizb-ut Tahrir’in fikirlerine ve altmış yıllık geçmişine bakıldığında ilişkilerinin şeffaflığı da görülecektir.
Faydadan çok zarar verdiği iddiası, gerçekten çok ilginç! Hizb-ut Tahrir’in kime ve nasıl bir zararı olmuştur? Bir tane dahi örneği olsaydı üzerinde çok kafa yorardım. Ümmetin yeniden kalkınıp eski izzetli konumuna gelmesi için canla başla çalışan bir partinin, hareket metodunda şiddeti benimsemediği halde çalışma yaptığı birçok ülkede fertlerinin katledildiği, on binlerce ferdinin zindanlarda ölüme terk edildiği bir partinin bu ümmete nasıl bir zararı olmuştur? Eğer kastedilen zarar Batı’nın İslam dünyasına sunmak için uğraştığı ulusçu birlikler, demokratik uzlaşı koalisyonları, ıslahatçı anlayışlar ise evet, Hizb-ut Tahrir bu düşünce ve söylemlerin ümmetin zihnini bulandırmaması ve yok olup gitmesi için bunlara savaş açmıştır. Bunların İslam topraklarında filiz bulmaması için mücadele etmiş ve bu fikirlere ve taşıyıcılarına zarar vermiştir. Dolayısıyla İslam ümmetine dayatılan bütün fasit fikirleri tek tek ele alıp Müslümanlara verdiği zararları açıklayan, bunların yerine İslam’ın öngördüğü fikir ve nizamları en somut hali ile Müslümanlara arz eden bu partinin zarar verdiğini söylemek ancak şer odaklarından kulaktan duyma bir ezberin sonucu olsa gerek.
Yazarın “Bugün için hilafeti diriltmek değil, İslam âleminin birliğini, siyasi, dini, mezhebi, iktisadi, kültürel işbirliği ve yakınlaşmayı savunmak lazımdır. Bir de ortak mekanizmaları güçlendirerek ortak kararlar almak lazımdır. İslam ortak parası, pazarı, örgütü, ordusu vs olmadan mesafe alınamaz. Mesele sadece kelime olarak halifenin olup-olmaması değildir. Fiili durum önemlidir. Müslümanların ortak paydaları çoğaldıkça, barış içerisinde, adil bir sistemle sorunlarına çare aradıkça doğruyu bulacaklardır.” Şeklindeki ifadelerini de detaylı olarak değerlendirmek isterdim ancak, yazının çok uzayacağını düşünerek bu paragrafın analizini “Hilafet yeniden ikame edilmeden tüm bunlar nasıl olacak” sorusunu sorarak değerlendirmeyi siz değerli okuyuculara bırakıyorum.