Erdoğan İçin Dün Dündür, Bugün Bugündür; Peki, Ya Yarın?
05 Aralık 2012

Erdoğan İçin Dün Dündür, Bugün Bugündür; Peki, Ya Yarın?

Yarın ne söyleneceğine ilişkin Obama ile henüz bir telefon görüşmesi yapılmadı.

Dünümüz, bugünümüz ve yarınımız hiçbir zaman ne Erdoğan’a ait oldu ne de bize ait oldu. Dünümüzü belirleyenler, bugünümüze hükmedenler yarınımız hakkında söz söyleme yetkisini kendilerinde bulunduruyorlar. Bize ait hiçbir şey kalmamış. Öyle ki, bize sadece, bize ait olmayan kötü dünü iyi görmek düşmüş. Bugünün iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu değerlendirecek zaviyeden yoksun bırakılmışız. Yarın için ise hiçbir zaman bir planımız olmamış ki söylenecek sözümüz de olsun... Tüm bu ifadeleri Türkiye’de yaşayan Müslümanlar adına kullanıyorum. Çünkü Müslümanlar şu anda “dün dündür, bugün bugündür” diyen bir Başbakan’ı henüz tanıyamamış ve anlamlandıramamış durumdadırlar.

Etrafımızdaki insanların kişiliğinin ve şahsiyetinin nasıl olduğunu, onlarla sosyal ve ekonomik ilişki içine girdiğimizde anlarız. Yani insanları onlarla ilişki kurabildiğimizde tanıyabiliriz. Aslında insanların yöneticiler ile olan ilişkileri de bu yönde bir tanımayı gerektirir. Lakin Müslümanlar öylesine fikri ve siyasi bir sarhoşluk içindeler ki tanıma ve tanımlama kabiliyetlerini kaybetmiş durumdalar. Halk değimiyle körü körüne âşık olmuş durumdalar.

Eskiden halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyen, gerçekleşmesi mümkün gözükmeyen seçim vaatlerinde bulunan siyasi kişilikler vardı. Seçimlerden sonra tüm vaatlerini unutarak halkın karşısına çıkıp “dün dündür, bugün bugündür” diyebilen “cesur”(!) liderler vardı. Eskiden halk siyasilere takım tutarcasına bağlıydı. Öyle ki bu tür vaatler veren Süleyman Demirel Türkiye’de defalarca hükümet kurma başarısını gösterebilmiştir.

Şimdilerde ise gelişen iletişim olanakları ve bilgi çağı ile Müslümanların daha bilinçlendiği söyleniyor. Lakin değişen bir şey yok gibi. Çünkü halk, gelişmeleri, açıklamaları ve sözleri değerlendirme kabiliyetini kaybetmiş durumda. Değerlendirme kabiliyetine sahip olanların ise değerlendirme ölçüleri bir değil maalesef.

Nihai olarak asıl bahsetmek istediğim konu şu: Başbakan Erdoğan daha önce herhangi bir gün yaptığı açıklamanın hemen sonrasında aradan haftalar geçmeden o açıklama ile örtüşmeyen başka bir açıklama yapıyor. Sonradan yaptığı açıklama önceki açıklaması ile çelişki içerisinde olmasına rağmen Başbakan’ın bu iki açıklaması da alkışlanıyor. İşte ben, bu makalede bazı örnekler üzerinden bu konuyu sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum.

Dün böyle demişti: “Libya’da NATO’nun ne işi var?”

28 Şubat 2011’de yaptığı bir konuşmada Başbakan aynen şu sözleri sarf ediyor: “NATO Libya ya müdahale etmelidir diyorlar. Böyle saçmalık olur mu? NATO’nun ne işi var Libya da?” Bundan tam 21 gün sonra 21 Mart 2011’de yaptığı başka bir konuşmada ise aynen şu sözleri söylüyor: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.”

Başbakan’ın bu sözleri yüzeysel bir değerlendirme ile değerlendirilip üzeri örtüldü. Kimse 21 günde bu kadar çabuk ve keskin bir dönüş yapan Başbakan’ın niçin bunu yaptığını sorgulamadı. Aslında bu açıklamaların her ikisini de Başbakan Erdoğan’ın yaptığını söylemek yanlış olur. Evet, bu sözler onun dudaklarından döküldü. Lakin bu sözlerin asıl sahibi Başbakan değildi. Bu sözlerin asıl sahibi, Libya’da siyasi ve ekonomik nüfuz elde etmek için dakik girişimlerde bulunan ABD’dir. ABD önce Fransa ve İngiltere’nin Libya’ya NATO müdahalesini engellemek için ilk mesajını verdirdi. “NATO’nun ne işi var Libya da?” Fransa ve İngiltere’nin Libya meselesindeki aceleciliğini ve hızlılığını görünce hemen siyaset değiştirdi ve NATO müdahalesine ortak oldu. İşte 21 gün sonra yapılan ikinci açıklama bunun için yapılmış oluyordu. Sonuç; hiçbir şey bize ait değil, dün de bugün de…

Dün böyle demişti: “BM’nin adaletine inanmıyorum.”

Başbakan Erdoğan, Yahudi varlığı “İsrail’in” Ğazze saldırıları sonrasında kınama kararı almadığı ve “İsrail’e” yaptırım uygulamadığı için BM’ye ve O’nun adaletine güvenmediğini şu sözlerle açıkladı “Ben BM’nin adaletine inanmıyorum”. Başbakan bu açıklamayı 20 Kasım 2012’de Parti Grup Toplantısında yaptı. Aradan uzun bir zaman geçmedi. 29 Kasım 2012’de BM Genel Kurulu’nda Filistin’in Üye Olmayan Gözlemci Statüsü kabul edilince, Başbakan 04 Aralık 2012’de yine bir Parti Grup Toplantısı’nda şunları söyledi: “29 Kasım 2012 tarihi, Filistin tarihinde dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Bu tarihi bir gündür.”

Nasıl oluyor da dün adaletine güvenmediği BM’nin bugün Filistin için aldığı bu kararı yerinde tarihi bir karar olarak görüyor. Aslında gören de konuşan da yine Başbakan değil. Ğazze saldırıları sürecinde BM’nin bu toplantıyı yapacağı önceden belliydi. ABD bu toplantıda BM Genel Kurulu’nda iki devletli çözüm planı için daha güçlü bir karar çıkarmak istiyordu. Bunun için de BM üzerinde genel bir kamuoyu oluşturmak istiyordu. İşte Erdoğan’ın ilk açıklaması buna yöneliktir. İkinci açıklama ise zaten iki devletli çözüm planına hizmetin göstergesidir.

Bugün böyle dedi: “Türkiye toprakları NATO topraklarıdır.”

Başbakan Erdoğan 08 Kasım 2012’de gittiği Endonezya gezisinde gazetecilerin, “Türkiye’nin NATO’dan Patriot füze talebi olmuş, ne diyorsunuz?” sorusuna karşılık “NATO’dan sınıra füze talebimiz olmadı. Bu iddialar asılsız. Bu füzeyi alma konusunda karar verecek merci biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok. Bu Dışişleri kim? Böyle bir şeyden haberimiz yok.” dedi. Daha sonra 21 Kasım 2012 tarihinde Pakistan’da gerçekleştirilen D-8 zirvesinde ise şöyle bir açıklamada bulundu: “Dördüncü maddeye göre bizim topraklarımız NATO’nun topraklarıdır. Savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır.”

Peki, Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarındaki bu çelişki neden kaynaklanıyor? Çünkü Türkiye üzerinde siyaset güden dış güçler, gerektiği zaman Başbakan ile görüşmeden Türkiye toprakları üzerinde karar alabiliyorlar. Eğer ki bu, Suriye’de kurulması muhtemel bir Hilafet Devleti korkusu için ise, Patriot füzelerinin Türkiye topraklarına yerleştirilmesi için Erdoğan ile görüşmeye bile gerek olmayabiliyor.

Hülasa Başbakan Erdoğan her konuşmaya başladığında Batı’ya ve Kapitalist güçlere meydan okurcasına naralar atıyor. Ama aynı Başbakan İslam toprağı bu beldeyi NATO’nun üssü haline getirebiliyor. Irak, Afganistan ve Suriye’de katledilen çocukların hesabının sorulması gerektiğini söyleyen Erdoğan, Irak ve Afganistan işgalcisi NATO’nun Kara Kuvvetler Komutanlığı’nın İzmir’e taşınmasına onay verebiliyor. Her açıklamasında Suriye halkının yanında olduğunu açıklayan Erdoğan, yarın Suriye’de Müslümanların kuracağı İslamî Hilafet Devleti’ne karşı tehdit olarak NATO füzelerini sınıra yerleştirebiliyor.

Dedik ya Başbakan için dün dündür, bugün bugündür. Yarını ise Allah’tan başkası bilemez.